Burjuva devlet/demokrasisi, varoluş nedeni olan toplumsal yaşamı koruma ve geliştirme görevini yerine getiremez halde. Burjuva devletin egemenliğindeki toplumsal yaşam, bırakın gelişim göstermeyi her alanda çözülüyor, çürüyor ve eriyip tükeniyor. Burjuvazi hangi devlet biçimine başvurursa vursun, toplumun kısır çatışmalar içinde eriyip yok olmasının önüne geçememekte. İster Afrika ister Avrupa’da olsun, ister Asya ister Amerika’da olsun durum bu.

Bu sorunun varlığı, zaman zaman daha şiddetli hissedilse de 150 yıldır sürüyor. 150 yıldır bu sorunun üstesinden gelemeyen, üretici güçler karşısındaki konumu gericileştiği için gelmesi de mümkün olmayan burjuvazi, insanlığı iki dünya savaşına sürükleyerek kırıma uğrattığı yetmezmiş gibi, şimdi de üçüncüsüne sürükledi. Hem de nükleer bir savaşa vararak tüm insanlığın yok olmasına neden olabilecek bir savaşa.

Açıkça ortadadır ki, burjuva devletin/demokrasisinin varlığı, insanlık için çözüme kavuşturulması gereken köklü bir sorundur. Toplumsal yaşamın ve insanlığın akıbetini ilgilendiren bir sorundur. Buna rağmen, bu sorunun köklü çözümü yani burjuvazinin siyasal egemenliğine son vererek devletin sönümlenme sürecini başlatmak, son 50 yıldır dünya halkları tarafından sürekli ertelenmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında emekçi yığınların gösterdiği devrimci iradenin sonraki dönemde sürdürülememesi sonucu, insanlık büyük acılar çekerek bugüne kadar gelmiştir. Ama artık insanlık, bu sorunla daha fazla birlikte yaşayamaz. Yaşamayacaktır da. Çünkü sorun, çözümünü insanlığa dayatacak kadar olgunlaşmıştır. Bağımlı ülkelerden emperyalist ülkelere kadar, kapitalist dünya sisteminin tamamında tüm yakıcılığı ile emekçiler tarafından hissedilmektedir. Sorun, kapitalist dünya sisteminin tamamında olgunlaşmış ve çözümünü dünyanın her yerinde talep eder hale gelmiştir. Emekçi yığınların kendiliğinden bilincinin dünyanın her yerinde burjuva devlet anlayışının sınırlarını zorluyor olmasının ve emekçilerin kaderlerini ellerine almak istemelerinin bize anlattığı budur. Burjuva devlet/demokrasi sorunu, dünyanın her yerinde burjuva ideolojisinden bağımsız bir bilinçle, devrimci bir fikirle köklü çözüme kavuşturulacak olgunluğa erişmiştir.

Emekçilerin kendi kaderlerini ellerine almak istediği günümüzde emekçi yığınları ideolojik olarak dönüştürecek, harekete geçirecek, onlardan siyasal bir ordu yaratarak çözüm bekleyen bir tarihsel görevin -devleti sönümlendirme görevinin- yerine getirilmesini sağlayacak bütünlüklü devrimci fikre ihtiyaç vardır. Bu devrimci fikir, doğrudan demokrasidir. İşçi ve emekçi konseylerinin temel organlarını oluşturduğu konseyler demokrasidir.

Bu fikir, burjuvazinin dünyasından ve ideolojisinden bağımsızdır. Sınıfsız sömürüsüz dolaysıyla devlet denilen bir araca da ihtiyaç duymaksızın toplumsal yaşamın korunup geliştirilebileceği bir dünyanın olanaklı olduğunu ve bu insanal dünyanın nasıl inşa edileceğini bilimsel olarak ortaya koyan dünya görüşüne aittir. Bunun içindir ki, emekçi yığınlarda ideolojik dönüşüm yaratma ve kitleleri burjuvaziye ve onun varlığından kaynaklı sorunlara son vermek için harekete geçirme gücüne sahiptir.

