Kadınların özgürlüğü konusunda ısrarla üzerinde durmamız gereken iki öge vardır. Birincisi, işçi-emekçi, ezilen kadınların toplumsal mücadeleye çekilmesi ve örgütlenmesi; ikincisi, kadınların toplumsal eşitliğinin ve özgürlüğünün biricik yolunun devrim ve sosyalizm olduğudur.

Her ülkedeki toplumsal mücadelenin içinde kadınlar vardır ve bu da olağandır. Kocalarını, kardeşlerini kapı önlerinden savaşlara gönderip, evde kilim dokuyan Penelope tabloları çoktan tarih olmuştur. Yahut, sonradan ulusal kahraman ilan edilen bazı kadın savaşçıların-azizelerin tek tek ortaya çıktığı dönemlerde gelip geçti. Kadının toplumsal üretme ve buradan aldığı güçle, hakla toplumsal yaşama katıldığı andan itibaren, genel olarak onu toplumsal-siyasal mücadelenin her yerinde, her aşamasında görebiliriz. Tekil, edilgen örnekler biçiminde değil, etkin ve yaygın olarak... Ancak bunun böyle olmuş olması, bu sorumluluğun tamamlandığı, aşıldığı anlamına gelmez. Kapitalist üretimin yanı sıra, tüm burjuva iktidarların milyonlarca kadını her gün yeniden ev-aile, yoksulluk, gericilik çemberinde tutmaya çalıştığı, kadınları toplumsal devrim mücadelesinden uzak tutmanın her türlü yolunu dokuduğu; bu sayede işçi sınıfının devrimci mücadelesini ve gücünü bölmeye, güçsüzleştirmeye çalıştığı gerçeği hala ortadadır, can alıcı biçimde yaşanmaktadır. Tam da bu nedenle, daha geniş kadın kitlelerini mücadeleye çağırmak, politik örgütlenmesini sağlamak devrimde zafer için temel bir koşuldur. Kadınların kapitalizme ve faşizme karşı mücadeleye çekilmesi, örgütlenmesi kapitalist sistemin yıkılması açısından yaşamsaldır. Bu olmadan burjuva sınıfa karşı zafer düşünülemez bile.

Kadınlara, kendilerinin bildikleri acıları, yoksulluğu, zorbalığı aşağılanmayı, eşitsizliği sözlerle, rakamlarla anlatabiliriz. Ama bu, yaşadıklarının vahşetine dair onlara ayna tutmak gibi olacaktır. Aşağı-yukarı feministlerin yaptığı da -kısmi ve yanıltmacı biçimde- budur. Onları bir kaç nüansla tamamlayan sosyalist feministler ise, sorunu baş aşağı tutarak sistem teşhirine soyunmakta ve böylece her iki tarafta meseleyi sürüncemede bırakmaktadır. Özetle, devrimci sosyalist kadın hareketinin sorunu ve çözümü ortaya koyuşu, bir ayna tutmanın ve sakatlanmış politik teşhirin ötesindedir.

Kadınlara “hikayelerinin” ortaklığını ve yıkımın-vahşetin büyüklüğünü göstermek, bir yanıyla bireysel çözüm arayışının yetersiz çaresiz bir arayış olduğunu anlatır. Sorun toplumsal ve köklü bir karaktere sahip olduğu için o kadar benzerlikler taşımaktadır. Fakat iş burada bitmez, bunu üreten, sürdüren kapitalist sistemin tam da kendisidir, yaşanılanların en doğrudan bağı sistemin sınıflı-özel mülkiyetli temellerindendir. O nedenle, kadınların bu sistemi hedef tahtasına koymadan özgürlük şöyle dursun, kalıcı ve yeterli tek bir hak bile elde edemeyeceği gerçeği anlaşılmak zorundadır. Kadınlara anlatılması gereken budur. Toprak, bankalar, fabrikalar, büyük üretim araçları kapitalistlerin mülkiyetinde kaldıkça ne özgürlükten ne de kadının kurtuluşundan söz edilebilir.

Kadınları sömürücü düzene ve bu düzeni koruyan güçlere karşı mücadele etme ve sosyalizm uğruna mücadele konusunda ikna edebilir miyiz?

