Türkiye ve Kürdistan'da değişim çok hızlı. Sınıf mücadelesi dinamikleri çok hareketli. Değişen durumu sıkça ele almak, savaşan proletaryanın ve emekçilerin önünü aydınlatmak, güncel devrimci sınıf mücadelesinin bir gereksinimidir. Devrimci durum ve devrimin güncelliği koşullarında politik durum, ani hızlı ve sert biçimde değişir. Yeni koşulları karşılayan sınıf bilinçli partinin politikaları, örgütlenmesi ve mücadelesi açısından da, değişen durum karşısında kayıtsız kalmamak için yeni koşulları, durum ve ortamı güncellediği için de tahlil etmek gerekiyor.

Değişimi ortaya koymak için somut durumu soyutluk içinde değil, kendi somutluğu içinde tahlil etmek yani olguları kendi gelişimi içinde değerlendirmek yerine, somut tahlilin yerine boş laf konuyor. Sonuç, ortaya bolca laf yığını çıkıyor. Ezilen ve sömürülen kitlelerin zengin sosyal pratiği var. Deneyimler bakımından da aynı durumda. Ama düşünce yeteneksizleri fikir fukaraları pratikte olanlardan teorik sonuçlar çıkaramıyorlar. Yeni bir şey söylemiyorlar. Sayfalarca şey söylüyorlar fakat eskiyi tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ara sıra dikkat çeken şeyleri söylüyorlarsa onları da Mücadele Birliği’nden alıyorlar. Ama toplumun karşısında bir şeyler biliyorlar pozları takınmadan da geri durmuyorlar. Ancak unuttukları bir şey var: Kendinize ait olmayan görüşlerle toplumun karşısında bir konum elde edemezsiniz.

Somut durumun, kendi somutluğu içinde tahlili her şeyden önce, şunları içermelidir: Karşıtların mücadelesinin, karşılıklı ilişkisinin ve karşılıklı etkileşiminin o andaki, yani güncel durumuyla; gelişmenin yönü ana çizgileriyle ortaya konmalıdır. Lenin’in 1917 Şubat Devrimi sonrası -daha doğrusu devrimin yarattığı- yeni durumu değerlendirdiği “Uzaktan Mektuplar”da doğru diyalektiğin etkileyici kullanışını bize gösteriyor. Değişen sınıflar ilişkisinin somut, dinamik, derinlikli, kapsamlı tahlilini mücadelenin bütün canlılığı içinde veriyor. Devrimden uzakta, ama isabetli tespitler yapıyor. Uzaktan Mektuplar birer marksist tahlil şaheseridir. Lenin, büyük bir devrimcidir. Devrimci diyalektiği ustaca kullanıyor. O günkü koşullar değişti elbette. Çünkü her dönem tarihseldir. Fakat, Lenin’in tahlil yöntemi, bugün de tüm önemini koruyor.

Teori, gerçeği ne kadar derinden kavrar, değişen durumu ne denli doğru olarak yansıtırsa, emekçi hareketinin önünü o kadar aydınlatmış olur. Kitleler içinde hareket ettikleri güncel koşullar ve somut durum hakkında tam bir bilinç berraklığına sahip olur. İçinde olduğu koşulları değiştirmek için el yordamıyla değil, bilinçli olarak davranır. Küçük burjuva sol hareketlerin elindeyse, böyle bir teori yok. Günlük olarak yaşanan sayısız olayın temeline kadar inemedikleri için, olayların bu denli yoğun, yaygın ve genellik kazanmasını ve onlara yön veren gelişmeleri de anlayamıyorlar. Sonuç olarak, reformist hareketlerin hiçbiri, ama kesinlikle hiçbiri, devrimci kitle hareketine yeni bir itiş verecek bir görüş, politika ve taktik ortaya koyamıyor.

Devrimci sınıfın, yani işçi sınıfının devrimci konumundan hareket etmeyenler, bu konumun getirdiği bir görev olarak toplumu devrimci tarzda değiştirmeyi, bugün güncel bir görev olarak önlerine koymayanlar, yeni bir şey söyleyemezler, toplumun köklü dönüşümüne önderlik edemezler. Devrimle iktidarın ele geçirilmesini ve iktidara ve emekçi kitlelerin devrimci inisiyatifine dayanarak toplumu yeni baştan örgütlemeyi bugünden önlerine koymadıkları için, geriye reformlar için verilen mücadeleyle emekçi hareketini oyalamak kalıyor. Reformizmin anlamı, ezen ve sömürücü sınıfın, kendi iktidarını güvenceye alacak şekilde emekçi sınıfa, kendisine karşı gelişen isyanını bastıracak biçimde ödünler vermesidir. Reformları amaç haline getiren reformizm, egemen sınıfın egemenliğini ve çıkarlarını riske atmayacak şekilde ezen sınıfın kabul edebileceği sınırlar içinde hareket eder.

