Türkiye tekelci kapitalizmin içinde bulunduğu genel bunalım derinleşiyor. Burjuva toplumsal düzen, tam bir yıkımla karşı karşıya. Diğer bir ifadeyle aileden devlete kadar burjuva toplum, kurumsal olarak, kendisini bir arada tutan tüm dikişlerinden sökülüyor. Kapitalizmin, onu yıkıma götüren genel bunalımının boyutu ve sonuçları, ortaya çıkan tüm verilere rağmen anlaşılabilmiş değil.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, burjuva toplumun ekonomik-politik bunalımı, reformist-oportünist çevrelerin yazıp-çizdiği gibi hükümet politikalarının yada dışsal müdahalenin sonucu değildir. Yürütülen politika ya da dışardan müdahale, kapitalizmin bağrında gelişen krizi derinleştirir; yıkımı hızlandırıcı bir rol oynar. Bu doğru ama, nihayetinde etki gücü sınırlıdır. Eninde sonunda, kapitalist ekonominin gelişim yasalarına boyun eğmek zorundadırlar. Eğer böyle olmasaydı, her şey burjuvazi için ne kadar da kolay olurdu! Ama öyle olmadığını yaşayarak görüyoruz.

Tarihsel gelişim de bunu doğruluyor. Ekonomik kriz dönemlerinde, eskisinin yerini alan her yeni hükümet, çeşitli politik manevralarla yasalar ve yönergelerle krizi -görünürde- aştığını iddia ediyor; fakat bir süre sonra daha şiddetli ve yıkıcı krizlerle başetmek zorunda kalıyor. Burjuvazinin politik manevraları ekonomik krizi engelleyemiyor; ekonomik krizler, burjuva politikayı işlevsizleştiriyor.

Reformist-oportünist çevrelerin, her bunalım döneminde, burjuvaziye önerdiği "reçeteler" bu nedenle işe yaramaz, burjuva toplumun yıkımını engelleyemez; ötelenen her kriz, daha yıkıcı olarak tekrar ortaya çıkar. Çünkü burjuva toplumsal düzen, krizli bir düzendir, kendi yıkımının koşullarını kendi içinde taşır. Tarihin akışı engellenemeyeceği gibi, bu düzenin yıkımı da engellenemez. Bu çevrelerin böylesi “alimane” reçeteler önermesinin iki nedeninden birine yukarıda değindik. Ekonomik kriz ve çöküşün, şu veya bu hükümetin politikalarından kaynaklandığı sanısı yaratarak, sorunu yalnızca hükümet-politika sorununa indirgiyorlar. Dolayısıyla hükümette ya da hükümetin politikalarındaki reformlar krize çare olarak sunuluyor. İkincisi ve önemli olanı, bu çevrelerin, burjuvazinin olmadığı bir dünyayı hayal dahi edemeyecek bir konumda olmalarıdır. Ufukları burjuva toplumun sınırlarının ötesine geçmeyenlerin çözümleri de burjuva toplumun sınırlarını aşamaz. Şunu net olarak söyleyebiliriz: burjuva toplumsal düzenin yıkımı, bu çevrelerce bir felaket olarak görülüyor. Bu nedenle, felaketten kurtuluş reçeteleri hazırlayıp duruyorlar. Oysa, burjuva toplumsal düzenin yerle bir edilmesi, proletarya için, tarihin onu yükümlü kıldığı görev ve biricik kurtuluşudur. Kapitalizmin genel bunalımı, bu kurtuluşun koşullarını hazırlıyor. Proletarya, krizlerden reformlar değil, bir devrim çıkarır. Çünkü “devrim, bir kriz sonrası ortaya çıkması muhtemel bir eylemdir.”

Rosa Luxemburg, 1905 Devrimi’ni irdelerken, doğru veya yanılgılı birçok şeyin yanında, çarlığın içinde bulunduğu ekonomik krizin, devrim üzerindeki etkilerini vurgular. “Dolaysız ekonomik öğeyi (bunalımlar vb.), savaşta düşman savunmasında, birliklerin bir saldırıya geçmesini ve kesin (stratejik) bir başarı ya da en azından stratejik çizgi yönünde önemli bir başarı kazanmasını olanaklı duruma getirmek için yeterli bir gedik açan sahra topçusu”na benzetir. Kapitalist ekonominin bunalımları, burjuvazinin tahkimatını, hiç olmadığı kadar zayıflatan bir rol oynar. Proletarya için, bu tahkimatı havaya uçurmak hiç olmadığı kadar olanaklı hale gelir. Sadece bizde değil, bütün dünyada burjuva egemenliğin yaşadığı genel bunalım, proletaryanın zaferine giden yolu döşüyor.

