Deprem bölgesinden iktidara çıkan yüksek oylara kimi şaşkın, kimi sitemli. Kaybedilen seçimin hayal kırıklığı içinde kalan sıradan insanların tek tek sözlerine değinmek, bu yazıyı bitmeyen bir yola sokar. Ancak politik deneyim açısından süreci kendimize hatırlatmakta fayda var.

Herkesin gözü önünde yaşanan felaket, doğasal bir yıkımın çok ötesine geçmişti. On binlerce insanın ölümü, şehirlerin mezarlığa dönüşmesi yetmezmiş gibi, kurtarılabilecek insanların yardıma gelmediği ya da yeterli teknik ekipman bulunamadığı için kaybedildiğini görmek, duymak “büyük devlet”, “kıskanılan devlet” propagandasını bozmuştu. Deprem bölgesi için yüzbinlerce insan canla başla harekete geçtiğinde burjuva devletin hantallığı, çürümüşlüğü de adeta kendiliğinden deşifre olmuştu. Bu deşifre oluşa sinirlenen, korkan burjuva devlet insiyatifi geri almak adına, akla ziyan yollara başvurdukça felaketin boyutu da katlanmış, acı ve öfke iç içe geçmişti. Yine de insanlar büyük bir çabayla “sonra hesaplaşılır, şimdi değil” diyerek dayanışmanın olağanüstü örneklerini ortaya koymuşlardı. Benimsenen bu tavır, felaketin baş aktörü, sorumlusu olan kapitalist sisteme yönelik siyasal tepkiyi / siyasal hesaplaşmayı arkaya atmasına, ertelemesine neden olmuştu.

Deprem bölgesinde acıya, yıkıma, umutsuzluğa gömülen insanların ise bu sırada kitlesel siyasal tepkisini ortaya koyması beklenemezdi. Bireyler bazında acı ve öfkenin haykırışları arasında siyasal yan görülse de, bu felaketi yaşayanlara isyan etmek dahi yasaklanmış, sansürlenmişti. Onların sesini yükseltecek, öfkelerini sokağa vuracak, acılarından çıkarıp yeni bir umudu vererek yaralarını saracak olan deprem bölgesinin dışında olanlar ise insani dayanışmaya öylesine doğru tavır-fiil olarak benimsemişlerdi ki, tekelci iktidarın baş temsilcileri gösterilen sabır ve metanete şükran duyduğunu açıklamıştı. Öyle ya, enkazların altından gelen “buradayım, kimse yok mu?” seslerine; acıyla “neredeydiniz kaç gündür; yavrum yaşıyordu, niye gelmediniz?” çığlıklarına, isyankar seslerin tutuklanmasına, havaalanlarında maden işçilerinin, sağlıkçıların bekletilip yerine önce polisin bölgeye sevk ediliyor olmasına, enkazlara bulunamayan iş makinalarının bankalara, tapu-sicil binalarına bulunmasına, iletişim şirketlerinin (hani her gün reklamlarda ne büyük kesintisiz iletişim sağladıklarını söyleyen) onarım için hiçbir şey yapmamasına, üstüne “bant daraltması”nın getirilmesine ve daha nice nice şeye toplum, dünyayı sarsarcasına siyasal tepki değil, insani dayanışmayla karşılık vermişti.

Bu “insani dayanışma” kesinlikle doğruydu; fakat insanları, toplumları değiştiren, dönüştüren, birbirine bağlayan, ileri yönde etkileyen, ilişkilere yeni bir biçim veren şey, siyasal mücadeledir. İnsani seferberliğin böylesi ileriye doğru değiştirici, dönüştürücü gücü kapitalist sistemde oldukça sınırlıdır. Hepimiz insani ilişkileri arzulasak da, siyasal ilişkilere mahkumuz. Çünkü, ezen ve ezilenin olduğu sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Tam da bunun bilincinde olan burjuva devlet, bu felaketin kendini yutmasını engellemek için siyasal mücadeleyi bir an bile bırakmadan kişi, kurum, kuruluş; tüm organlarıyla seferber oldu. Bu seferberlik depremin yaralarını sarmak üzere değil, felaketin nedenlerini açığa çıkarmamak, depremin yıkıcılığının halkların devrimci yıkıcılığına dönüşmemesi üzerineydi. Oysa bunun karşısına ancak halkların pratik-fiili siyasal mücadelesi dikilebilirdi.

