< Kızıl Bayraklı Babuşka

Eskiden dünyanın bir yerinde olup biteni değerlendirmek daha kolaydı. İşler bugünkü gibi karmaşık değildi. Bir tarafta emperyalist, öte tarafta sosyalist bloklar vardı.

Bir yerde bir olay (çatışma, ayaklanmalar, devrim) patladığında, her iki blok da kendi cephesinden olaya müdahale ediyordu. Tavırlar açık, saflar netti. Dünyanın neresinde olursa olsun, kendini ilerici, devrimci, sosyalist olarak tanımlayanlar da, doğal olarak, her türlü çatışmada, emperyalist blokun karşısında ve sosyalist blokun desteklediği tarafta yerlerini alıyorlardı. Küba'da, Angola'da, Vietnam'da, Mozambik'te, Nikaragua'da vb onlarca örnekte, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir sosyalist, ne tarafsız kalmayı aklından geçirmiş, ne de safını belirlemede güçlük yaşamıştı. Vietkong'un Saygon'u işgal ettiği gibi bir saçmalıktan bahsedecek bir sosyalistin akıl sağlığı sorgulanırdı.

“Akıl sağlığı” demişken, burada bir parantez açıp, buraya kadar yaptığımız genellemede, Maocuları, Hocacıları ve Troçkistleri genelleme dışında tuttuğumuzu belirtelim. Çünkü onlar, “antisovyetik takıntı”ları yüzünden, dünyadaki hiçbir olayda doğru yerde saf tutmayı başaramadılar. Sovyetlerin her türlü ilerici. devrimci gelişmeyi az ya da çok destekledikleri uzunca bir süreçte, bu saydıklarımız, sırf Sovyet düşmanı tutumlarından kaynaklı, karşı tarafta (emperyalistlerin tarafında) yer aldılar. O yüzden, safların çok daha net, işlerin çok daha sade olduğu o çağda dahi, uluslararası hiçbir gelişmede doğru yeri tutturamamış olanlardan, bugünkü çok daha karmaşık dünya koşullarında doğru pozisyonlar almaları gibi lüks bir beklenti içinde değiliz. “Ne NATO Ne Rusya” minvalinden “tarafsızlık” açıklamaları bile, kendileri açısından bir ilerleme olarak görülebilir. 3.Orduyu Kars'a çağırmadıkları için kendimizi şanslı hissedebiliriz. Parantezi kapatıp devam edelim.

Günümüz dünyasında iki kutup yok, işler çok daha karmaşık. Bu karmaşayı göstermesi bakımından somut bir olguya işaret edelim.

Rojava'da Kürtlerin yanında saf tutan Türkiyeli devrimci hareketlerin neredeyse tamamı, Kürt hareketinin kendisi de dahil, Ukrayna savaşında “tarafsız” tutumun ötesine geçemedi. Öte yandan, Ukrayna savaşında, faşist Ukrayna yönetimine ve NATO'ya cepheden karşı tutum takınıp doğruya yakın yerde duranlar, Rojava'da Kürtlerin -en iyimser söylemle- yanlarında olmadılar. Tek istisna var. Rojava'da Kürt halkının yanında dövüşüp, Ukrayna'da da Donbass halklarının yanında net tutum belirleyen tek parti, Leninist Parti oldu. Bu bir tesadüf müdür? Tarihimiz boyunca pek çok olayda tek başımıza kalmaya alışkınız, bu bakımdan sorun değil. Yalnız bu olayda tek istisna oluşumuzun üzerinde düşünülmesi gerekir.

