Soru yersiz bulunabilir; "o da ne demek?" denilebilir ve hatta "şüphen mi var?" diye bile sorulabilir. Ama bugün bu sorunun binlerce ve hatta milyonlarca insanın kafasını meşgul ettiğinden adımız gibi eminiz; çünkü tarihin hiçbir döneminde devrim için koşullar bu kadar uygunken, devrim cephesi bu kadar dağınık, deyim yerindeyse basiretsiz olmamıştı.

Tarihin hiçbir döneminde Engels'in deyimiyle "başımızın üzerindeki dam yanarken meleklerin cinsiyetiyle uğraşmak" aymazlığına bu kadar düşülmemişti.

Dünya üzerindeki bütün koşullar devrimden ve devrimcilerden yana. Kapitalizm, tam bir bunalım içinde "aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor" türküsünü söylüyor. Bir bütün halinde kapitalist dünya, pandeminin de etkisiyle, yolun sonuna gelmiş olduğunun farkında; insanlığın karşı karşıya olduğu hiç bir soruna hiçbir şekilde çare bulamıyor, yapısal sorunları çözemiyorlar. Bildikleri tek lugat, savaş ve faşizmdir. Ama bunların da artık çözüm olmadığı, her geçen gün daha iyi anlaşılıyor; insanlığın yıkımını göze alarak kapitalizmi ayakta tutmanın mümkün olmadığı bir aşamaya gelinmiş bulunuyor. Dolayısıyla dönem yeni bir ayaklanmalar ve devrimler çağıdır; başlamıştır ve sürüyor.

Bu gidişatı kimse geriye çeviremeyecektir; gelişmelerin doğrultusunu ve "zamanın ruhu"nu doğru okumak gerekiyor. Koşulları "neoliberal globalizasyonun egemenliği" olarak tahlil edenler fena halde yanıldılar ve hatta çuvalladılar. Bugün hala emperyalist-kapitalist devletlerin dünyaya istedikleri gibi yön verdiklerini savunanlar yok değil; hala "Yeni Dünya Düzeni" safsatasının bayraktarlığını ellerinden düşürmeyenler yok değil; ama onlara kötü bir haberimiz var: Deniz bitti!!

ABD başta olmak üzere emperyalist-kapitalist sistemin hegemonyasının nasıl çöktüğünü görmek isteyenler, emperyalist-kapitalist metropollerdeki isyan ve ayaklanmalara baksınlar. "Nefes Alamıyoruz" diyerek sokakları dolduran milyonlarca insana baksınlar. Bir küçük virüs karşısında teslim bayrağı çeken koca koca ülkelere, onların devlet başkanlarına baksınlar; çanların böyle hazin hazin kimin için çaldığına baksınlar. Kapitalist sistem çöküyor; hem de öyle böyle değil. Büyük gümbürtülerle!

Ünlü yazar Viktor Hugo'nun o ünlü sözünde dendiği gibi "Zamanı gelmiş bir fikrin önünde hiçbir güç duramaz" Şimdi dünyanın devrime ihtiyacı var; sosyalizme, komünizme ihtiyacı var. Ve artık zamanı geldi. Emperyalist-kapitalist dünyanın efendileri de bunun farkındalar ki, ikide bir açıklamalar yapıyorlar; sosyalizmin kendilerine teğet geçeceğini söylüyorlar. Yani "geliyor gelmekte olan"! Ne kadar baskı uygularsanız uygulayın, ne kadar devlet terörüne başvurursanız vurun "güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan" o günlerin gelmesini engelleyemeyeceksiniz! Proletaryanın kızıl bayrağının insanlığın üzerinde dalgalanmasını; dünyanın emeğin olmasını engelleyemeyeceksiniz. Bugün "zamanın ruhu"nu tartışan hiç kimse bir dünya devriminden, sosyalizmden, komünizmden bahsetmeden bunu tartışamaz.