Ama bir fikir ne kadar devrimci olursa olsun, kendi başına var olanı değiştiremez. Bir fikrin gerçekleşebilmesi, hayat bulabilmesi için bir öznenin eyleminin konusu haline gelmelidir. Doğrudan demokrasi, somut biçimlerinden biri olan işçi-emekçi konseyleri demokrasisi fikri, ancak emekçi yığınların eyleminin konusu haline gelirse gerçekleşir, hayat bulur.

Çünkü doğrudan demokrasi bir devrim sorunudur. Burjuva devleti parçalayıp bütün organlarına son vermeden, işçi-emekçi konseylerini devlet organları haline getirerek doğrudan demokrasiyi var etmek mümkün değildir. Ve bu da, sömürülenlerin çoğunluğunun en azından siyasete aktif katılım gösterenlerin çoğunluğunun desteği olmadan mümkün olmaz. Devrim, halka rağmen olmaz. Aksine, halkın eseridir. Dolaysıyla, halkın devrim yapmak istemesinin nedenlerinden biri de, doğrudan demokrasi olmalıdır.

Bu da, bu fikrin emekçi yığınlarda hayat bulması, yeşermesi gerektiği anlamına gelir. Emekçi yığınların zihninde yeşersin ki, eylemlerinin konusu olabilsin, devrim yapmak için harekete geçmelerinin nedenlerinden biri haline gelsin. Tıpkı barınma-eğitim-sağlık-beslenme konularındaki taleplerini devrimin çözeceğini ve nasıl çözeceğini bilmeleri ve bu çözümlerin gerçekleşmesi, hayat bulması için devrimi istemeleri ve hareke geçmeleri gibi.

Doğrudan demokrasi fikrinin işçi ve emekçi yığınlar tarafından benimsenilecek ve uğruna mücadele edilecek bir fikir olduğuna şüphe yok. Sömürücü sınıfların baskısı, terörü ve diktatörlüğü altında olan işçi ve emekçiler için “demokrasi” talebi, en az ekmek kadar somut ve acil bir ihtiyaç haline gelmiştir çünkü. “Bütün İktidar Sovyetlere” şiarının, 17 Ekim devriminden önce emekçi yığınlar tarafından benimsenmesi ve bu fikir doğrultusunda harekete geçmeleri bundandır. Ki sonrasında gerçekleşen ve toplumsal devrime kadar varan tüm siyasal devrimlerde de bu olmuştur.

İçinde bulunduğumuz tarihsel süreçteki olgular da, bize bunu gösteriyor. Sık sık tekrarladığımız halde yineleyelim: Emekçi yığınların kendiliğinden bilinci, kendi kaderlerini ellerine alma doğrultusunda gelişim göstermiştir. Emekçi yığınlardaki “demokrasi” talebi herkes tarafından görülecek kadar olgunlaşmış ve somut bir olgudur. Ve bu, sezgisel olsa dahi doğrudan demokrasi istemidir. Bilinçlerinde ve pratiklerinde, doğrudan demokrasi isteği hayat buluyor, yeşeriyor.

Bu yüzden, bugünün sorusu, bu fikrin emekçi yığınlarda yeşerip yeşeremeyeceği değildir. Emekçi yığınların bu devrimci fikrin bilincine varması ve yaşama geçirmek amacıyla harekete geçmeleri için neye ihtiyaç olduğudur.

Bu soruyu sormak gerekiyor, çünkü, sezgisel olan bu yönelim, doğrudan demokrasiyi gerçekleştirmek için harekete geçmelerini sağlamaya yetmez. Sezgisel olanın bilinçli hale gelmesi gerekiyor ki, doğrudan demokrasi emekçilerin eyleminin konusu olabilir. Şüphesiz ki, emekçilerin bilincindeki bu yetersizliğe rağmen ulaştıkları düzey, ideolojik dönüşümün eşiğine vardıkları dolayısıyla bu doğrultuda gösterilecek çabaların hızla sonuç vereceğini bize gösterdiği için önemlidir. Ama tekrarlayalım, kendiliğinden bilincin ve eylemin varabileceği nokta budur. Daha ilerisine geçebilmeleri için bir öznenin bilinçli çabasının emekçi kitlelerin eğitim sürecinin bir parçası haline gelerek kendiliğinden bilinçlerinin sıçrama yapmasına yardımcı olmasına ihtiyaç vardır.