Dünya genelinde olayların aldığı karmaşa hali, ezbere dayalı politikalarla işin içinden çıkmaya olanak vermiyor. Kapitalist sistemin gelip dayandığı aşama, genel gidişat, bağımlılık ilişkilerinin evrimi vb. konularda, son on yılların somut olgularına dayalı Leninist tespitler var. Yeni evre, ABD hegemonyasıyla beraber kapitalist sistemin çöküşü, 3.Dünya Savaşı, emperyalist tam ilhak vb konularda 30 yıldır oluşturduğumuz koca bir Leninist külliyat var. Bu makalenin işi bu görüşleri açmak değil elbette. Ama bilinmeli ki, Leninistleri istisna yapan tutumları, ezbere dayalı söylemlere değil, dünyanın somut dönüşümündeki somut olgulara yaslanarak 30 yıldır geliştirdikleri bilimsel tahlillere dayanıyor.

Ukrayna'da yaşanan, Ukrayna'daki sorunlarla sınırlı bir çatışma değil, 3.Dünya Savaşının bir parçasıdır. 3.Dünya Savaşı anlaşılmadan Ukrayna savaşı anlaşılmaz.

3.Dünya Savaşı ABD ile Rusya'nın savaşı değil, çok daha kapsamlı ve karmaşıktır. 11 Eylül'de bizzat ABD tarafından başlama vuruşu yapılan bu savaş, ABD hegemonyasıyla birlikte çöküşe girmiş emperyalist-kapitalist sistemin ömrünü uzatma savaşıdır. 11 Eylül'le birlikte ABD, diğer emperyalistleri arkasına hizalayıp hegemonyasını güçlendirmede belli bir aşama kaydetmişti. Ama geçen zaman içinde çöküş derinleşti. Hegemonya konusunda da en son İran krizinde yahut Almanların Rusya ile artan ilişkilerinde olduğu gibi zaaflar ortaya çıkıyordu. Ukrayna savaşıyla birlikte ABD, hegemonyasını güçlü bir şekilde yeniden dayattı. Ve şimdilik tüm diğer emperyalistleri bir kez daha arkasına hizalamış görünüyor. Savaşta işler yolunda giderse ne ala, ama aksi durumda, yani Ukrayna'da uğranacak bir hezimet, emin olunsun, ABD hegemonyasında sıçramalı çöküş getirecektir.

Asıl önemli olan şudur ki, kapitalist-emperyalist sistem, başında bir amiral gemisi olmadan yol almaz. Çöken ABD hegemonyasının yerini almaya namzet bir hegemon yok. Daha önceki “nöbet değişimleri”nden farklı olarak, bu kez çökmekte olan şey bütün bir emperyalist-kapitalist sistemdir.

ABD ve diğer emperyalistler 3.Dünya savaşını kime karşı ilan ettiler ve yürütüyorlar? Olgulara bakmak ve şablonlara takılmadan tahlil etmek yeterlidir.

1-Küba, KDHC gibi sosyalist ülkeler ve Venezuela gibi sosyalizm yolundaki ülkeler... Bunların düşman ilan edilip her türlü yolla açıkça yok edilmeye, ezilmeye çalışılmasında anlaşılmayacak bir şey yok. Kapitalizm dışı bir yaşam seçeneğini hayata geçirerek tüm geri kalanlara “kötü örnek” oluyorlar ve doğrudan emperyalizmin hedefi halindeler. Bu ülkelere dönük tehditler, saldırılar, ambargo ve ablukalar, darbe ve işgal girişimleri vb biliniyor. Amaçları, sosyalizmi bir seçenek olarak ortadan kaldırmaktır.