Elbette devrimin, sosyalizmin güncelliğinden bahsetmek birşeydir; ama bunların gerçekliğe dönüşmesi için mücadele etmek de bir o kadar önem arzetmektedir. Çelişkiler ne denli derin olursa olsun, emperyalist-kapitalist sistemin kendiliğinden tarih sahnesini terkedeceğini, yıkılıp gideceğini düşünmek yanlış olacaktır. Tarihin bu en elverişli döneminde bir "rejisör" olmadan filmin istediğimiz gibi sonuçlanması mümkün değildir. Amacı isteyen mutlaka aracı yaratmak zorundadır. Tek tek ülkelerde aracın / araçların yaratılmış olduğunu görüyoruz. Şimdi sorun buradan daha ileriye gidebilmektir. Oluşturulan araçların yetkinleştirilmesi, devrimin içerebileceği bütün güçleri içermesi; birleştirmesi gerekiyor. Madem ki, Marx'ın o ünlü belirlemesi geçerliliğini koruyor, "Her devrim, karşısında güçlü bir karşı-devrim örgütleyerek gelişi"yor, devrim güçlerinin de başarmak için güçlerini birleştirmesi gerekiyor.

Ünlü Prusyalı general Clauswitz, "Savaş her şeyden önce kafalarda kazanılır" diyordu. Bu nedenle karşı-devrim güçleri, devrimcileri yoketmekten çok onların kafasındaki zafer düşüncesini / umudunu yoketmeye çalışmışlardır hep. Savaşta zafer kazanamayacağını düşünerek savaşa giren bir ordu savaşı baştan kaybetmiş demektir. Bugün emperyalist-kapitalist sistemin tüm orduları bu psikoloji içindedir. "Haklı olan ve sıkıca örgütlenmiş bir grup insandan daha güçlü bir ordu yoktur" derken Jose Marti, bu duruma işaret ediyordu kuşkusuz.

Bunun yanı sıra, haklı olmak tek başına başarılı olmak için yeter bir kriter değildir. Başarılı olmak ve savaşta zafer kazanmak isteyen herkes, savaşın gidişatına ilişkin bir plan ve programa sahip olmak zorundadır. Mücadelede hangi yol ve yöntemlerin uygulanacağı ortaya konulmak zorundadır. Sıkça vurguluyoruz; ama bir daha vurgulamakta bir sakınca yok: Başarılı insanların planları olur; başarısızların gerekçeleri.

Bütün bunların başında da ebette kitlelere, halkın devrimci enerjisine güven gelmektedir. Buna güven duyulmadan tek bir adım dahi atılamaz. Her başarısızlığının faturasını, kendilerini desteklemeyen halka kesenler, dönüp kendilerine bakmalıdır. Ne kadar dönemin ihtiyaçlarına ve halkın beklentilerine cevap verip ver(e)mediklerini sorgulamalıdır.

Şunu unutmayalım: an geçicidir; mutlak değildir. Dolayısıyla bugünkü güçler ilişkisi, dengesi de mutlak değildir. Bugün kendilerini çok güçlü, muktedir görenlerin yarın bir gün yerlerde yuvarlanan taçlarının, tahtlarının ardından gözyaşları içinde ağıtlar yakacaklarını bugünden düşünebilmeli ve "ayakların baş olabildiği" bir dünyayı tahayyül edebilmeliyiz.

Başarmak için gerekli ideolojik-politik netliğe ve teorik-pratik birikime sahibiz. Geriye örgütlenme yeteneği kalıyor. Alvaro Cunhal'in dediği gibi "Örgütlenmeyi bilirsek, yenmeyi de biliriz"! Bu da sanıldığı kadar zor değil; doğru zamanda doğru insanlara giderek; enerjimizi ısrarlı bir şekilde doğru yere yönelterek bunu başarabiliriz.

Başarmak zorundayız!

Ali Varol Günal