Türkiye tekelci kapitalizminin de bir halkası olduğu, dünya emperyalist-kapitalist sisteminin genel bunalımı, geçici-istikrarsız değil, aksine sürekli ve kronik bir gerçeklik haline geldi; burjuvaziye, önceden olduğu gibi elindeki enstrümanları kullanıp -en azından bir süre için- toparlanma imkanı tanımayacak kadar kesintisiz ve şiddetli seyrediyor. Dolayısıyla, burjuvazi küresel çapta yıkımını getiren sorunlar karşısında inisiyatifi yitiriyor. Eğer illa da bir egemenlikten bahsetmek gerekiyorsa, bu burjuvazinin “egemen olamama” durumu olabilir.

İnsiyatifini kaybeden her egemenlik, karşısında mutlaka yeni bir egemenlik iddiası bulur. Belki her bunalım döneminde yeni olan, eskinin yerini alamaz ama bu dönüşümü mutlaka gündeme getirir. Sonuçta, ne olursa olsun, toplumu atomlarına kadar çözüştüren, tarihsel inisiyatifi yitirmiş burjuva egemenlik, yerini, toplumu yeniden ve yeni bir tarzda örgütleyecek olan proletaryanın egemenliğine bırakmak zorunda kalır. Ancak bu süreç, kendiliğinden gerçekleşmez; maddi koşulların sürükleyici rüzgarını ardına alan proletaryanın bilinçli müdahalesi gerekir. Bu, tarihsel bir müdahaledir, çünkü tarihte bir çağı kapatır, yeni bir çağ başlatır. Ekonomik öğe, bu müdahalenin sürükleyici gücü, maddi temelidir.

Genel bunalım dönemleri, şüphesiz, devrimin özneleri için devrimi gerçek bir olasılık haline getirir. Böylesi dönemlerde, her gün toplumun bir başka kesimi politik yaşama uyanır. Krizler, devrimin ihtiyaç duyduğu maddi gücü, kitle gücünü bir araya getirir. Bu güç, asıl olarak değişimin gerektiğine düşünsel çabayla ikna olan daha dar kitleden değil, onları açlığa ve sefalete mahkum eden toplumsal düzenin tamamen değişmesi için her an harekete geçmeye hazır, toplumun en geniş kesiminden gelir. Devrim, bu kitlelerin eseri olacaktır. Dolayısıyla, burjuva toplumsal düzenin bunalımları devrimin maddi koşullarını olgunlaştırırken aynı zamanda devrimin öznelerini de tahkim eder.

Türkiye tekelci kapitalizminin içinde bulunduğu gerçek durum budur, aşağısı değil. Ekonomik kriz, çok kısa sürede milyonlarca insanı açlığa sürükledi, varolan sefaleti derinleştirdi. Öyle ki 2018 Ağustos’u ile 2019 başı arasında, resmi rakamlarla işsizlik 3 milyon kişiden 4 milyon kişiye çıktı. Gerçek rakamlar çok daha fazla elbette. (Bir rapora göre 7 milyonun üzerinde!) Yine krize bağlı intihar oranları had safhada. Hırsızlık, gasp, yağma gibi suçlarda tam bir patlama yaşanıyor. Burjuva düzene, tam bir düzensizlik hakim. Hangi alana bakarsanız bakın, kan, gözyaşı ve açlıktan başka bir şey göremezsiniz, burjuvazinin insanlığa verebileceği başka bir şey kalmadı. İşte reformist-oportünist çevreler, böylesi bir süreçte, neresinden tutsanız elinizde kalacak olan burjuva düzenin, sağını solunu yamamak için çözüm reçeteleri sunuyorlar. Bununla kime hizmet ediyorlar? Burjuvaziye mi yoksa proletaryaya mı? Kesinlikle birincisine!

Hepsi bu kadar değil. Kriz açlığa ve yoksulluğa mahkum edilen kitlelerde, proletaryada devrimci bir etki yaratıyor. Maddi koşullara olan öfke, toplumsal düzenin köklü bir değişimi için devrimci sınıf tepkisi doğuruyor. Bir inşaat işçisinin “bu düzen artık değişmeli” haykırışı, proletaryanın ortak tepkisidir. İfade tarzı özsel değil, biçimsel bir farktır. İrili-ufaklı patlak veren yüzlerce grevde, proletaryanın güçlü dayanışma duyguları gelişiyor. Bundan sonra, proletaryanın, tarihin en devrimci sınıfı olarak, devrimci kitle hareketine kendi karakterini vereceğini göreceğiz.

Leninist parti, proletarya ve emekçilerin önüne güçlü bir devrim stratejisi koyuyor. Leninist parti önderliğinde bu stratejinin, en geniş kitlelerde karşılık bulacağı bir döneme giriyoruz. Tıpkı Engels’in, kapitalizmin bunalımını coşkuyla karşıladığı gibi karşılayacağız bu dönemi: “Bizim zamanımız yaklaşıyor -bu sefer tam anlamıyla geliyor: Bir ölüm-kalım meselesi.” Şimdi sıra bizde!

Baran Deniz