< < Devrimci Politika İçin Koşulların Bilinci

Politika, “toplumsal düzen ile ilgili olan” anlamına gelir. Toplumsal düzen, toplumsal yaşayış ile ilgili her şey politikanın içine girer. “Ben politika yapmıyorum” diyen biri bile toplumsal yaşayış içinde kurduğu ilişki ve bağları verili halleriyle kabul ederek, var olan toplumsal düzenin devam etmesi yönünde, egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda hareket etmiş olur. Kişi kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda hareket etmiyor ise, başka sınıfların çıkarına hareket ediyor demektir.

Toplumsal düzen, bütün toplumsal sistemlerde, altyapı ve üstyapı ilişkilerinin bütününden oluşur. Bu bütün içindeki alt yapı, toplumsal düzenin biçimini verir. Bir toplumsal sistemin adını koymak için, önce maddi malların nasıl üretildiğine ve üretim içinde kurdukları ilişkilere bakarız. İnsanların maddi üretim sistemi içindeki belirli ilişki ve bağları, o sistemin üretim ilişkilerini oluşturur. Üretim ilişkilerinin karakteri, üretim araçlarının kimin mülkiyetinde olduğuna bağlıdır.

Toplumsal yaşamın üretim biçimi, son tahlilde toplumsal düzenin belirleyicisidir. Üst yapı alt yapıya göre şekillenir. Ama bu üst yapının tamamen edilgen olduğu anlamına gelmez. Üst yapı kurumları da alt yapı üzerinde, gelişme sürecini hızlandırıcı ya da yavaşlatıcı bir etkide bulunur.

Kapitalist üretim biçiminde, toplumsal düzen kapitalist üretim ilişkilerince belirlenir. Bu üretim biçiminde üretim araçlarının sahibi kapitalist sınıftır. Dolayısıyla, bu toplumsal sistemin bütün üst yapı kurumları (hukuk, eğitim, sanat, kültür, din, vs.) bir bütün olarak devlet, kapitalist sınıfın hizmetinde, onun çıkarına göre hareket eder. Üretim araçlarının sahibi olan kapitalist sınıf, bir bütün olarak, bu toplumsal sistemi nasıl yöneticisidir.

Bütün bunlara neden tekrar tekrar vurgu yapıyoruz? Kapitalist toplumsal sistemi yıkmak ve yerine kendi toplumsal sistemi olan sosyalizmi kurmak zorunda olan işçi sınıfı ve emekçiler, reformizme, oportinizme ve hayalciliğe düşmeden kendi iktidarını sağlayacak devrimci bir politika izlemeliler. Bu politika için de toplumsal gelişmenin yasalarını, bütün ilişki ve olayların altında yatan sınıf çıkarlarını ve çatışmalarını, bilimsel olarak görmeli, bu açıdan kendini diyalektik tarihsel materyalizm ile eğitmelidirler. Lenin'in ve tarihsel gelişmelerin tümünün altını çizdiği gibi, diyalektik tarihsel materyalizm tek bilimsel tarih anlayışıdır.

Bu anlayış, işçi sınıfına kapitalist sınıfın ya da küçük burjuvazinin çıkarlarının peşinden değil, kendi bağımsız sınıf çıkarlarının peşinden gitmeyi ve savaşını kendi iktidarını kurma doğrultusunda yürütmeyi öğretecektir. Örneğin, kapitalist devletlerde, toplumsal sistemin asıl yönetenleri hiç bir zaman sahnede görünen şahsiyetler ya da hükümetler değildir. 2. Dünya savaşının tüm günahlarının keçisi yapılan Hitlerin bu savaşın asıl yürütücüsü olan Alman tekellerinin ve dünya tekellerinin bir figüranı olması gibi.

“İnsanlar, ahlaki, dini, politik ve sosyal demeçlerin, bildirgelerin ve vaatlerin arkasında şu ya da bu sınıfın çıkarlarını görmeyi öğrenmedikçe, politikada oldum olası başkalarının ve kendilerinin aldatılmış safdil kurbanları olmuşlar ve olacaklardır.” (Lenin, sf. 89, Ütopik ve Bilimsel Sos.)