Yani doğrudan demokrasi fikrinin emekçi yığınlarda hayat bulması, bu fikrin devrimci kitlelerin eyleminin konusu haline gelmesiyle mümkündür. Çünkü milyonlarca emekçiyi ideolojik-politik-pratik olarak dönüşüme uğratma gücüne sahip özne, devrimci kitledir.

Açalım.

“Kitlelerin gerçek eğitimi hiçbir zaman, bizzat kitlelerin bağımsız politik ve özellikle de devrimci mücadelesinden ayrı ve onun dışında gerçekleşemez. Sömürülen sınıfı eğiten, güçlerini ölçmelerine olanak sağlayan, ufkunu genişleten, yeteneklerini geliştiren, onu aydınlatan, iradesini çelikleştiren, ancak mücadeledir” (Lenin)

Anlaşılacağı üzere, emekçi yığınların gerçek eğitiminde esas olan, ajitasyon-propaganda ve kültürel-eğitsel çalışma değildir. Emekçi kitleler devrimci eğitimi, her gün ve yaşamın her alanında verdikleri mücadele içinde alır ve gelişirler. Eğer bugün emekçi yığınlar, burjuva devlet/demokrasi anlayışının sınırlarını hem fikirsel hem de eylemsel olarak zorlayan ve kendi kaderlerini ellerine almak isteyen bir noktaya ulaşmışlarsa, bu eğitim sürecinden geçtikleri içindir.

Dolaysıyla, konseyler demokrasisi ve başka devrimci fikirler -emekçi yığınların işte bu kendi deneyimlerinden öğrenme sürecinin içine dahil olabilirdi- bu sürece eşlik edebildiği, bu sürecin bir parçası haline gelebildiği oranda emekçi yığınların dönüşümünü sağlar, sağlamıştır.

Özellikle de emekçilerin mücadelesinin politik daha ötesi devrimci nitelikte olduğu zamanlarda, mücadele, emekçi yığınları yeni fikirlere açık hale getirir. Mücadelenin politik özellikle de devrimci nitelikte olması ise, emekçilerin köklü fikirsel dönüşümlere daha açık hale gelmesini sağlar. Devrimci dönemler, emekçilerin bağımsız, kendiliğinden mücadelelerinin sıklıkla politik hatta devrimci nitelik kazandığı dönemler olduğu için de, bu dönemlerde devrimci fikirlerin kitleler üzerindeki etkisi daha fazla olur. Daha hızlı sonuç alır. Dolaysıyla devrimci dönemler, devrimci fikirlerin dönemidir.

Peki ama, doğrudan demokrasi/konseyler demokrasisi fikri her gün ve yaşamın her alanında mücadele içinde olan -üstelik koşullar nedeniyle politik ve hatta devrimci nitelikte bir mücadele içinde olan- emekçi kitlelerle buluşması nasıl mümkün olacak. Onlara her yerde ve her an nasıl ulaşacak, eşlik edecek ki emekçi kitlelerin kendi deneyimlerinden öğrenmesi mümkün olsun. Doğrudan demokrasi fikri kitlelerde hayat bulsun. Ve onlar da, kendilerinde hayat bulan şeyi gerçekleştirmek için harekete geçsinler. Üstelik emekçi kitlelerin her gün ve yaşamın her alanında mücadele içinde olmasının yanında, çok geniş bir bilinç ve kültürel çeşitliliğe de sahip olduğu düşünülürse, devrimci fikrin bir bu kadar da sokağın ve atölyenin diline çevrilmesi nasıl olacaktır.