Uzlaşmacı siyasi hareketlerin, işçi sendikalarının ve demokratik meslek örgütlerinin, iktidara karşı muhalefetin yanında yer almaları, bu çerçevede anlaşılmalıdır. Gerçek şu ki, siyasi iktidar ve onun muhalefeti, hepsi düzen güçlerini oluşturuyor. Düzen güçlerinin görevi, burjuvazinin sınıf egemenliğinin ve kapitalist sınıf düzeninin sürmesini sağlamaktır. Burjuvazinin sınıf egemenliği, iktidara ve muhalefete dayanır. Ama muhalefetin saflarında yer alanlar ve onların bir parçası olan reformist hareketler, muhalefetin, burjuvazinin tekelci sermayenin diktatörlüğünün bir ayağı bir gücü olduğunun üstünü örtme çabasındalar. Ama boş bir çaba. Muhalefetin burjuva sınıf karakteri ve gerici yapısı o kadar belirgin ki, bu gerçeği hiçbir biçimde örtemezsiniz.

Uzlaşmacı siyasetler, muhalefetin gerçek durumunu emekçilerden gizlemek için, buna uygun ifadeler kullanıyorlar. Mesela sol deyince sosyalistler ve öteki sol olarak CHP’yi görüyorlar. Ya da kendilerinin de içinde yer aldıkları muhalefete, “toplumsal muhalefet” diyorlar veya “Kemalistlerle, cumhuriyetle, laiklerle ittifak” deniyor. Ne güzel bir sınıf tahlili. Bütün bu çaba, burjuvazinin sınıf egemenliğine hizmetten başka bir şey değildir. Muhalefet defalarca siyasi iktidarla gerekirse ortaklık kurabileceğini söylemiştir. Bu doğrudur. Aralarındaki çatışma çıkar çatışmasından başka bir şey değildir ve olamaz.

Peki, sosyal reformistlerle CHP, Kemalistler, Cumhuriyetçiler arasında olan ilişki bir ittifak mıdır? Kesinlikle değil. Olan şey, küçük burjuva sosyalist hareketlerin bir burjuva gücün peşine takılmasıdır. Bu ilişkinin bir “ittifak” olması, ilişkinin özünü değiştirmez. Tabii bu, küçük burjuva parti ve grupların ezilen ve sömürülenlerin burjuvazinin sınıf egemenliğine karşı, devrimci isyanları saptırma çabasından başka bir şey değildir. Burjuva güçlerle kurulan bu ilişkide Engels’in ifadesini kullanacak olursak, evet bu ilişkilerde okka altına gidecek olan işçi sınıfıdır.

Yeni bir şey söyleyemeyenler, geçmişe sığınıyor. Oysa ondokuzuncu yüzyıldan bu yana toplumsal devrimler sırrını geçmişten değil, gelecekten alır. İnsanlığın tarihteki uzun yürüyüşü, daha iyi bir geleceğe doğrudur. Yeni, daha iyi ve daha ileri bir topluma doğrudur. İşçi sınıfının bu topraklarda verdiği mücadele Halk Demokrasisi ve sosyalizm hedeflidir. Mücadelemiz Halk Cumhuriyeti ve Sosyalizmin inşası içindir. Geriye, burjuva cumhuriyetine değil. Marx’ın 18 Brumaire’de tanımladığı gibi, burjuva cumhuriyeti burjuvazinin egemenliğinin özgün siyasal biçimidir. Siyasal biçimi belirleyen onun toplumsal (sınıfsal) içeriğidir. Bu içerik burjuvadır. Göz ardı edilen bir gerçek var: O da, burjuva egemenliğinin dinin egemenliğini de içerdiğidir. Dini gericilik, burjuva cumhuriyetin içinde varlığını sürdürdü. Burjuva cumhuriyeti bu gerçeğin dışında düşünmek, gerçeğin kendisine aykırıdır. Yönetici burjuva sınıf toplumu yönetirken dine de dayanır. Dolaysıyla burjuva laiklik dini de kapsar. Komünist proletarya, bu konuda daha ileri şeyler söyler. İleriye gideceklerine geri giderler. Aslında laiklik, burjuva cumhuriyeti savunuşuyla bize, bu sömürü ve baskı toplumunu kabul ettirmek istiyorlar. Amaçları, emekçi sınıfın devrim kavgasını bozguna uğratmaktır.