İşçi sınıfı ve emekçiler, etraflarında olup bitene bakarken, bütün olayların ve çatışmaların altında yatan sınıfsal çıkar ve çatışmaları görebildiğinde, burjuva sınıfın, reformizmin ve oportünizmin tüm çarpıtma-saptırma çabalarına rağmen, kendi bağımsız devrimci sınıf politikasını ortaya koymakta zorlanmayacaktır.

Üretim ilişkilerinin, sermayenin gerçek tarihi gelişimini, bu gün ulaştığı düzeyi, ilişki ve faaliyetlerini bilmek, politik gelişmeleri doğru yorumlamanın da temelidir. Her ne kadar kendini perde arkasında saklamaya, işçi sınıfı ve emekçilerin hedef tahtasının uzağında durmaya çalışsa da, kapitalist devletlerin ve hükümetlerin bütün ekonomik ve siyasi kararlarının ardında belli kapitalist tekellerin grift çıkarları vardır. Bizim ekonomik hayatımız da, dünya kapitalist ekonomisinin bir parçası olarak, uluslararası tekellerin ve onların işbirlikçisi tekellerin çıkarlarının bir arenasıdır. Bu nedenle, her ulusal mesele aynı zamanda uluslararası bir yön vardır. Bu temel ilişkiler çerçevesinde ele alındığında örneğin “bizim Avarel” de, ona atfedilen “her şey” ibaresine karşın, işbirlikçi sermaye sınıfının basit bir figüranından başka bir şey değildir. Bir şekilde işi yaver gitmiş, elini bal küpüne daldırmış ve o balı mideye indirmekten başka hiçbir ulvi amacı ve de çapı olmayan bir figüran. Onu oraya getiren ve orada tutan asıl yönetici sınıf, bu durumdan fayda sağladığı sürece onu orda tutmaya devam edecek, tersi durumda ise gerekeni yapacaktır.

Bu ve benzer sonuçlara, alt yapı ilişkilerine, sermayenin grift çıkarlarının seyrine, sınıf savaşının karşılıklı ilişki ve sonuçlarına bakarak varıyoruz. Bu bağlamda, Taylan Işık'ın “Türkiye Tekelci Kapitalizmin Yapısal Bunalımı” eseri, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da, işçi sınıfının devrimci politikasına büyük bir katkıdır. Bugünün güncel tarihi açısından C. Dağlı'nın Yeni Evre, Setenay Berdan'ın Yeni Evrenin Devrimleri eserleri, kendi sınıfsal çıkarları için devrimci politika yapmak isteyen her işçi ve emekçinin bilincini, diyalektik tarihsel materyalizmin güncel belirlemeleriyle layıkıyla donatacak, her fabrikaya, her okula, her işçi ve emekçinin evine girmesi gereken, özümsenmesi gereken eserlerdir.

 

İki Kitap Bir Tekel

Olguları gerçek halleriyle incelemeye çalışan, bu konuda bilimsel esaslara riayet eden araştırmacılar, doğal olarak, gerçeklik zemininde hareket ettikleri sürece inceledikleri konularda birbirlerini destekleyen sonuçlara ulaşıyor ve bu açıdan Marksist yazını destekliyorlar.

Türkiye’de tekelci kapitalizmin gelişmesi ve yakın dönemine ilişkin olarak, iki ayrı yazar: biri ekonomik araştırma konusu, diğeri ise bir roman olarak, Türkiye'nin en büyük işbirlikçi tekeli konumunda bulunan “Koç” tekelinin dünü ve yakın tarihini, ekonomik ve siyasi hayat üzerindeki etkilerini birbirine paralel bir seyir halinde ortaya koyuyorlar. İşçi sınıfı ve emekçiler, hasmı olarak kapitalist ekonominin ve toplumsal düzenin asıl yöneticilerini, onların ilişki ve bağlarını, uyguladıkları politikaları tanımalı, bilincine varmalıdır. Bu açıdan “Koç” tekeli üzerinde bir inceleme niteliğinde olan bu iki kitap da dikkate değerler.