Bu işin altından ancak, emekçi kitlelerle sürekli olarak iç içe olan, birlikte mücadele eden ve etkileşim içinde bulunan devrimci kitleler kalkabilir. Çünkü nitelikli bir niceliktir. Sahip oldukları niceliksel büyüklükle, devrimci fikirlerin emekçi yığınlarla her yerde her an buluşmasını sağlarlar. Sokağın ve atölyenin diline çevirerek, emekçiler tarafından anlaşılır ve kavranılabilir kılarlar. En önemlisi, omuz omuza verdikleri ekonomik-siyasal mücadele içinde, doğrudan demokrasinin burjuva devlete/demokrasisine olan üstünlüğünü komite/konseyler üzerinden somut olarak gösterirler. Komite/konseylerin sadece iktidar organları olarak değil mücadele organları olarak da farklı bir düzlemde doğrudan demokrasinin hayat bulmasını sağlaması sayesinde olur bu. İktidar organı olduğunda, toplumun yönetilmesinin doğrudan demokrasi yoluyla olmasını sağlar; mücadele organı olduğunda ise, mücadele sürecinin yönetilmesinin doğrudan demokrasinin işletilmesi yoluyla olmasını sağlar. Bu nedenledir ki, komite/konseylerin mücadele organları olarak ortaya çıkması çok önemli, değerli ve gereklidir. Çünkü emekçilerin devrimci demokrasi bilinci kazanmasını sağlarlar. İşçi sınıfının bu kitle örgütleri, kendi varoluşlarında düzen sınırlarını aşmayı barındırır. Aracın bizzat kendisinde içkindir bu aşma eğilimi.

Komite/konseyler, emekçilere, mücadelelerini iradelerindeki değişimlerle tam uyum içinde sürdürme imkanı veren örgütlenmelerdir. İşçi ve emekçiler, komite/konseyler aracılığıyla ruh hallerindeki, anlayışlarındaki değişiklikleri çok hızlı tam ve diğer bir şekilde mücadelelerine yansıtırlar. Ve bu da, komite/konseyler içinde bulunan devrimci kitlelerin omuz omuza mücadele ettikleri arkadaşlarına, emekçilere: Bugün mücadeleyi nasıl tam da istediğimiz gibi sürdürme olanağını komite/konseyler aracılığıyla elde ediyorsak, bunları iktidar organları yaparak irademizi de devlet de/siyasal iktidarda tam anlamıyla egemen kılabiliriz, toplumsal yaşamın istediğimiz gibi düzenlenmesini sağlayabiliriz deme imkanı verir. Doğrudan demokrasiyi, emekçi yığınların zihinlerinde somutlanacak şekilde anlatmadır bu. Emekçi yığınların kendi deneyimlerinde öğrenme sürecine katılım ve devrimci yönde müdahalede bulunmadır bu. Emekçi yığınların mücadelesinin içinde ve kendi deneyimleriyle doğrudan demokrasi eğitimini almasını sağlamadır bu.

Böylece devrimci kitle, doğrudan demokrasiyi komite/konseyler aracılığıyla emekçi yığınların nezdinde varlığı algılanabilir, zihinlerde canlandırılabilir, dolayısıyla talep edilebilir ve uğruna mücadele edilebilir bir olgu haline getirmiş olur. İşçi ve emekçiler, burjuvaziye ve elitlerine karşı kendi durumlarını kavradıkları, nüvelerini oluşturup yaygınlaştırdıkları ve bunların sayesinde gerçek anlamda halk iktidarını (iktidar halka şiarını) zihinlerinde somutlayabildikleri için de, mücadelelerini, mevcut düzenin tüm kurumlarını dağıtmaya yani siyasal devrime kadar vardırırlar. Hiç kimse onlara demokrasi adı altında burjuva kurumları kabul ettiremez, bu kurumlarla uzlaştıramaz.

Bütün iktidarın sovyetlere geçmesi fikrinin ‘17 Ekim devriminden önce yani politik dönüşüm olmadan önce emekçi yığınlar tarafından benimsenmiş olmasının nedeni de, bu sürecin Rusya’da yaşanmış olmasıdır. Devrimci kitleler, kendiliğinden ortaya çıkan komite/konseylerde emekçi kitlelerle omuz omuza ekonomik-siyasal mücadele vermişler ve bu mücadele içinde doğrudan demokrasi/sovyet demokrasisi fikriyle emekçi yığınları eğitmişlerdir. Emekçi yığınların kendi deneyimlerinden öğrenme sürecine eşlik etmiş ve devrimci yönde etkide bulunmuşlardır.