2-Emperyalist tam ilhaka boyun eğmeyen ülkeler... Malum, dünyadaki bütün kapitalist ülkeler Türkiye gibi emperyalizm karşısında elleri sonuna kadar yukarı kaldırmış değil. Birikmiş türlü tarihsel nedenler, yöneticilerin tercih ve eğilimlerinden ziyade halkın bilinç ve örgütlülük düzeyine bağlı baskının yarattığı nedenler dolayısıyla pek çok ülke, emperyalizme tam teslimiyete boyun eğmedi, eğmiyor. Öte yandan emperyalistler de, yine kendi tercihlerinin sonucu olarak değil, ama kapitalist gelişimin geldiği düzeyin sonucu olarak, eski tarz bağımlılık ilişkileriyle işleri yürütemiyor, bağımlı ülkelere tam ilhakı dayatıyorlar. Tam ilhaka direnenler vahşice parçalanıp yağmalanıyor. En son Yugoslavya ve Libya'da yapılana ve Suriye'de yapılmak istenene bakmak yeterlidir. Rusya, Çin ve başkalarının, sıranın kendilerine geldiğini düşünmelerinden daha doğal ne olabilir?

Sonuçta, emperyalist tam ilhaka direnen ülkeler de kapitalist ülkeler ve liderlikleri de burjuva liderlikler. Kapitalist sistemden çıkmayı asla istemiyorlar. Emperyalistlerle barış içinde bir arada yaşamak istiyorlar. Ama anlamak istemedikleri halde kendini dayatan acı gerçek şu ki, “barış içinde bir arada yaşama” çağı çoktan gerilerde kaldı. Emperyalistler eşitlikten anlamaz, efendi-uşak ilişkisinden başka bir ilişki biçimini tanımazlar. Kapitalist sistemin içindeysen, tam ilhakı kayıtsız şartsız kabul edeceksin. Yeni evrenin gerçekliği bu.

3-Dünyanın her yerindeki devimci, komünist parti ve örgütler... Emperyalistler ve bağımlı ülkeler arasındaki sayısız ikili ve çok taraflı anlaşmalarla bu parti ve örgütler doğrudan hedef tahtasındadır. Devrimci ve komünistler, tüm kapitalist dünyada baskı, tutuklanma ve ölüm tehdidi altında mücadele sürdürür. Sistem sürekli olarak bir taraftan bu güçleri askeri ve polisiye hamlelerle budama ve öte yandan da politik olarak hedeflerinden uzaklaştırıp sistem için zararsız hale getirme çabası içindedir.

4-Sıralamada sona koymuş olsak da, önem bakımından en başta olması gereken kategori, dünya işçi sınıfı ve emekçi, ezilen halklarıdır. 3.Dünya Savaşı olarak adlandırdığımız savaşta emperyalizm, tüm dünya ölçeğinde ve her gün, her saat bu kategoriye karşı savaş yürütüyor. Savaşın bu cephesinde resmen savaş ilan edilmiyor, yahut uçaklar, füzeler kullanılmıyor ama, savaşın en kanlı, en acımasız ve sonucu tayin edecek cephesi burasıdır.

Savaş alanı tüm kapitalist dünyadır. Kapitalist yıkım tüm dünyanın işçi ve emekçilerini, ezilen halklarını, mücadeleye, ayaklanmalara devrimlere zorluyor. Özellikle 2008'de başlayan kesintisiz ve benzersiz kriz ortamında onlarca ülkede başlayan ve daha geçenlerde Bangladeş'te, Sri Lanka’da gördüğümüz gibi dur durak bilmeden devam eden mücadele ve ayaklanmalar, yeni evrenin ayaklanmalar ve devrimler çağı olduğunu gösteriyor. Asya'dan Latin Amerika'ya, Afrika'dan Ortadoğu'ya, Avrupa'da hatta bizzat ABD'de karşımıza çıkan bu halk ayaklanmaları, karşılarında sadece kendi hükümetlerini değil, bütün bir emperyalist dünyayı ve onların ipten kazıktan kurtulmuş dinci ya da ırkçı faşist çetelerini de buluyor. Emperyalist savaş örgütü NATO, karşı-ayaklanma konseptiyle kent savaşlarına hazırlanıyor.