İlk kitabımız Gürsal Şenalp'in 2011 yılında doktora tezi olarak sunduğu “Ulus Ötesi Kapitalist Sınıf Oluşumu / Türkiye ve Koç örneği” kitabı.

Kitabın I. Bölümü, uluslararası tekellerin dünya faaliyetlerini, uluslararası sermayenin açık ve gizli birlik ve gruplarını (Bilderberg, Üçlü Komisyon, WTO, DB vs) inceliyor.

Kitabın II. bölümü ise uluslararası tekellerle işbirliği 1920'lere kadar dayanan, son yıllarda ise birleşme ve satın almalarla, dünya pazarlarında boy göstermeye çalışan Koç tekelini inceliyor. Gürsal Şenalp haklı olarak, her türlü ıvır zıvır şey hakkında onlarca araştırma kitap bulunurken, Türkiye'nin bu ilk yerli burjuva ve bugünün en büyük işbirlikçi tekeli olan Koç tekeli hakkında bir kaç makale haricinde hiçbir araştırma ve inceleme bulunmayışını hayretle karşılıyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan ekonomik ve siyasi hayatının burjuva cephedeki bu en önemli temsilcisi hakkında her hangi bir kaynak zenginliğinin olmayışı tesadüf değildir. Elbette, kapitalist ekonominin ve devletin asıl yöneticilerinin “yönetiyormuş” gibi perde arkasında, emekçilerin doğrudan hedef menzilinin dışında kalma çabası, burjuva sınıfın klasik bir çabasıdır. Kuklaları oynatan perdede görünür ise oyun rahatça sergilenemez. Bu yüzden kuklacı kendini gizler, kuklalar eskir, bir köşeye atılır, gelir-gider ama kuklacı hep arda kalır.

Gürsal Şenalp, sermaye sınıfının gerçek tarihi konusundaki kaynak kıtlığına bakınca, oldukça ince eleyip sık dokuyarak Vehbi Koç'un bir bakkal dükkanından devasa bir işbirlikçi tekele uzanan tarihini kısmen de olsa ortaya koymayı başarmıştır.

Kapitalizmin henüz gelişme döneminde, serbest rekabetçi döneminde, küçük işletmelerin sömürme becerisi ve kurduğu siyasi ilişkilerle büyüme şansı vardı, ama bu dönem artık bir geçmiş zaman masalı kadar uzakta kaldı. Kapitalizmin tekelci dönemiyle birlikte, küçük işletmelerden devasa tekellere ulaşma dönemi kapandı. Bu gün açısından, küçük işletmelerin büyük tekeller karşısında herhangi bir büyüme şansı yoktur. Aksine bugün küçük burjuvazinin büyük kitlelerle mülksüzleşmesi ve işçi sınıfına dahil olma süreci işliyor.

Bugün açışından bir bakkal dükkanından başlayarak, yönetici sınıfın katına çıkma hayalinin gerçek dışılığını bir kenara bırakırsak, Vehbi Koç'un bakkal dükkanı Osmanlı'nın içinde faaliyette bulunan 96 anonim şirketten biridir. Koçzade Ahmet Vehbi Bey, Osmanlı'ya dayanan ticari geçmişi ve “Koçzade” ünvanıyla daha 1917'lerde Osmanlıda ki ticari sermayenin zayıflığından yakınır. Vehbi Koç, 15 yaşında babasının işletmesinde çalışmaya başlar ve 1926 yılında bu işletmenin başına geçer.

Yeni kurulan cumhuriyetin vekilleriyle, Koçların geçmişe dayalı akrabalık ve ahbaplık ilişkileri onlara büyük bir fırsat sunar. O zamanlar zengin olmak, devletin kasasından faydalanmak için İsmet paşanın karısının terzisi olmak bile yeterken Koç'larda bundan daha fazlası vardır. Devlet eliyle yerli bir burjuva sınıf yaratma çabasının bütün nimetlerinden faydalanır Vehbi Koç.

