Yaşadığımız topraklarda yaşamın dayanılmaz bir hal aldığını görmekteyiz. Her gün temel tüketim mallarına, elektrik, su, doğalgaz faturalarına, ev, işyeri kiralarına gelen zam üstüne zamlar açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu, sefaleti daha da derinleştirdi.

Ekonomik krizle birlikte bu denli derinleşen açlık, sefalet; işçilerin, emekçilerin, gençliğin, kadınların yaşamını daha zor bir hale getirdi. İşçiler, emekçiler fabrikalarında, işyerlerinde evlerine bir ekmek götürmek için çalışırken aldıkları asgari ücret bir ekmek almayı bile zorlaştırır hale geldi. Burada kira, faturaları bile tartışmıyoruz, çünkü bırakalım kirayı, faturaları çoğu zaman ekmek alamadığımız günler oluyor. Evlerimize peynirin, yumurtanın, patatesin girmediği günleri yaşıyoruz. Farplas işçisi bir kadın çok vurucu bir konuşma yapmıştı. Bu anlattığımız durumun kendisini de çok iyi bir şekilde özetleyeceğini düşünerek aktaracağız:

“Bize sizi kışkırtıyorlar mı diyorlar. Evet, bizi kışkırtıyorlar. Evet bizi, 30 lira olan bir koli yumurta kışkırttı. 6 lira olan 1 kilo patates bizi kışkırttı. 3 lira olan bir ekmek bizi kışkırttı. Evet bizi kışkırttılar. Bizi yoklukla ezdiler. Bizi açlığa mahkum ettikleri asgari ücretle kışkırttılar.”

İşçi sınıfı, emekçiler sömürücü kapitalist sistemin yarattığı açlığa, yoksulluğa karşı sessiz kalıp ölü taklidi yapmıyor. Her yerde eyleme geçmiş durumda. Fabrikalarını işgal ediyor, çalıştıkları yeri eylem alanına dönüştürüyorlar. Kararlı bir mücadele sonucu da çeşitli talepleri kazanımla sonuçlanıyor. Grevlere eylemlere her gün yeni fabrikalar, yeni işletmeler katılıyor, işçi sınıfının daha geniş bölükleri mücadeleye girişiyor. Açlığın, yoksulluğun, her şeye gelen zamların belini büktüğü geniş emekçi kesimler eylemlere girişiyor, mahalle dayanışmaları çoğalıyor, öfkeli ruh hali sokağa dökülüyor.

Kısaca genel durumdan bahsettikten sonra, gençlik kitlelerinin ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte yaşadıkları sorunları ve bu sorunlara karşı mücadele yöntemleri olarak neler yapılıyor ve “ne yapmalıyız”ı tartışacağız.

Pandemi ile birlikte daha da derinleşen ekonomik kriz, gençliğin geniş kesimleri üzerinde etkisini yoğun bir biçimde hissettirdi. Yaşadığımız döviz-kur krizi ile birlikte de sorunları daha can alıcı bir şekilde yaşamaktayız. Çoğu üniversite öğrencisi arkadaşımız pandemiden sonra ilk defa yüz yüze eğitim almaya başlayacakken ev, yurt ücretleri inanılmaz derecede yükseldi. Ev kiraları bu denli yükselince, öğrenci arkadaşlarımızın çoğu zaten ev tutamaz oldu. Hepimizin hafızasında olan “penceresi bile olmayan, havasız tek bir odası olan daireler” öğrencilere fahiş fiyatlarla kiraya verilmeye çalışıldı. Yüzde yüz yapılan zamlarla, kiralık daireleri böylelikle tutamaz hale geldik. Ev tutamayan arkadaşlarımızın birçoğu evlerine dönmek zorunda kaldı. Yurtlara yerleşmenin de öğrenciler açısından bir çile haline geldiğini görmekteyiz. Yurt ücretleri de yüzde yirmi, yüzde otuz dolaylarında zamlandı. Özel yurtlar zaten pandemiyi fırsat bilerek fahiş fiyatlara yükseldi. Devlet yurtlarının ise kapasitesi yetersiz. KYK yurtlarına yerleşemeyen öğrenci arkadaşlarımız çaresizce kala kalıyor.

İmkanları yetmediği için tarikat yurtlarında kalmak zorunda olan sıra arkadaşlarımız ise oradaki yaşama dayanamayıp intihara sürükleniyor.