Lenin, “hedefe varıp varamayacağımız, şiarlarımızın işçi kitlelerinin gerçek mücadele gücü tarafından desteklenmesine bağlıdır” derken de bu noktaya; emekçi kitleleri kazanmada devrimci kitlenin belirleyici rolüne dikkat çekmiştir. Devrimci şiarlar-fikirler, devrimci kitlenin faaliyetinin (ideolojisinin-politikasının-pratiğinin) konusu haline gelmelidir.

Gerçekten de o günden bugüne kadar doğrudan demokrasi/konsey demokrasisinin devrimci kitlenin eyleminin-faaliyetinin konusu haline geldiği her yerde iktidar sorununun çözümlendiğini, siyasal devrimlerin kesin zafer kazanarak toplumsal devrim süreçlerini başlatabildiğini gördük.

Ve tüm başarısız devrimlerde, burjuvazinin iktidarını sarsan ama yıkamayan devrimlerde gördüğümüz ise, doğrudan demokrasinin yeterince devrimci kitlenin faaliyetinin konusu haline gelemeyişi olmuştur. Devrimci kitlenin, burjuvaziye ve onun elitlerine karşı emekçi sınıfların gelecekte iktidar organları bugün ise mücadele organları olarak işlev görecek komite/konsey gibi örgütlenmeleri yaratma, yaygınlaştırma görevini tutkuyla yerine getiremeyişi olmuştur. 21. yüzyıl halk ayaklanmalarının siyasal iktidar sorunun emekçiler lehine net, kesin bir şekilde sonuca bağlayamaması da bundandır. Burjuvaziye karşı olan kendi kurumlarını yaratamayışıdır.

Peki günümüzde doğrudan demokrasi neden açık, net bir şekilde devrimci kitlenin eyleminin konusu değildir. Mevcut siyasal düzenin/devletin varlığına son vermek için kesintisiz biçimde mücadele eden devrimci kitlenin doğal olarak doğrudan demokrasiyi/konseyler demokrasisini mücadelesinin açık ve net bir şekilde ifade ettiği konularından biri yapması beklenir oysa ki.

Kimileri bu durumdan hareketle ya devrimci kitlenin var olmadığı ya da emekçi kitlelere öncülük edecek nicelikte olmadıkları için çabalarının görünür hale gelmediği sonucuna varıyorlar. Ama durum böyle değil. Böyle göstermeye çalışanlar, devrimci kitledeki bu zaafiyetin oluşmasındaki kendi rollerinin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Zihinlerin bulanıklaşmasına neden olan kendi burjuva bakış açılarını gizlemek istiyorlar.

Eğer bugün emekçi yığınlarda mevcut düzenin devam edemeyeceğine, mutlaka köklü değişimler gerektiğine, halkın çıkarlarına uygun davranılmadığına dair bilinç varsa; halkın çıkarlarını temsil eden bir devlette barınmanın, beslenmenin, eğitimin, sağlığın, tekellere karşı tavrın, emperyalizmle ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair bir bilinç varsa, ki var, bu devrimci kitlenin varlığı ve mücadele içinde emekçileri eğitmesi sayesindedir. Devrimci kitle, mevcut devletin burjuva içeriğini, bu devletle emekçiler lehine köklü değişimler sağlanamayacağını dolaysıyla ondan kurtulmak gerektiğini ve halkın iktidarında neler yapılacağını kavrayıp zihninde somutladığı içindir ki, emekçi yığınları mücadele içinde etkilemiş ve önemli oranda dönüştürmüştür. Burjuva parlamentarizminin bir ahırdan başka bir işlevinin olmadığını kavrayıp zihninde somutladığı içindir ki, emekçi yığınların kendi öz politik deneyimleriyle öğrenme sürecinde onları bu bilinçle eğitmiştir. Burjuva kurumların hepsinin; ordu, medya, parlamento, mahkemeler, polis vs vs güvenin dünyanın her yerinde yerlerde sürünmesi sebepsiz değildir yani. Öyleyse, devrimci kitlenin, doğrudan demokrasiyi emekçilerin içinde yeterince geliştirememesinin nedeni iddia edilenler değildir.