Henüz 1920'lerin sonunda, Ford'un Ankara temsilciliğinin yanı sıra Standart Oil'in (ki bu şirket 1870'de Rockefeller tarafından kurulduktan sonra ABD'nin petrol rafineri kapasitesinin %88'ine sahip olan, dünyanın ilk büyük tröstüdür. 1911 yılında, 1890 tarihli Sherman Antitröst yasası uyarınca hakkında açılan rekabet şartlarını yok ettiği yönündeki federal dava sonucu, 34 şirkete bölündü. Bunlar arasında yer alan Exxon ve Mobil daha sonra birleşerek, halen dünyanın en büyük petrol şirketi olan Exxon Mobili oluşturmuştur) Ankara temsilciliğini alıyor. 1927'de Ankara Ticaret Odası başkanı olan Koç, Ankara belediye meclisinde CHP il yönetim kurulu üyeliğiyle de, henüz yeni kurulmuş devletin tüm inşaat malzemeleri ve inşaat işlerinin sahibi oluyor. Ankara demir yolları Ankara Numune, Cebeci Çocuk Doğum Hastanesi onların eliyle yapılıyor. Vehbi Koç, önlenemez ve tüm devlet erkanınca teşvik edilen bir hızla tüccar sermayesini, hem devletin kaynakları hem de tekellerin işbirliğiyle, sanayi sermayesine çevirme sürecine giriyor.

“1946'da ilk ABD yolculuğum, tüccarlıktan çıkıp sanayiciliğe girmenin başlangıcı oldu. 2. gidişimde ampul fabrikası kurma kararı aldım. Memlekette ABD sermayesi ile ilk ortak fabrika böyle kuruldu. General Electric kazandı, biz kazandık.” (Vehbi Koç)

  1. Dünya savaşı sonrası General Electric, US Ruber, Oliver, Burraughs gibi Uluslar arası tekellerin temsilciliğini alıyor. 1965-1975 yılları, Türkiye'de sanayi kapitalizmin dayanıklı tüketim malları ve otomotiv sanayisi alanındaki üretim ile geliştirmeye çalışıldığı sanayi üretiminde bir atılım dönemidir. Taylan Işık, “Türkiye'de Kapitalizmin Yapısal Bunalımı” adlı önemli kitabında, bu dönemi bir bütün olarak tüm ayrıntılarıyla anlatır. Gürsal Şenalp de bu yılları Koç örneği özgülünde ele alıyor. 1969 yılında Fortune Dergisinden (370. sy) yapılan şu alıntı dikkate değer.

“Tanınmış Amerikan firmalarının çoğu, meçhulümüz olan Türkiye'de 64'lük Vehbi Koç ile ortaklıklar tahsis etmişlerdir. General Electric, Türkiye’de elektrik imali gerekçesiyle işbirliği yaptı ve halen Türkiye’de ampul piyasasının %80'ine hakim bulunuyor. Ford Türkiye'de kamyon montajı, Burroughs ise karbon kağıdı ve daktilo imalatı için kendilerine lisans vermişlerdir. Vehbi Koç, diğer taraftan US Ruber firmasının kurduğu bir lastik fabrikasının idare meclis reisidir. Koç Türkiye'nin en büyük özel teşebbüsünü, 33 milyon doları aşan 31 teşebbüsü ihtiva eden bir holdingi idare etmektedir. Bu müesseseler, şu ya da bu şekilde 100 Avrupa ve Amerika firmasını temsil etmektedir.”

Kurulduğu andan itibaren, yönünü, kapitalist bir ekonomi, burjuva egemen sınıf yaratma doğrultusunda çizen devlet, Koç'un gelişiminde bu çabasının sonucunu alır. Burjuva sınıfı, işçi sınıfı ve emekçi sınıfların hayatından çaldıklarıyla besler, büyütür ve onun sadık bir hizmetkarı olarak, ipleri tamamen kuklacısının eline teslim eder. Koç, bu kapitalist toplumsal düzenin en önemli yöneticilerinden biri olarak öne çıkar.

2010 yılına gelindiğinde, Koç Holdingin stratejik pozisyonu şöyledir;

 

Enerji –    Tüpraş                        -Rafinajda toplam tüketimin %65'i

                 OPET

                 Aygaz                         -LPG dağıtımında 1.

