< < Sibel Öz İle Edebiyat Söyleşileri

Yazar Sibel Öz ile Ayışığı Ekin Sanat Derneğinde edebiyat-hayat ilişkisi irdelendi; söyleşinin ardından yazar, okurları için kitaplarını imzaladı.

19 Ekim günü Ayışığı Ekin Sanat Derneğinde Edebiyat söyleşileri etkinliğinin konuğu öykücü Sibel Öz idi. Söyleşi, Önsöz Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Songül Yücel ile karşılıklı sohbet havasında sürdü.

En Çok Seni Bekledim, Korkma Kimse Yok, Kıyıya Vuran Dalgalar, Pabucu Yarım, Serçeler Ölürse, Yokuş Yukarı İstanbul adlı öykü kitaplarını yazan Sibel Öz’e ilk nasıl yazmaya başladığı sorulduğunda; biraz da tebessümle ilk olarak bildiri yazarak yazmaya başladığından bahsetti.

Lise yıllarında başlayan mücadele yaşamı içerisinde damla damla biriken hikayeleri; bir gün Sibel’e yeni bir dünyanın kapılarını açar. 90'lı yıllardan günümüze mücadelenin ne tür değişimler geçirerek sürdüğüne ve edebiyatta yansımasını bulduğuna değiniyor yazar. Ve diyor: “Bu ülkede sanat soldur. Tiyatro, sinema, edebiyat soldur. Bu yüzdendir ki faşizm kendi sanatını ekonomik gücüne rağmen oluşturamaz. Bu; ciddi bir sanat kültürü, yaşam kültürü ve emeği ister.”

Sibel Öz’ün içten bir aktarımla ele aldığı edebiyata ve yaşama ilişkin soru ve cevaplarla zenginleşen sohbet boyunca fark ediliyoruz ki, edebiyat alanında üretimde bulunmak; insanın edebiyatı, yazmayı okumayı sevmeden yapabileceği bir şey olamazdı. Sadece ekonomik sorunları çözmek için bir uğraş olamazdı.

Kısa kısa cezaevi deneyimleri yaşıyor Sibel Öz ve ardından uzun tutukluluk sürecinde yaşamını kaleme alarak başlıyor karalamalarına. Yazarın kendi hikayesinden sonra kendi deyimiyle, “başka yaşamları da merak etmeye” başlıyor. Çevresine daha dikkatli ve başka bir gözle bakmaya başlayan yazar toplumun içerisinde nefes alan bireylerin hikayelerini işliyor.

Bu ülkede sanat yapmak için kuytu köşe aranamayacağını ve sanatın iç boşaltım aracı olarak kullanılamayacağını vurgulayan yazar ekliyor, “her şey hakkında yazılabilir. Taşı, doğayı, martıyı yazsan dahi dertlidir bu ülkede”.

Yazarımızın ısrarla vurguladığı şey şuydu, “yazmaya önce en çıplak şekilde yaşamınızı anlatarak başlayın. Tabire caizse Allah’a yazıyor gibi yazın. Hani hep öğretirler ya, her şeyi bilir, hiçbir şey gizlenmez, diye… işte tam da öyle yazın. Yani eleştiri ve özeleştiriyi hiç elden bırakmadan yazın. Bu belki de yazmaya devam edecek olanlarda etki yaratacak ve çevrelerindeki insanlara başka bir gözle bakmayı ve rahatsız edici bir dürtüyle yazmaya zorlayacaktır”.

Yazarımızın önerisiyle, evlerine dönen izleyiciler yazmaya çabaladı mı bilinmez, ama bu söyleşiden ayrılan herkeste bir etki yarattığı tartışılmaz bir gerçek...

Söyleşinin ardından kitaplarını imzalayan yazarımızla çekinilen hatıra fotoğrafı ardından etkinlik sona erdi.