Bunun nedeni, devrimci kitlenin arzuladığı, tutkuyla mücadelesini verdiği halk iktidarı/devleti/demokrasisini yeterli olgunlukta kavramamış, zihninde canlandırmamış olmasıdır. Daha tam ifadeyle, iktidarın halka geçmesi için yürüttükleri devrim mücadelesinin, organlarını komite/konseylerin oluşturacağı bir devletin/demokrasinin kurulması anlamına geldiğini kavramamış olmalarıdır. Yıktıklarının yerini alması gereken devlet aygıtının neler yapacağını değil, nasıl bir aygıt olacağını ve nasıl işleyeceğini en genel çerçevede zihinlerinde somutlamadıkları için, doğrudan demokrasi de mücadelenin açık, anlaşılır biçimde konusu haline gelememektedir. Dolaysıyla da emekçi yığınların bu bilinçle mücadelenin içinde eğitimi de gerçekleşememektedir. Bu durum, devrimci kitlenin eğitiminde bir sorun olduğunu, doğru ve bütünlüklü bir iktidar bilincine sahip olmadığını gösterir.

İktidar olma bilincinin üç temel ayağı vardır. Mevcut olanı zora dayalı bir devrimle yıkma ilk ayağıdır. İkincisi, yıkılanın yerine yeni bir devlet, devlet olmayan bir devlet kurmadır. Ve son ayağı da, bu yeni devletin ekonomik-siyasal-kültürel vb alanlarda neler yapacağını bilmek oluşturur. Bu üç temel ayak hakkında, genel ve doğru bilince sahip olmak gerekir ki, bütünlüklü bir iktidar bilincinin varlığından bahsetmek mümkün olsun.

Devrimci kitle eksiğine gediğine rağmen, zora dayalı devrimin akabinde kurulacak halk iktidarının/devletinin/demokrasisinin en azından ilk elden neler yapması gerektiği konusunda genel ve doğru bilgiye sahiptir. Ama kurulacak ve öngörülen işlevi hızla yapacak devletin kendisine dair çok az doğru bilgi ve çok fazla yanlış bilgiye sahiptir. Doğrudan demokrasi, en temel organları konseyler olacak ve proletarya demokrasisine varacak olan halk demokrasisi hakkındaki bilgisi, burjuva ideolojisinin etkisi altındadır.

Açalım:

Devrimci kitle iki güç tarafından eğitilir. Birincisi, proletaryanın devrimci sınıf partisidir. Burjuva ideolojisinden tamamen bağımsız, bütünlüklü, bilimsel ve tutarlı devrimci bilinci devrimci komünist partiden alır devrimci kitle. İkincisi ise, küçük burjuva sosyalist harekettir. Onların da devrimci kitle ile ilişkisi ve bağı vardır. Üstelik dünyanın hemen hemen her yerinde tarihsel nedenlerle devrimci kitlenin üzerinde daha fazla etki kurmuşlardır. 1960’lardan sonra başlayan bu etki 1990’lardan sonra giderek azalsa da varlığını bugüne kadar devam ettirmiştir. Bugün dünyanın her yerinde sokakları bırakmayan devrimci kitlenin bilinci, işte bu iki güç arasındaki ideolojik-politik-pratik mücadelenin bileşkesini yansıtır.

Devrimci komünist güçlerin ve 1990’lara kadar da küçük burjuva devrimci hareketlerin zora dayalı devrim anlayışını ısrarla savunmuş olmaları güçlü bir irade ortaya çıkarmış ve bu irade devrimci kitlenin oluşmasını ve bu bilinçle eğitilmesini sağlamıştır.

İşçi ve emekçilerin iktidarı olan halk demokrasisinin ilk elden yapması gerekenler konusunda devrimci komünist güçlerle küçük burjuva sosyalist hareketlerin ortaklaştıkları şeylerin çokluğu da, devrimci kitlelerin bu konuda da genel bir bilince ulaşmasını sağlamıştır.

