Hikaye uzun. Sovyetler Birliği ve sosyalist blokta karşı-devrimci gösterilerin, bizzat yönetimdeki karşı-devrimci kliklerce önünün açıldığı ‘89-’91 karşı-devrimlerine kadar uzanıyor.

Bu kliğin başındaki Gorbaçov’un “Avrupa Evi” türünden (bugün de Rusya’daki liberaller tarafından ateşli bir şekilde savunulan) zevzeklikleri ve “dışa açılma”, “yeniden yapılanma” süslü sözleriyle hayata geçirilen politikalar sonucu sosyalist blok adım adım dağılmaya sürüklenirken, emperyalistler “Gorbi”nin sırtını sıvazlayıp, “NATO, Oder-Neisse hattından doğuya bir milim bile genişlemeyecek” güvenceleri veriyordu.

Sovyetler 1991’de, anayasaya aykırı şekilde dağıtıldı (çözüldü). 1993’te Halk Meclisi’nin Yeltsin yönetimine direnişi, bizzat Clinton’ın teşvik ve yönlendirmesiyle tank ateşiyle kana boğuldu. Askeri zor kullanarak parlamento dağıtılmış oldu. Karşı-devrimci yönetimler, kapitalist restorasyon yolcuları, emperyalist “batı” tarafından akla gelen tüm araçlarla desteklendi. Komünistlerin direnişleri kırıldıktan, iktidar tümden emperyalizmin işbirlikçileri tarafından ele geçirildikten sonradır ki, özellikle Almanya’nın ısrarları ile Avrupa Birliği ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesi gündeme geldi.

1999’da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya NATO’ya katıldı. Oder-Neisse (Almanya-Polonya sınırı) bir milim bile geçilmeyecek sözü unutuluvermişti. Rusya bunu hatırlattığında “bu sözü biz Sovyetler Birliği’ne verdik, ama şimdi böyle bir devlet yok” diyecek kadar ikiyüzlüydüler!

1996’da KP lideri Zuganov karşısında seçimleri kaybetti Yeltsin. Ama ABD açık bir şekilde müdahale etti, bariz seçim hileleri yapıldı ve başkanlık koltuğuna yine Yeltsin oturdu! Yeltsin dönemi Rusya’nın tam bir çöküş yaşadığı, ekonominin sosyalist yapısının paramparça edildiği, yağmalandığı dönemdi. Emperyalistler bu yıkım ve yağma hareketinin bizzat içindeydiler. IMF zaten işin başındaydı.

Öte yandan yıkıma uğrayan ülke, emperyalistler için parçalanıp yutulması, basit bir uydu devlete dönüştürülmesi gereken bir ülke konumundaydı. Bu aşağılayıcı tavır ve korkunç iktisadi yıkım (ki o dönem kelimenin gerçek anlamında açlık baş göstermişti kentlerde, milyonlarca insan yiyecek bulamaz durumda sokaklara düşmüştü), tabanda yükselen tepkileri, devlet mekanizması içinde gittikçe belirginleşen bir direnişi doğurdu. Putin, tam bu dönemin ürünü olarak önce başbakan yardımcılığına (1997), ardından başbakanlığa (1999) ve aynı yıl sonunda Yeltsin’e görevden el çektirilmesiyle (istifa etmişti) vekaleten başkanlığa getirildi. O tarihten sonrası, Rusya’nın bu “dağılma dinamikleri”nin durdurulması, ordunun güçlendirilmesi ve ülkenin yeniden güçlü bir konuma yükseltilmesi tarihidir.

1990’daki sözlerini “unutan” emperyalistler, 99’daki genişlemenin devamını 2004 yılında getirdi. NATO o yıl Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’yı bünyesine kattı. 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan, 2017’de Karadağ ve 2020’de Kuzey Makedonya, NATO üyesi yapıldı. Böylece batı ve kuzeyden Rusya’yı çevrelemiş oldu. Hiç kuşkusuz burada Belarus sorunu vardı. Rusya ile “Birlik Devleti” görüşmeleri yapmaktaydı. Onu düşürmek için çok uğraşıldı. Geçen yılki seçimler ve sonrası biliniyor zaten.

Rusya’nın güneyden kuşatılması için iki ülkenin daha NATO tarafından yutulması arzulanıyordu: Ukrayna ve Gürcistan. Meşhur “renkli devrim”lerin bu iki denek ülkesi, bir şekilde NATO’ya üye yapılarak, Rusya’nın bizzat Karadeniz’den de kuşatılmasını tamamlamak istiyordu emperyalistler. Ama Rusya, Yeltsin döneminin Rusya'sı değildi. Ordusunun modernizasyonunu büyük oranda tamamlamış, IMF borçlarını zamanından önce ödeyerek onu kapı dışarı etmiş, Çeçenya savaşını bitirmiş, belirli oranda kendini toparlamış bir Rusya idi.

Referandumla bağımsızlıklarını ilan etmiş olan Abhazya ve Güney Osetya’yı güç kullanarak tekrar Gürcistan’a bağlamak için 2008’de harekete geçti Saakaşvili yönetimi. NATO, İsrail, “turuncu devrimin” Kiev’de iktidara getirdiği Yuşçenko yönetimindeki Ukrayna, aktif bir şekilde destekliyordu Gürcistan’ı. Türkiye, Gürcistan askerlerini eğitiyor, askeri yardım yapıyordu. Osetya’ya saldırdı Gürcü birlikleri. Rusya harekete geçti. Savaş 4 gün sürdü. Bu savaşta Rusya, Gürcistan limanlarının ablukaya alınması yoluyla Türkiye ve NATO yardımlarının ulaşmasını da engellemişti. Gürcistan, yenilgiyi kabul etti. Bu, aynı zamanda NATO’nun da yenilgisiydi. Emperyalistler, planlarını ertelemek zorunda kaldılar, geri çekildiler.