                 Mogaz                        -Akaryakıt dağıtımında 3. (yüzde 17)

                 Entek – Eltek             

                 Aygaz –Doğalgaz       -Avrupanın 7. büyük rafinerisi

                 Akpa Demir                -Avrupanın 5. büyük LPG şirketi

                 Export

 

Otomotiv – Ford                         -Otomotiv üretiminde 1. (%52)

                    Otosan                     -ihracatın %50'si

                    TürkTraktör             -%13 pazar payı

                    OtoKar                    -Binek otoda %20

                    OtoKoç                    -Ticari araçlarda 1 (%48)

                                                    -Traktörde 1. (%52)

 

Dayanıklı Tüketim Malları-         Arçelik            -Beyaz eşya, klima ve tv'de lider

                                                    Grunding       

                                                    Arçelik LG     -Avrupanın 3. büyük eşya üreticisi

                                                    Arctic

                                                    Blomberg        -İngiltere’de 2. büyük pazar payına sahip

                                                    Elektrobregenz          

 

Finans -    Yapı Kredi Bankası                            -bankacılıkta 4. sırada

                 Yapı Kredi Sigorta                            

                 Yapı Kredi Leasing                            -kredi kartlarında 1.

                 Yapı Kredi Koray                              

                            Yatırım                                    -factoringde 1.

                            Factoring                               

                            Portföy Yönetimi                    -finans kiralama 2.

                 Koç Finans

                 Unicedit Menkul Değerler                

 

 

Diğer sektörler; Koçtaş, Tat, Düzey, Divan, Mares Palmira, Sentur, RML, Demir Export, Bilcan, Yapı marketçiliğinde lider, domates ürünlerinde birinci, marina işletmeciliği birinci, turizm ve bilgi teknolojilerinde lider, B&O, Kagome-Sumitama, Koneka Seeds, Carlyle Grup...

 

*Bu tablo Koç Holdingin 2010-2011 yılı faaliyet raporundan alıntıdır.

 

Koçların 1920'lere dayanan uluslararası tekellerle işbirlikleri ve hisse senetli ortaklıkları, enerji, otomotiv, dayanıklı tüketim malları, finans ve gıda sektörlerindeki şirketleriyle, uluslararası tekellerin, dünyanın sayılı burjuva sınıf temsilcilerinin çağrıldığı toplantılara davet edilen, dünyanın dev tekellerinin Türkiye şubesi rolünü yerine getiren, işbirlikçiliğin hakkını veren sayılı tekellerden olduğunu görüyoruz. Bunun çarpıcı bir örneğini, bu tekellerin yönetim kurulu bileşenlerine bakınca da görüyoruz. 2009'dan beri Koç Holdingin yönetim kurulunda bulunan Peter D Stherland, Koç'un hem hissedarı hem yöneticisidir. Bu kişi,

-DTÖ'nün kurucusudur

-BW Grup limited yöneticisi

-BP Başkanı (1997-2009)

-Alianz yönetim kurulu üyesi

-Goldman Sacha International Başkanı

-Investar AB yönetim kurulu üyesi

-Royal Bank of Scatland yönetim kurulu üyesi (2001-2006)

 

2010-2011 yılı verileriyle bu şirketlerin büyük kısmında halen hissedar ve yönetici olan Sutherland ve Sutherland gibi pek çok yönetim kurulu üyesinin uluslararası tekellerin sahibi ve temsilcisi niteliği, bu yönetim kurulu manzaraları, Türkiye’deki işbirlikçi sermaye gruplarının, dünya tekellerinin Türkiye şubeleri olma rollerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bu tablo, Şenalp'in özelleştirmelerde, hangi tekellere nelerin gittiğini büyük ihaleleri kimlerin aldığının bilançosuyla tamamlanıyor.

Burjuva sınıf içinde, bir sürü kavga dövüş arasında palazlanan, rantiyeden, inşattan, devlet ihalelerinden kazanç sağlayan yeni zengin bir grup türese de olan şu ki, asıl büyük tekel grupları, uluslararası sermayeyle işbirliği halinde en büyük ve en önemli parçaları sessiz sedasız cebe indirmiş, kalan kırıntılar da bu yeni türedi bürokrat zenginlerin payına düşmüş durumda. İşçi sınıfı ve emekçilerin payına düşen sömürü o kadar yüksek ki bu kırıntılar bile, herhangi bir emekçinin hayalini dahi kuramadığı destelerle ayakkabı kutularını, odaları dolduruyor.