Ama, yeni iktidarın yani halk iktidarının/devletinin/demokrasisinin nasıl olması gerektiği konusunda proletaryanın devrimci sınıf partisi ile küçük burjuva sosyalist hareket tamamıyla ayrışır. Devrimci komünist parti meseleye, proletaryanın nihai amacından hareketle yaklaşır. Yani sınıfsız-sömürüsüz-devletsiz bir topluma ulaşma hedefiyle anın sorunlarını ele alır. Devletsiz topluma, devletin sönmesiyle varılır. Ki bu da yeni kurulacak olan halk devleti/demokrasisi olsa da, ilk andan itibaren bildiğimiz anlamda bir devlet olmaması, devlet olmayan devlet olması gerektiği anlamına gelir. Halk iktidarının proletaryanın iktidarına dönüşmesi ve proletaryanın da tüm toplumu sınıfsız-sömürüsüz-devletsiz bir düzene götürmesi, ancak buna uygun örgütlenmiş bir devletle yani devlet olmayan devletle mümkün olabilir. Bu yüzdendir ki, devrimci komünistler, işçi ve emekçi konseylerinin oluşmasını ve kurulacak halk iktidarının/devletinin/demokrasisinin organları haline gelmesini hedefler. Ki doğrudan demokrasi ve devlet olmayan devlet olabilsin. Proletaryanın devrimci sınıf partisi burjuva ideolojisinden tamamen bağımsız ve ona karşıt oluşunu burjuva devlet anlayışından, örgütlenmesinden ve işleyişinden bağımsız ve karşıt kendi devlet anlayışını, işleyişini, örgütlenmesini ortaya koyarak gösterir.

Küçük burjuvazinin ise, sınıfsal konumu gereği sınıfsız-sömürüsüz ve devletsiz bir toplumsal düzen hedefi yoktur. Böyle bir şeyin olabileceğini öngöremez, zihninde canlandıramaz. Sosyalizmden etkilenmiş olmaları, bu özsel konumlarında değişim yaratmaz. Üstünü örter sadece. Öte yandan, 90’larda sosyalist sistemin dağılması sonucu küçük burjuva sosyalist hareketlerinde belirgin biçimde sağa kayış olmuş ve bu devlet/demokrasi meselesinde çok daha belirgin olarak görülmüştür. Uluslararası sosyalist hareketin çok güçlü olduğu dönemde dahi, burjuvazinin demokrasi anlayışını şu veya bu formülasyonlarla koruyan ve devrimci kitlelere taşıyan küçük burjuva sosyalist hareket, gün geçtikçe daha belirgin biçimde burjuva demokrasisini ve kurumlarını savunur hale gelmiştir. Tekelci sermayenin devletinin varlığına son verilmesi ve yerine burjuva demokratik devletin kurulması, küçük burjuva sosyalizminin devlet sorununa bakışının özü olarak belirginleşmiştir. Ki bu, proletaryanın yaklaşımına tamamıyla karşıttır. Buna rağmen küçük burjuva sosyalizmi, kendi düşüncelerini sosyalizmin bakışı olarak göstermiştir, göstermeye de devam etmektedir. Demokratik halk iktidarını ve sosyalist demokrasiyi, kendi burjuva kavrayışına göre devrimci kitlelere sosyalizm olarak anlatmaya sürdürmektedir.

Devrimci ya da reformist olması fark etmeksizin, küçük burjuva sosyalist hareket, bunu bilinçli ya da bilinçsizce, açıktan ya da üstü kapalı olarak burjuvazinin “genel-saf demokrasi”, basitçe “demokrasi” anlatısını kitlelere taşıyarak yapıyor. Devrimci kitlelere demokrasi mücadelesi, yeni bir siyasal düzen, yeni bir siyasal iktidar diye taşıdıkları bilinç, devletin demokratikleştirilmesi, katılımcı-çoğulcu demokrasi, demokrasinin genişletilmesi, hukuku saygı, kuvvetler ayrılığı, demokrasiye saygı vb safsataların yani genel demokrasi anlatısının sol versiyonları etrafında şekilleniyor. Kamuculuktan bahsedip tüm tekelci sermayenin mal varlığına el konulmasını savunamamaları, dünün mazlumlarının bugünün zalimleri olduğu ama kendilerinin böyle olmayacağına dair gevezelikler, demokrasinin herkese lazım olduğunu anlatıp durmaları, halkın silahlanmasına karşı durmaları ve daha bir çok söylemle birlikte gösterdikleri parlamenter budalalık vs vs. yani basitçe “demokrasi” anlatısı yapıyorlar. Burjuvazinin ideolojik sınırları içinde dönüp duruyorlar.

