< Burjuvazinin Bir Geleceği Yoktur!

Dostoyevski, 1862 yılında çıktığı Avrupa seyahati üzerine notlarından oluşan ''Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları'' adlı eserinde, burjuvazinin egemenliği altında olan Avrupa'da, burjuva sınıfın ikiyüzlülüğü hakkında şunları söylüyordu:

''... peki ya niçin İmparator Napolyon'un arkasına saklanmaya çalıştı o burjuvazi? Daha önce Millet Meclisi'nde çok severek telaffuz ettiği yüksek sözleri neden unuttu? Neden hiçbir şeyi hatırlamak istemiyor ve kendisine eskiden yaptığı bir şey hatırlatılınca omuzlarını silkiyor? ...'' (Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları, s.67-68)

Gerici feodal beyler sınıfına ve o sınıfın en yüksek temsilcisi ve politik örgütlenmesi olan monarşi ile kiliseye karşı burjuvazinin yanında savaşmış olan proleter kitlelerin ve diğer tüm emekçi katmanların sorularıydı aslında Dostoyevski'nin bu soruları. Bir zamanlar feodalizmin egemenliğindeki Ortaçağ Avrupası'nın çürümüş düzenine karşı burjuvazi, proleter kitlelere ve diğer tüm emekçi katmanlara bir söz vermişti: Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik. Proleter kitleler ve diğer tüm emekçi katmanlar da, feodal boyunduruğa karşı burjuvazinin safında yer almışlar ve feodal beylerin iktidarını yıkmak için en kararlı bir şekilde sonuna kadar savaşmışlardı.

Burjuvazi, bütün emekçi katmanların kitlesel devrimci gücünün yardımıyla Hollanda'da, İngiltere'de ve nihayetinde Fransa'da feodalizme karşı zaferini kazandı. Ama aynı burjuvazi, iktidara geldiği zaman emekçilere verdiği eşitlik, özgürlük ve kardeşlik sözlerinden tek tek döndü. Dostoyevski'nin dediği gibi burjuvazi, geçmişte emekçilere vermiş olduğu vaatler hakkında hiçbir şey hatırlamak istemiyordu artık. Çünkü burjuvazi, tarihin o zaman ona vermiş olduğu devrimci görevlere rağmen, doğası gereği sömürücü bir sınıftı.

Burjuva devrimleri, bir sömürücü sınıfın egemenliğini yıkıp yerine bir başka sömürücü sınıfın egemenliğini getirmiş ve sömürü temelli bir üretim tarzını geriletip, yerine başka bir sömürü temelli üretim tarzını hakim kılmıştır. Çürümüş feodalizm, yerini kapitalizme bırakmıştır.

Burjuvazinin ilk başlarda feodal beylere karşı savaşmasının nedeni açıktı. Çürümüş ve eskimiş feodal üretim ilişkileri ve onun siyasal gücü olan feodal devlet, yeni üretici güçler karşısında bir duvardı. Bu, yeni gelişen üretici güçlerin eskimiş üretim ilişkileriyle çatışması temelli bir olguydu. Tarihte üretim ilişkileri ile üretici güçlerin çatışması üzerine Marx şunları söylüyordu:

''... Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde devindikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler...'' ( Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s.39)

Yeni yeni oluşmaya başlayan kapitalist üretim tarzı, feodal üretim ilişkilerine ters düşüyordu. Feodalizmin bağrında yetişen ama henüz egemen bir üretim ilişkisi olmayan kapitalist üretim tarzı, meta üretimini arttırıyor ve meta üretimi de, feodal beyler sınıfının ekonomik gücünü olumsuz etkiliyordu. Bu nedenle feodal beyler sınıfı, iç gümrükler ve lonca sistemi yoluyla ticaretin gelişmesini önlüyor ve böylece kapitalizmin serbest gelişmesini yavaşlatıyordu. Bu, burjuvazinin sınıfsal çıkarları için olumsuz bir olguydu ve burjuvazi, feodal beylerin iktidarını yalnız kendisi deviremezdi. Bu nedenle burjuvazi, ticaret özgürlüğünü ve üretim sürecinde maksimum kâr ile artık-değer elde etmek için feodal güçlere karşı proleter kitleleri ve feodalizmin ezdiği diğer emekçi katmanları kendi çevresinde toplayarak feodal beyler sınıfının siyasal iktidarına son verdi.

Proleter kitlelerin de burjuvazinin yanında feodalizme karşı savaşmasının nedeni açıktı. O zamanlar yeni yeni gelişmekte olan proletarya, henüz kendi bağımsız devrimci eylemlerini yapabilecek ve kendi siyasal programını oluşturabilecek güçte ve yetkinlikte değildi. Bu nedenle yeni yeni gelişmekte olan proletaryanın burjuvazinin safında yer almaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Feodalizmin ekonomik ve siyasal baskılarından öfkeyle dolup taşmış köylüler de, proleter ve emekçi kitlelerle birlikte burjuvazinin safında feodal beylerin siyasal iktidarına karşı en şiddetli savaşı verdiler.