Gürsal Şenalp'in incelemesi 2011 yılında bitiyor. Aradan geçen 7 senede dünya kapitalist üretim düzeni arenasında ve siyasetinde çok fazla gelişme olmuş durumda. Bugün 2008 dünya ekonomik krizinin dalgaları kıyıları döver, doları tavana fırlatır, yeni sıcak çatışmaları körüklerken, dünya tekelleri ve onların işbirlikçisi yerli tekel grupları yine en çok kazananlar oluyor. İşçi ve emekçilere asgari ücretle tutumlu olurlarsa rahatlıkla geçinebileceklerini söyleyen burjuva sınıf, “dış güçlerin oyunları” karşısında emekçilerden fedakarlık ister, göstermeyeni de sopadan geçirirken, kriz koşullarını tekeller için cennete çeviriyor. Devlet, tekellerin borçlarını üstleniyor, vergi muafiyetleri getiriyor, sınırsız krediler açıyor bu tekellere. Evet 400 TL'lik borcunu ödeyemediği için emekçinin evine haciz gönderenler, örneğin BOSCH'a 1 milyar 240 milyon TL’yi destek olarak hibe ederken (3.8.2018 tarihli resmi gazetede yayınlandı) emekçiye grevi, eylemi yasaklıyor. Birçok tekel grubuna KDV istisnası getirir, işverenin sigorta primini üstlenir, nitelikli personel ve enerji desteği verirken, elmastan vergi almazken, emekçinin çocuğuna içirdiği sütten vergi alıyor.

İşçi sınıfı ve emekçiler pazarda soğanı, patatesi alamaz duruma gelirken, tekeller ellerini ovuşturarak katlanan karlarından bahsediyorlar. “Bir gün sen de zengin olabilirsin” masalı, emekçinin önüne konan seçim sandıklarıyla “bir gün sen de yönetebilirsin” masalıyla allanıp pullanıyor. Koçlar, Sabancılar, Doğanlar, Çalıklar, TAV'lar perdenin arkasında yönetir, servetlerine servet eklerken, işçi sınıfı ve emekçiler günden güne yoksullaşan yaşamlarıyla daha beter bir yoksulluğa sürükleniyor. İşçi ve emekçiler, yaşadıkları koşulların asıl sebebi olan kapitalist sınıfı, toplumsal ekonomi ve siyasetin bu gerçek yöneticisini, hasmını tanımalıdır. Şairin dediği gibi “Tanı bunları / tanı da büyü”. Tanı, ve kendi bağımsız sınıf çıkarların, kendi iktidarın için savaş. Çünkü sen asıl savaşını, işbirlikçi tekelci kapitalist sınıfa ve dünya kapitalist sınıfına karşı veriyorsun.

İkinci kitabımız, Erol Toy'un 73 yılında ilk basımı yapılan, 74 yılında 17. baskıya ulaşan, “İmparator” romanı. Romanın kahramanı ise Fehmi Çok'tur (Vehbi Koç bu). Ankara’da yeni kurulan meclisin damına gereken ama bir türlü bulunamayan kiremidi, bir günde, Ankara’nın yoksul semtlerindeki evlerin çatılarından parayla toplayıp, meclisin çatısına yerleştirmekle hikayesi başlayan becerikli tüccar Fehmi Çok, meclisteki akrabası Baharatzade ve ahbaplarının yardımıyla hızla zenginleşir.

Küçük bir işletmeden, küçük bir tüccardan büyük bir kapitalist haline gelerek ülke ekonomi ve siyasetine yön veren bir konuma geçen Fehmi Çok'un hikayesi, devleti ve uluslararası sermaye eliyle Türkiye'de tekelci kapitalizmin gelişiminin hikayesidir. Eleştiriye açık yanları bulunmakla birlikte, sunduğu genel panorama bir tarihsel kesitin panoramasıdır. Bu açıdan okunmayı hak ediyor.

Aybel Gül