Peki ne oldu?

Burjuva muhalefetin elinde insani dayanışma “sonra hesaplaşılır”a, hemen ardından da “seçimle hesaplaşmaya” dönüştü. Bu, kitlenin pasifize edilmesiyle birleştirildi. Her şeyi seçime bağlayan “muhalefet”, “aman sabredin”, “aman istifa diye bağırmayın”, “aman sokağa çıkmayın” deyip durdu. Hatırlayın, depremden hemen önce İmamoğlu hakkında verilen ceza kararını protesto edenler “Hükümet İstifa” derken, otobüsün üstündekiler “Yoo! Yoo! Onları sandıkta yeneceğiz” demişti. Depremde onbinlerce insan öldüğünde statlardan yükselen “Hükümet İstifa” haykırışına yine aynı şekilde “Yoo! Yoo! Sabredin seçimle gidecekler” dendi. Öyle bir burjuva muhalefet ve şürekası vardı ki, hangi büyük haksızlık, hangi büyük felaket yaşanırsa yaşansın, halkın öfkesinin iktidara yönelmesini önlemeyi kendine birinci görev sayıyordu.

Reformist sol, burjuvazinin bir kesimiyle uzlaşarak “diktatörlüğü yenme” hem de en güvenilmez seçim sistemiyle, hem de oylarla yenme hayalini kitlelerin önüne koyarak, sokağı pasifize etmeye, devrimci siyasal bilinci bulandırmaya soyundu. Burjuva muhalefetin deprem bölgesi için söyleyebildiği yegane şey “evlerin bedava yapılacağı” idi. İnsanların bilincinde, duygularında ne değiştirici, dönüştürücü etkileri oldu, ne de katliama dönüşmüş bir felaketin hesabını sormaya yanaştılar.

Kitlelerin mücadelesi pasifize edilerek, talepleri susturularak, “sevgi pıtırcığı” rolüne soyunarak bir değişim gerçekleştirilemez. Sık sık sözü edilen Bolsonaro örneği ise, Silvia”nın reformist uzlaşmacılığıyla olmamıştır. Brezilya halkının aktif, dinamik mücadelesiyle, Brezilya sokaklarının grevci işçiler, gençler, kadınların mücadele yeteneklerini göstermeleriyle olmuştur. Bu değişimlerin hiçbiri seçim sonucu değil, mücadelenin gücünün bir yan ürünü olarak yaşanmıştır.

Özcesi, deprem bölgesindeki seçimlerde nasıl bir katakulli yaşanmıştır, bu yazının yazarı bunu ispatlayamaz. Ama en basitinden bir işe girmek için doksan puan almanızın dahi bir anlamının olmadığı bir sistemi, yüksek mevkide alınan rüşvetlerin kanuni ceza karşılığının nasıl olmadığı... gibi gibi milyon örnekleri yaşıyoruz. Seçimi hesaplaşma olarak koyanlar, seçim katakullilerine istediği kadar kafa yorsunlar, peşine düşsünler, haksız çıkmayacaklardır. Bilinen şeyler yine zuhur edecektir, hepsi bu. Ama kimse deprem bölgesinde yaşananların, on binlerce insanın ölümleri önlenebilecekken hayatlarını kaybetmiş olmalarının, gerçek siyasal hesaplaşma peşine düşmemişken, o gün ve hala bugün duyulan çığlıklara insani yanıtın dışında yükselen, dinamik bir mücadeleyle karşılık vermemişken, seçimin kaybını onlara mal edemez.

Son olarak, halkların, emekçilerin önünde kazanması gereken tek zafer, halkların gerçek kurtuluşu ve özgürlüğüdür. Bunu, halklar adına burjuva muhalefet ve şürekası yapamaz. Çünkü bu mücadele yalnızca halklarındır ve başarıyı da halklar sağlayabilir.