Herhangi bir sosyalist ülke yenilebilir. Devrimci örgütler de savaşta kaybedebilirler. Tam ilhaka direnen ülkeler de ezilip geçilebilirler. Ama hayat devam ettiği sürece yenilmeyecek olan güç, dünya işçi sınıfı ve emekçi, ezilen halklarıdır. İşçi sınıfı, sermayeyi yok edene değin mücadele etmek ve sonuna kadar gitmek yazgısıyla dünyaya gelmiş sınıftır.

Emperyalistler, yukarıdaki 4 kategoride topladığımız güçlere karşı mücadele ediyorlar. 3.Dünya Savaşını, sosyalist ve sosyalizm yolundaki ülkelere karşı, tam ilhaka boyun eğmeyen ülkelere karşı, devrimci-komünist partilere karşı ve en önemlisi, tüm dünyada artık hayatta kalma mücadelesi veren, ayaklanan işçilere, emekçilere karşı yürütüyorlar. Bu farklı kategorilerdeki güçler arasında ne bir ittifak ilişkisi ne bir eşgüdüm, hatta çoğu durumda ne de dayanışma vardır. Ama emperyalist efendiler aynı anda bütün bu güçlere karşı savaşıyor. Öte yanda, bu güçlerden birinin emperyalistlere vurduğu bir yumruk tüm diğerlerini rahatlatıyor ve moral veriyor.

Şimdi bu genel değerlendirme üzerinden Ukrayna'ya bakalım.

Ukrayna'daki savaş, emperyalizmin Rusya'ya tam ilhak dayatmasına Rusya'nın verdiği boyun eğmeme yanıtıdır. Kremlin yönetimi asla işlerin bu noktaya, açık çatışmaya gelmesini istemedi, halen de savaşı en kestirme yoldan bitirmekten yana. Yugoslavya'dan beter bin parçaya bölünmemek için can havliyle savaşıyor. Rusya halklarının baskısı arkasında, geri adım atamıyor. Öte yanda emperyalistler, dönüşü olmayan bir yola girmiş, çatışmayı büyütüyor, yayıyor ve uzatıyorlar.

Savaşı emperyalistlerin kazanması, tüm dünyada emperyalistlerin ve beslemeleri faşistlerin gücünü ve prestijini artırır, halkların başına yeni belalar açılır. Emperyalistler ve faşistler ne Dinyeper'de durur, ne Donbass'ta. Rusya'yı paramparça eder ve yağmalarlar. Hitlerin bile ezip geçemediği toprakları ezip geçecek güçlerin önünde daha sonra kim duracak? Ve bu hangi bedellere, hangi acılara, hangi yıkımlara mal olacak? “Tarafsızlık” politikası açıklayanlar, “Ne NATO Ne Rusya” diye söze başlayanlar, olur ya işler yarın bu noktaya gelirse, dünya faşizmin çizmeleri altında inlerken, savaşın başında söylediklerinin hatırlanmasını istemeyecekler.

Donbass halkları ve cumhuriyetleri bizim yoldaşımızdır. Girip özgürleştirdikleri yerlerde çektikleri bayrak, bizim kızıl bayrağımızdır.

Rusya hükümeti ve ordusu bizim yoldaşımız değildir. Ama tam ilhaka boyun eğmemek için attıkları her adım devrime yarıyor, dünya halklarına yarıyor. Emperyalizmin kağıttan kaplan olduğu sözünü söylemeyi pek sevenler, tarihin ironisinin farkında mı: Rusya ordusu, Donbass Halk Cumhuriyetlerinin ordularıyla beraber Dinyeper önlerinde tam da bu sözü doğrulamak üzere. Ve eğer başarırlarsa, bütün dünya halklarına muazzam bir moral, dünya devrimine eşsiz bir itilim verecekler.

Bir tarafta Banderacı faşistlerin, öte tarafta kızıl bayraklı Babuşkanın olduğu bir savaşta “tarafsız” kalmak, bir sosyalist için sadece akıl kaybı anlamına gelmez, daha kötüsü ruh kaybının belirtisidir.

Deniz Karadeniz