Evet, edebiliriz. Kadınlara sorunu ve sorunun köklü, yaygın halini göstermek bir şeydir ama umudun, çözümün ne olup olmadığını, tüm bunların nerede, nasıl son bulacağını, sosyalizmde hayatlarının nasıl olacağı gösterilmezse, esasen ondan geçici çözümlerle yetinmesi kapitalizmle, yani köleliği ile uzlaşılması istenmiş olur.

Sosyalizmle kadınların hayatlarında nelerin değişebileceğini tek tek anlatabiliriz ve anlatmalıyız da. Sosyalizmin kadının gerçek özgürlüğünün başlangıcı olduğunu anlatırken, öyle soyutlamalarla, gri bir teoriyle değil, bizzat yaşadığı şeylerden yola çıkarak bile neleri yaşamayacağını gösterebiliriz. Ev mahkûmiyetinin, işsizliğin, sömürünün, cinsel baskının, aşağılanmanın, şiddetin nasıl son bulabileceğini, onun yöneten ve karar veren durumda olacağını vb. tüm ayrıntılarıyla anlatabiliriz. Ki bu konuda sosyalist ülke deneyimleri bile başlı başına güçlü örneklerle doludur. Yani sosyalizmin kadın için ne anlama geldiğini gri teorilerin, kalıplaşmış sözlerin dışında anlatmak, onu akılda ve yürekte canlandırmak gerek. Sosyalizm konusunda ikna olmuş bir kadın, nasıl bir sistemde yaşanabileceğini bilmenin heyecanı, düşü, umudu ile zorlukları, engelleri aşacak gücü bulur. Hakkımız olan şey özgürlük ve sosyalizmken bundan daha azına razı olmamız mümkün değil! İşte ancak buna inanan, kabul eden insan büyük kavgaları göze alabilir.

Sosyalizm mücadelesi, işçi sınıfının devrimci öncü kadrolarının mücadelesine indirgenemez. Bu, öncelikle işçi sınıfının mücadelesidir. Devrim de zaten emekçi, ezilen halkların kendi eseridir. Sosyalizm mücadelesi, bu muazzam enerjinin örgütlenmesi yolunda emekçi halkların, kadınların, gençlerin, işçilerin düşünü, her türlü pratik çabasını, özverisini, onlarca çarpışmasını vb içerir. Bir devrim anında, bir kahramanlar ordusu gibi davranan o “sıradan” hikayelerin sahibi emekçiler çıkar, ama tam da bunun öncesinde verilen o uzun, zorlu ve özverili mücadelede yetişir bu kahramanlar ordusu. Yani özgürlüğünü isteyen bir kadın bu mücadelenin dışında kalamaz.

Öte yandan, kadınları sosyalizm mücadelesine çağırmak bir başlangıçtır. Kadınlar bu mücadeleye katıldıklarında hayatlarında nasıl bir güçlü değişimin başladığını kısa zamanda görecekler. Mücadelenin kendisi kadının bilincinde ve yaşamında, ailesi ve toplumla ilişkilerinde bir değişim yaratmaya başlar.

Burada şunu belirtmek gerekir ki, kadınların sosyalizm tutkusu, cesareti ve niteliği genel olarak emekçi yığınları sosyalizm ve devrimci mücadelede ikna eder, ileri atılmasına yol açar. Bütün devrim mücadelelerinin doğruladığı bu gerçeğin örneklerini hala yaşamaktayız.

Buradan gelinecek yer örgütlenme sorunudur. Ancak bu başka bir yazının konusu olduğundan bir kaç şeyi belirtmekle yetinelim. Emekçi kadınların örgütlenmesi sorunu ısrarlı ve disiplinli bir çalışmanın konusudur. Tek tek bireylerin iknasından ziyade daha geniş kadın kitlesinin nasıl harekete geçirileceği, onların politik eğitiminin nasıl yapılacağı sorununa özenle eğilmek gerek. Bu noktada politik ajitasyon, sistemin politik teşhirinin günlük bir çalışma haline getirilmesi önemlidir. Bugün internetin yaygın kullanımı bile bu açıdan birçok olanak sağlamaktadır.

Bununla bağlantılı başka bir nokta ise, işçi emekçi kadınlara yönelik hedefli bir çalışmanın vakit geçirilmeden pratikte üzerinde durulmasıdır. Örneğin önümüzdeki 8 Mart’a damgasını işçi kadınlar vurmalı ve onların özgür yaşam ve sosyalizm talebi Taksim’i zapt etmeli... Hayallerimizi gerçekleştirmenin önünde hiçbir engel yok, kendimizin sınırları dışında...