“Bugünün sosyal-demokrasisinin oportünistleri, parlamenter demokratik devletin burjuva politik biçimlerini aşılamayacak sınır olarak alıyor, bu ‘model’e tapınmaktan bir hal oluyorlar ve bu biçimleri parçalanma yönündeki her türlü girişimi anarşizm” (Lenin, Seçme Eserler, C-7 Sy. 65) ya da bugünün devrimci koşullarına rağmen aşılmaz ilan ediyorlar.

Temsili demokrasi denilen kutsal ineğe tapınmak o denli içselleşmiş ki, “halk” ya da “devrimci” demokrasiden bahsettiklerinde bile, “genel-saf” demokrasi yani basitçe “demokrasi” anlatısını yukarıdakilere benzer ifadelerle yeniden ve yeniden üretmekten başka bir şey yapmıyorlar. Bu yüzdendir ki, sık sık burjuva muhalefetle yolları kesişiyor.

Küçük burjuva sosyalist hareketin devrimci kitlelerin bilincini bulanıklaştırdığının farkında olan burjuvazi de, özellikle devrimci mücadele araç ve biçimlerinden uzaklaşanları parlatmaktan geri durmuyor. Yunanistan’da Çipras ve Syriza hareketi, Brezilya’da Lula ve İşçi Partisi, Şili’de Boriç ve İtibarı Destekliyorum Koalisyonu, Kolombiya’da Pedro ve ittifakı ve başka bir çok örnekte olan budur.

Hepsinde tanık olduğumuz şey aynı: emekçi yığınlar üzerindeki ideolojik, politik egemenliği sarsılan ve çökmekte olan sermayenin, sokak hareketlerinden gelen liderler ve partilerle işbirliğine girmesi ve onların hükümete gelmesini onaylamasıdır. Onaylıyor, çünkü gerçek anlamda iktidar olamayacaklarını biliyor. Kendi siyasal düzeni/devleti ve kurumları varlığını koruduğu sürece siyasal egemenliğini kaybetmeyeceğini biliyor. Bu, küçük burjuva reformist hareketlerin taahhüt ettiği bir şey zaten. Kurumların varlığını tanıdığını ve sınırları içinde kalacağını taahhüt ediyorlar. Komite/konseylere sistem içi örgütlenmeler olarak bakmaları, mevcut devletin yanında var olacak örgütlenmeler olarak görmeleri de bundan. Böylece burjuvazi, devrimci kitlelerle bağı olan ama sosyal reformist bir bilince sahip siyasetler aracılığıyla devrimci kitlenin bilincini daha fazla bulandırmaya çalışıyor. Başarılı olduğu ölçüde, üç beş kırıntı ve vaat karşılığında sokaklardan bir süreliğine çekilmelerini sağlamış ve en önemlisi kendisine karşı oluşan örgütlenmeleri işlevsizleştirmiş, kendi düzenin bir parçası haline getirmiş ya da bunların hiçbirini yapamazsa bile devrimci güçlerini yitirmelerini sağlamış oluyor. Politik devrim sürecinin bir toplumsal devrim sürecini başlatabilecek denli ileri gitmesi engellenmiş oluyor.

Bu durum bize devrimci işçiler başta olmak üzere devrimci kitleleri etkileyen küçük burjuva sosyalizminin lafazanlıklarına karşı ideolojik-politik mücadelenin zorunlu olduğunu gösteriyor. Proletaryanın devrimci sınıf bilincinin devrimci kitleler içinde etkin olabilmesi için küçük burjuva sol bilincin teşhir edilmesinin gerektiğini gösteriyor. Devrimci kitlelerin başta demokrasiye dair olmak üzere halk demokrasisi ve sosyalist demokrasiye dair kavrayışını güçlendirmenin zorunluluğunu gösteriyor. Devrimin ulaştığı düzeyin ötesine geçebilmesi için zorunlu.

İ.Cevat Çetiner

NOT: Yazarın konu ile ilgili I. II. ve III. makalelerini okumak için tıklayınız