Herkes sokakta gençlik nerede? Hangi çağında insan haksız olana, zorbaya, sömürüye, iki yüzlüye, yalancıya bu kadar içten ve tertemiz duygularla hesapsız bir öfke duyabilir, gençlik kadar?

Öyleyse nedir bu sessizlik? Umursamazlıktan, umutsuzluktan, amaçsızlıktan bahseden ve başka ne varsa hakaret haznesinde, gençliğin üzerine boca etmeye hazır o çok bilmişler. “Bi dur!” diyeceğiz. Bi dur, bi anla, bi duy, bi gör!

Gençliği anlama becerisi gösteremeyen, gelecek varsayımlarıyla dolu programlarla, taktik çizgilerle, tarihsel çözümleme ya da yüksek politik görev tanımlamalarıyla uğraşmasın hiç . Çünkü hepsini bu gençlik yerine getirecek, ama kendi hayal güçleri, yöntemleri, yetenekleri ve kapasiteleriyle sen değil “çok bilmiş”; çünkü o yepyeni dünya, senin çok iyi bildiğin dünyadan öylesine farklı olacak.

Her şey oldu bu gençlik, bir tek kendisi olamadı. Filtrelerden geçirdi görüntüsünü, komik ya da trajik, sevimli ya da korkutucu. Kendi sesi duyulmadı da, yazılı mesajları ve emojileriyle duyurdu kendini. Ana babalarının koca bir ömre ancak sığdırabildiği bir iki dostluğu, tanışıklığı, onlar yüz katı ölçekte, sığdırdı avuçlarının arasındaki aygıta. Kendini filtrelerle sunarken yaşama, yaşam onların koşusuna filtresiz çıktı tüm ağırlığıyla. Tanık oldular her şeye, sınırsız bilgi okyanusunda çırpınıp durdular hiçbir şeyden geri kalmamak kaygısıyla; çünkü geri kalamazlardı, ancak en çeşitli ilgilerle, ilişkilerle kendine bir yer bulabilir, kulaç atabilirlerdi bu çılgın okyanusta.

Ve bu çılgın çabada hangi taze ruh yorulmaz, hele ki bu çabanın vardığı bir yer yoksa. Pek azı “İşte buradayım ve kendimim” diyebileceği bir yere sahip. Ve gelecek, öylesine belirsiz ki, “Geçmişin derslerinden ciltler dolusu yığınak yapıp önlerine”, kafaları yüreklere bağlayan umut yoksa hepsi boşuna. Zamandan ve mekandan yoksunluk, işte budur gençliğin temel varoluş probleminin yeni boyutu.

Ve onlar bu gözlerle bakıyorlar uzayıp giden emekçi sınıfların isyan kataloğuna. Neye tanıklık ediyorlar bir düşünün: En başta uğruna çocukluk ve gençliklerini feda ettikleri eğitimin faydasızlığını görüyorlar. Eğer sıra sıra doktorlar, avukatlar, öğretmenler “Yaşamak istiyoruz” haykırışıyla alanları dolduruyorsa, mühendis adayları asgari ücretle iş arama yollarına düşmüşse, “kaldırım mühendisliği”yse memleketin yarısının mesleği, bir genç yaşamının tek etkin ögesi eğitimin sadece içinde debelendiği çukuru derinleştirmekten başka bir işe yaramadığını nasıl düşünmesin? Eskiden “bırak okumayı, elin bir meslek tutsun” öğütleri bir işe yarardı ya, şimdi açlık çığlığının en umutsuzu küçük meslek erbabından yükseliyor. Ve nihayet, yaşamın sonbaharındaki emekliler katılıyorsa bu umutsuz koroya, gençliğe şu mesajı taşımış olmuyorlar mı? “İşte koca bir ömrün yekunu, sıfıra sıfır.”

Gençliğin önünde eylemler kataloğuyla belirginleşen manzaranın anlamı açık: emek kapasitesini ve yeteneğini para sahibine satmak üzere kurulu bu düzen, tüm kuşakları, tüm meslekleri, yetenekleri, aynı cehennem parantezine hapsediyor.

İşçisinden doktoruna, sanat emekçisinden köylüsüne, eylem katarlarının hır gürü içinde gençlik bir kenardan izliyor bu cehennem arenasının amansız kavgalarını... Ve toz duman arasında hemen yanı başlarında cehennemin dışına açılan bir kapı görüyorlar. Uzun zamandır açılmamış, belli ki varlığı unutulmuş bir kapı. Arenanın içinde kaldıkça, nihai yekunu “sıfıra sıfır bir ömür” vaat eden kavgalardan çok daha fazlasını vaat eden bir kapı.

Umarsızlık mı demiştiniz çok bilmiş kişiler, umutsuzluk ve amaçsızlık mı; size öyle gelebilir, çünkü gençlik sizin baktığınız yere bakmıyor, henüz toz duman ve isler içinde, vaat ettiklerini sezinleyebildikleri o kapıda gözleri. Alışılageldiği biçimiyle eylemlere, arenanın kapılarını zorlamak yerine, olduğu mevzide direnişe çakılan kavgaya; yüksek politikanın taktik incelik ve havalarıyla dolu ittifak toplantılarına, sonu bir şekilde hep uzlaşmaya varan yüksek perdeden hesaplaşma çağrılarına, hiç birine kulak vermiyor gençlik. Kendi yolunu, kendi sesini, kendi hedefini ve eylemini arıyor. Şimdilik hesapsız gözü karalığa, ölçüsüz coşkunluğa hemen kapılmıyorsa, daha ömrün ilk baharında ürettikleri çabanın yorgunu bu gençlik, unutuluşa terk edilen o kapıyı zorlamak üzere, moral ve güç depolamakla meşgul demektir. Bir uçtan bir uca devam eden şu bozkır yangınında, kendi yerlerini aldıklarında dönüp şöyle diyecekler:

“Buradayım ve şu anda tüm varlığımla kendimim. Ben isem geleceğin sahibi ve bu denli karanlıksa o gelecek, bırakın kaderimi ben çizeyim. Usulca terk edin kara kalem manzara resimlerinizi. Biz milyonlarca renk tonu taşıyan palette, boyamak istiyoruz dünyayı. Farklı tondan ama yan yana, o palette bir renk olacağız her birimiz!”

Setenay Berdan