Dindar ve kindar bir nesil yaratmaya çalışan iktidar, bir yandan her şeye zam üstüne zam yaparak, diğer yandan öğrencilere verdiği bursla övünür duruma geldi. Fakat verdikleri bursun hele ki bu dönemde hiçbir anlamı ve değeri kalmadı. 850 lira ile bir öğrenci yurt ücretini zor verir oldu. Onun dışında okullardaki, yurtlardaki yemekhane fiyatları da aynı kalmadı. İki-üç kat artan yemekhane fiyatlarıyla yemek yiyemez duruma geldik.

Aynı zamanda eğitimin paralı olmadığından bahseden iktidar, eğitimin özelleştirilmesi, sermayeye peşkeş çekilmesi için tam gaz çalışıyor. Devlet okullarına da ayrılan fonun azaltıldığını biliyoruz. Okul giderleri adı altında da her birimizi sömürmeyi ihmal etmiyorlar.

Öğrenci gençlik, hayat pahalılığından ve bunun sonucu olarak geçinemediğinden dolayı okul hayatının büyük bir kısmında çalışmaya mahkum bırakılıyor. Şanslı olup da iş bulabilirsek, yoğun çalışma saatlerinden fırsat, ki bu mümkün değil, hayatımız okul-iş arasında mekik dokumakla geçiyor. Çok düşük ücretlere, güvencesiz bir şekilde çalışmak zorunda kalan öğrenci gençlik için sosyalleşme, kendi yetenekleri doğrultusunda bir hobi edinmek ise hayalden ibaret oluyor. Burjuvazinin istatistik verileri bile ifade ettiğimiz bu sorunları destekler vaziyette. Gençliğin yaşamdan bir şey bekleme, mutsuz olma durumlarını TÜİK’in yapmış olduğu “yaşam memnuniyeti anketi”nde görebiliriz. Bu ankete göre, en düşük mutluluk oranı %44.5 ile 18-24 yaş grubunda yani gençlikte olduğu gözlemlenmiştir.

Yarattıkları geleceksizlik ile çoğumuz artık yaşamdan bir şey beklemez hale geldik, yurtdışına gitme hayalleri kuranların ise yüzbinlerle ifade edildiğini görüyoruz. Gencecik yaşımızda okul okurken geçim derdini düşünmek zorunda kalışımız, paralı eğitim sisteminin yarattığı eşitsizlik, yoksul ailelerimizin içinde bulunduğu açlık, sefalet öfkemizi biliyor. Öfkemiz kabına sığmıyor; sokak röportajlarından, sosyal medyaya, sokağa, gençlik eylemlerine kadar yansıyor. Gün geliyor yapılan ekonomik ve siyasi krize karşı sokakları dolduruyoruz; gün geliyor intihara sürüklenen arkadaşlarımız için yasaklamalara rağmen Taksim’i zapt ediyoruz. Gençliğin mücadelesi, yaşadığımız her soruna karşı sokakta karşılığını buluyor. Her gün bizi geleceksizliğe, işsizliğe, sefalete, dinci-gerici eğitime mahkum etmeye çalışan faşist devletin karşısında “aşağı bakmıyoruz” gençliğin dinamik gücüyle onların dimdik karşısında, geleceğimiz için mücadele ediyoruz!

Geleceğimizi, hayatımızı ellerimizden almaya çalışan burjuvazi şunu bilsin ki; gelecek gençliğe ait. Geleceğimizi burjuvazinin ellerine teslim etmeyeceğiz, kendimize, emeğimize yabancılaşmayacağımız ve tırnaklarımızla kazıyarak geldiğimiz bugünlerde onları bin odalı saraylarında rahat uyutmayacağız!

Devrimin güncel, halk ayaklanmasının ayak seslerini duyduğumuz bugünlerde başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun tüm kesimleri, sermaye sınıfına karşı savaş açmış durumda! En çok gençliğin gücünden korkan sermaye sınıfı ve onun devleti, gençliği kendi belirlediği sınırlarda tutamayacak, gençlik işçi sınıfıyla omuz omuz mücadele ederek bu kan akan sistemi yerle yeksan edecek! Sorunlarımızın kesin bir biçimde çözülmesi, ancak sömürüye dayalı olan bu kapitalist sistemin yıkılıp, halk iktidarının kurulmasına bağlıdır. Ancak bir halk iktidarının kurulması bizlere parasız, bilimsel, ana dilde eğitim, kaygı duymadığımız bir gelecek, her gence yetenek, beceri, ilgilerine göre iş bulma imkanı ve kendini sosyal olarak gerçekleştirmek için maddi imkanlar ve yeterli zamanı sağlayacaktır. Özgürlük ve mutluluk dolu günleri kazanmak için büyük bir coşkuyla mücadele edelim!

ROZA