Burjuvazinin iktidarıyla beraber kapitalizmin serbestçe gelişmesiyle üretim genişler ve milyonlarca proleter üretim merkezlerinde toplanır ve böylelikle üretim süreci, toplumsal bir nitelik kazanır. Üretimin toplumsal niteliği, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini gerektirir. Böylelikle kapitalist üretim ilişkileriyle çatışma başlar. Burjuvazi, üretimi ne kadar genişletiyor ve ne kadar zenginleştiriyorsa, proleterleri de sayısal olarak o kadar çoğaltıyordu. Yıktığı monarşinin ardından özgürlüğü ve demokrasiyi ne kadar geliştiriyorsa, sınıf düşmanı olduğu proletaryaya kendisine karşı kullanmasında önemli bir silah veriyordu. Yani proletaryanın sayısal olarak artması ve siyasal demokratik haklarını elde etmesiyle politik bir güç oluşturması, burjuvazinin sınıfsal çıkarları ve yaşamsal durumu için bir tehditti. Aslında burjuvazi, kendi devrimini ilerletmesiyle gerçekte kendi sonunu hazırlamış oluyordu. Bundan sonra burjuvazi, devrimini sonuna kadar ilerletmemeli ve feodalizmden kalan artıklarla uzlaşmalı ve böylece tutucu bir çizgide olmalıydı. İşte burjuvazinin geçmişte tuttuğu sözleri hatırlamak istememesinin sebebi buydu. Böylelikle burjuvazi, tarihi ilerletmede öncü sınıf olma niteliğini kaybetmişti.

Özellikle 1848 Devrimleri bir dönüm noktasıydı. Avrupa'daki 1848 Devrimleri'nde proletarya, gericiliğe karşı demokrasi mücadelesinde sonuna kadar ileri giden tek sınıftı. Burjuvazi ile küçük-burjuva katmanlar da, devrime köstek olan ve ihanet eden sınıflardı. 1848 Devrimleri'nden sonra burjuvazi, monarşiye ve feodalizmin kurumlarına karşı olabildiğince uzlaşmacı bir politika izledi. İktidarda olduğu ülkelerde ise gerici bir diktatörlük uyguladı. Burjuvazi sosyalist devrimden korktuğu kadar demokratik devrimden de korkuyordu.

Çarlık Rusyası, kendi burjuvazisinin kendi devriminden korktuğu ve otokrasiyle, gericilikle uzlaştığı bir ülkeydi. Lenin, Rusya'da burjuvazinin devrime karşı gericilikle uzlaşması hakkında şunları söylüyordu:

''... burjuvazinin, proletaryaya karşı, geçmişin bazı kalıntılarına, örneğin monarşiye, sürekli orduya vb. dayanması, onun yararınadır. Burjuva devrimin geçmişin bütün kalıntılarını tam olarak süpürüp atmaması ve bunların bazılarını alıkoyması, yani bu devrimin tam olarak tutarlı olmaması, sonuna dek götürülmemesi ve kararlı ve amansız olmaması, burjuvazinin çıkarınadır. Burjuvazinin kendi kendine ihanet ettiğini, özgürlük davasına ihanet ettiğini, sonuna kadar demokrat olarak davranamayacağını söyleyerek, sosyal-demokratlar, bu düşünceyi çoğu kez, biraz farklı bir biçimde ifade etmektedirler. Burjuva demokrasisi doğrultusunda zorunlu değişmelerin daha yavaşça, daha tedrici, daha dikkatli, daha az kararlı, devrim yoluyla değil de, reformlar yoluyla olması; bu değişmelerin feodal sistemin 'saygı-değer' kurumlarını (monarşi gibi) olabildiğince kayırması burjuvazinin daha çok işine gelir; burjuvazi, bu değişmelerin, tabandaki halkın, yani köylülerin ve özellikle de işçilerin bağımsız devrimci eylemini, inisiyatifini ve enerjisini olabildiğince yavaş geliştirmelerini ister. Çünkü, Fransızların dediği gibi, işçilerin 'silahlarını bir omuzdan öteki omuza aktarmaları', yani burjuva devrimin onlara sağladığı silahı, devrimin getireceği özgürlüğü ve feodal sistemden arınmış zemin üzerinde yükselecek demokratik kurumları burjuvaziye karşı çevirmesi daha kolay olacaktır.'' (V. İ. Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, s.44)

İşte tüm bu nedenlerden dolayı gericilikle uzlaştı burjuvazi. İktidara geldiği yerlerde de demokratik hakları yok ederek yerine kendi gerici diktatörlüğünü kurdu. Bu nedenle Dostoyevski'nin dediği gibi Napolyon'un arkasına saklandı burjuvazi. Bu nedenle I. Emperyalist Paylaşım Savaşı'yla dünyayı cehenneme çevirdi. Bu nedenle Avrupa'da Hitler gibi, Mussolini gibi faşist diktatörlüklerin ortaya çıkmasına izin verdi. Bu nedenle II. Emperyalist Paylaşım Savaşı çıktı. Bu nedenle yeni-sömürge ülkelerde emperyalist tam ilhak politikalarının uşakları askeri faşist diktatörlükler kuruldu. Bu nedenle dünya şu an küresel bir iç savaş yaşıyor... Elbette bu sıraladıklarımız 150-200 yıl kadarlık sürecin başlangıcından günümüze kadarının sadece bazı kısımları. Kısacası burjuvazi, iktidarda kaldığı süre içerisinde gericilikten ve onun yol açtığı yıkımdan asla vazgeçmedi, hala da vazgeçmiyor...

Burjuvazi çok uzun bir süredir uzatmaları oynuyor. Diri taklidi yapan bir ölüden başka bir şey değildir artık burjuvazi. Onun bir geleceği yoktur. 21. yüzyıl, burjuvazinin göreceği son yüzyıl olacaktır!