2002’de NATO-Ukrayna Eylem Planı imzalanmış, üyelik için bir çerçeve oluşturulmuştu. Ama Ukrayna’daki Rus nüfus, onların seçimlerdeki ağırlığı, Rusya ile Ukrayna arasındaki güçlü iktisadi, siyasi ve kültürel ilişkiler engel oluyordu bu sürece. Ukrayna’da bizzat emperyalistlerin örgütlediği kitle eylemleri üzerinden (89-91 karşı-devrimleri döneminden beri adına “renkli devrim” dedikleri şey özünde buydu hep) “turuncu devrim” ile Yuşçenko ve ekibini başa getirdiler. Böylece emperyalizme tam entegrasyonu (tam ilhakı) sağlayacak kadrolar iktidara taşınmış oldu.

Ne var ki işler yolunda gitmedi. Yuşçenko ve Timeşonko, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış bu “Batı’nın elemanları”, birbirlerine düştüler. Sonrasında seçimleri kaybettiler. Yanukoviç yönetimi kazandı seçimleri.

Derler ki, Hitler “Avrupa Ukrayna’dan başlar” buyurmuş. Burjuva jeopolitikçiler pek sever bu tarz “karşıt konumlanış” üzerinden tarihi ve siyasi okumaları! ABD-NATO emperyalizminin politik aklının da bu geleneğe göre işlediğinden kuşku duyulmasın. Şu an gündemde olan “Avrupa’nın Savunucusu” tatbikatının planlarıyla Hitler Almanya’sının 22 Haziran 1941’de SSCB’ye saldırarak hayata geçirdiği “Barbarossa Harekatı”nın planlarını karşılaştırın, aradaki korkunç benzerliği göreceksiniz.

Sonuçta ABD-NATO emperyalizminin “jeopolitik kafası” da, Ukrayna’nın mutlaka “Avrupa’ya dahil edilmesi” yönünde çalışıyor. İşte bu akıl, 2014’de, Yanukoviç yönetimini devirmek için korkunç suçlar işleyerek darbe tezgahladı. Adına “Maydan (Meydan) Devrimi” dediler. Oysa bu, her tür propaganda aracının devreye sokulduğu, paralı Gürcü keskin nişancılarının kullanıldığı, Kiev’in neo-Nazilerinin silahlandırıldığı, dönemin ABD yetkilisi Nuland’ın deyimiyle “5 milyar dolara mal olan bir operasyon” ile becerdikleri bir faşist darbe idi.

Bu faşist cunta, Rusça’yı yasakladı (ülke nüfusunun yüzde 20’si Rus idi); Sovyet döneminin simgelerini kullanmayı suç saydı; Nazi işgal döneminin işbirlikçilerini ulusal kahraman ilan etti; sokaklarda terör estirdi; komünist partisini yasakladı; Rusya’ya yakın duran burjuva vekilleri bile hırpaladı; Rus nüfusun yoğun olduğu doğu bölgelerinde işi kitle kıyımına vardırdı.

Donbass bölgesindeki karşı çıkış, bu yönelime tepkidir. Ki Rus ağırlıklı nüfus sadece Donetsk ve Lugansk’ı değil, Harkov’dan Odessa’ya kadar olan geniş bir alanı kapsar. Donetsk ve Lugansk, bunun küçük bir kısmıdır yalnızca.

O faşist terör döneminde Hakrov’da, Donetsk ve Lugansk’ta, Mariupol’de, Odessa’da, Kırım'da... Kiev’deki cuntayı (“Maydan darbesini”) tanımadıklarını ilan eden yerel tepkiler başladı. Barikatlar kurdular. Faşistlere karşı kendilerini korumaya aldılar. Kırım, 2014’te referandum yaptı ve yüzde 97 gibi bir oranla Rusya’ya katılma kararı verdi. (Rusya ilhak etti deniyor, yanlış. Kırım, Rusya’ya iltihak etti, yani katıldı.)

Faşist Kiev birlikleri Mariupol’de barikatları zırhlı araçlarla geçti, terörle kenti sindirdi. Odessa’da barışçıl gösteri yapan insanları, sendika binasını ateşe vererek diri diri yaktılar; yangından kaçanları baltalarla parçaladılar. Harkov’daki direnişi ezdiler. Ama Donetsk ve Lugansk halkı, komünist güçlerin örgütlemesiyle başarılı bir direniş sergiledi. Uluslararası komünist dayanışma gelişti. Rusya, sınırdan yoğun yardımlar gönderdi. Kiev’in faşist birlikleri zorlu çatışmalarla püskürtüldü.

Bu iki bölge, Sovyet yönetimi ilan ettiler. Donetsk Halk Cumhuriyeti (DNR) ve Lugansk Halk Cumhuriyeti (LNR) kuruldu. Daha sonra bu iki cumhuriyet “Yeni Rusya” (Novorossiya) adıyla bir birlik oluşturdular.

“Ukrayna gerilimi” dedikleri güncel durumun kısa tarihsel serüveni böyle. Yarın da bu “tarihsel arka plan” üzerinde yaşanan son gelişmeleri ele alalım.