“Proletaryanın Burjuva Cumhuriyetinin bağrında, kendi konumundaki en ufak bir iyileşmenin bir ütopyadan ibaret olduğuna, böylece bir ütopyanın peşinde koşmanın bir cinayet olduğuna inanması için bozguna uğraması gerekiyordu.”(Marx)

1848 devrimini inceleyen Marx bu değerlendirmeyi yapıyordu. 1970’lerde ve öncesinde TİP, TKP ve MDD bu anlayışa sahip olduğu için, yani burjuvaziyle bağını koparmadığı, geçmişle köklü bir kopuşa gidemediği için, daha sonraki yıllarda başka biçimde bozguna uğradı.

Gericilik denince, yalnızca dini gericilik anlaşılıyor. Böylece burjuva gericiliğin üstünden atlanıyor. Burjuva gericilik dini gericiliği de içerir. Dikkatleri burjuvazinin üzerinden başka yöne çekmek, emekçi halkın mücadelesini saptırmaktır. Din, artık politiktir ve din politikasının misyonu sömürü ve tahakküm sistemini devam ettirmektir. Dinin devindirici gücü laf değil, toplumsal durumdur. Devrim, her zaman, egemen olana karşı verilir. Egemen olan kapitalist üretim tarzıdır, kapitalist sınıftır. Dolaysıyla, devrim burjuva sistemi, burjuvazinin bütünlüğünü, iktidar ve muhalefet güçlerini, kısacası tüm düzen güçlerini karşısına alır.

Reformist hareketler, statükoyu dönüştüreceklerine, statükonun bir gücünün iktidarını devirip, yerine statükonun başka bir gücünü koymayı hedefliyorlar. Bu şekilde statükoya karşı arpa boyu bile mesafe alınmaz. Burjuvaziyle kopuşu gerçekleştiremeyenler, statükoyu dönüştüremezler. Statükoyu ancak, devrimci işçi sınıfı dönüştürebilir. Devrimci işçi sınıfı hareketinin ve devrimci işçiler partisinin statüko karşısındaki tavrı pratik, eleştirel ve devrimcidir. Proleter sınıfın bağımsız sınıf politikası, statükonun bir gücüne karşı mücadele ederken, diğer gücünün yanında yer almak, emekçi sınıfın kurtuluş amacını koparılacak birkaç tavize feda etmek değildir; proletaryanın bağımsız sınıf politikası bu değildir, kesinlikle bu değildir. Proletaryanın devrimci ve bağımsız sınıf politikası statükonun kendisini dönüştürmek, köhnemiş toplumun yerine yeni ve yüksek bir toplumu koymaktır.

Uzlaşmacı küçük burjuva hareketler, statükonun bir politik gücünü (muhalefeti) desteklerken, inandırıcı olmak adına bir gerekçe getiriyorlar: “tek adam rejimi”. Bunu bıktırıcı biçimde tekrarlıyorlar. Dolayısıyla burjuva parlamenter sistemi savunmuş oluyorlar. O parlamento ki, bugüne kadar devrimcilerin idam edilmesini, ağır hapis cezaları almasını; sokakta, dağda katledilmesini, kadın katliamlarını savunmuş ve kararlar vermiş ve sınırsız baskı yasası çıkarmıştır. Bu kurumu savunmak, lafta da olsa, emekçi kitleler adına davrananlara düşmez. İşçi sınıfı, işçi-emekçi komite-konseyleri (meclisleri) için, devrimin temel hedefleri için mücadele eder.

Kaldı ki, “tek adam rejimine” karşı parlamenter yapıyı savunanlar, tekelci kapitalizmi ve tekelci sermayenin sınıf egemenliğini hiç mi hiç kavrayamamışlar. Tekeller, emperyalizmle işbirliği içinde, tüm ekonomik ve siyasi gücü elinde merkezileştirdi. Sahip oldukları maddi servete dayanarak, siyasi gücü de kendilerinde topluyorlar. Yani bu koşullarda siyasi kurumlar da merkezileştirildi. Bu ilişki parlamenter yapı altında da vardır. Tekeller açısından durum değişmez. “Tek adam rejimi”ne sınırlı eleştiriler yapan muhalefet iktidara geldiğinde de, aynı merkezileşme devam eder. O halde asıl mesele tekellerin ekonomik ve politik gücünü ortadan kaldırmak, kapitalist özel mülkiyet düzenini yıkmaktır. Mesele yalnızca burjuvazinin dar politik yapısını yok etmek değildir. Çünkü kapitalist ekonomik biçim sürdükçe, o politik yapı mutlaka yeniden oluşur. O halde temel görev kapitalist toplumun kendi dar toplumsal yapısını yıkmaktır. Bu ise, toplumsal devrim demektir.

C.Dağlı