Dehşet bir felaket, tarife gelmez acılar, taşkın bir öfke seli, soluksuz bir çabayla yüce gönüllü bir halk dayanışması dalgası... Gözyaşı dökmeden, isyan dolu haykırışları ardı ardına sıralamadan konuşmanın imkansız olduğu günler... Toplum keskin, yıkıcı, şiddetli duygularla sarsılıyor. Bu ortamda sakin ve soğukkanlı kalabilmek, lanetlenmiş bir iştir, ama gereklidir. Neden? Gelmekte olanı görebilmek için.

Meseleyi en yalın özetleyen kelimeler, Pazarcıklı yaşlı bir emekçiden geldi: “Şimdi yutkunuyoruz, ama bu yutkunmanın altında çok şey var. Onlar bu yutkunmanın nedenini iyi biliyorlar”. Alabildiğine yalın, ama keskin bir sınıf bilinci taşımakta bu sözler. Sıradan yaşamı içinde emekçilerin olan biteni nasıl derin bir sezgi ile kavradıklarının güçlü bir işaretidir. Öyleyse halkın sezgileriyle kavradığı gerçekliği, soğukkanlılıkla sergilemenin zamanıdır.

Herkesin kafasındaki ilk ve en önemli soru, dinci faşizm yüzbinleri enkaz altında, milyonları buz gibi ayazda neden ölüme terk ettiğidir. Bu soruya Akşener'den Sol Parti’ye kadar geniş bir yelpazede verilen cevap aynıdır: Çünkü tek adam rejimi var, kurumların içi boşaltıldı vs. En sefil reformizmi, siyaset bilimi uzmanı titriyle pazarlayan Güven Gürkan Öztan köşesinde (Birgün Gazetesi) şöyle yazıyordu: “... devlet mekanizmasını şöyle ya da böyle işlemez hale getirdiler. ... Ankara'dan onay beklemenin, bu denli hazırlıksız ve koordinasyonsuz olmanın, ülke yönetimine dair çok büyük yapısal sorunlara işaret ettiği aşikar...” Faşist devletten söz ediyoruz ve onun mekanizmalarının dağılmasına neredeyse ağıtlar yakılıyor. İşaret edilen suçlu “şöyle ya da böyle(!)” işlemez hale gelmiş mekanizmadır! Öztan’a göre sorun, bu devletin sınıfsal karakteri değil “yapısal” aksaklıklar. Bu aksamaların nedeni, büyük(!) siyaset bilimciye göre oldukça basit: çünkü herkes RTE'den talimat bekledi.

Peki bu arada dinci faşizmin yöneticisi ne ile meşguldü? Bu büyük sırrı Birgün Gazetesi Yayın Koordinatörü Yaşar Aydın'dan okuyup aydınlanıyoruz: “Anlaşılan o ki, Erdoğan yıkımın fotoğrafını ilk saatlerde göremedi ya da Erdoğan'a gösterilmedi”. İbret vesikası laflar. Biz bu lafları bir yerlerden hatırlıyoruz. Bütün siyasetçi “reisçiler” milyonlarca kez köşe yazılarında, sokak röportajlarında aynı cümleleri kullandılar: “Olanlardan reisin haberi yok, olsa müdahale ederdi...” İşbirliği heveslerinin küçük burjuva siyaseti düşürdüğü seviyeye bakın!

Oysa açığa çıkan belgeler, buradaki zavallı mazeretleri baştan aşağı çürütüyor. Artık biliyoruz ki, devlet mekanizması daha ilk dakikada işlemeye başlıyor. 45 dakikada (bir dünya rekoru olduğu söyleniyor) yıkımın çapı, etkisi rapora dönüştürülüp saraya sunuluyor. Bu yüzden Soylu, depremden bir saat sonra dünyaya “4. seviye yardım” çağrısı yapıyor. Bu işlemeyen değil, gayet hızlı işleyen bir mekanizmaya işaret ediyor. Pazarcıklı yaşlı emekçi, bu gerçeği derin sezgileriyle kavrarken, faşist Akşener'den Sol Parti’ye gerici-faşist muhalefet ve uzlaşmacı küçük burjuva siyaseti, tekelci düzenin bugüne dek işlediği en geniş çaplı, kasıtlı, planlı kırımın üstünü örtmekte, mazeretler üretmekte birbirleriyle yarışıyorlar.

Tekrarlıyoruz: Kasıtlı, planlı bir kırım var. Şehir girişlerinde günlerce bekletilen iş makinaları, bölgeye gitmelerine izin çıkmayan onbinlerce gönüllü sağlık çalışanları, geniş imkanlara sahip ordunun günlerce kışlalardan dışarı çıkarılmaması, kesilen internet erişimi, geçişleri engellenen yardım konvoyları, ekipmansız sahaya dağıtılan ve selfie çekmekle meşgul AFAD çalışanları ve buna benzer yüzlerce akıl almaz uygulama planlı ve kasıtlı bir kırımın tartışılmaz kanıtlarıdır.

“Yok artık!” diyenlere hatırlatalım: Nazilerin toplama kamplarında sessizce yürüttükleri soykırımı teşhir etmeye çalışanların duydukları en kahredici karşılıktı “yok artık!” nidaları. Uzun iç savaşta yüzbinlerin kanını dökmeye alışkın bir faşizmden söz ediyoruz. Şimdi enkazlar altında ölüme terk edilen yüz binler, sokaklarda soğukla, susuzlukla ve salgın hastalıklarla ölümü bekleyen milyonlar var. Uzun iç savaşta sonunu hisseden “o yutkunmanın nedenlerini çok iyi bilen” faşizmin kırımda sınır tanımayacağını anlamak için daha ne gerekiyor!

Bu kasıtlı planlı kırımın hedefi nedir? Felaketin ilk raporlarını dakikalar içinde görüp meselenin boyutunu kendi güçlerinin acizliğini kavrayan faşizm şunu düşündü: Bırakalım felaket bütün boyutlarıyla yaşansın. Çünkü böyle felaketlere uğrayan büyük kalabalıklar güç ve otoriteye sığınma eğilimi taşırlar; öyleyse biz kendi gücümüzü koruyalım, olmadı güç gösterilerine girişelim.

Bu kafanın, yalnızca bu toprakların faşistlerine özgü olduğu sanılmasın, dünya sol-sosyalist literatürüne “şok doktrini” olarak geçen araştırma ve sonuçları, benzer uygulamaların tekelci kapitalist düzenin hüküm sürdüğü onlarca ülkede hayata geçtiğini gösteriyor. En iyi bilinen örnek 11 Eylül provokasyonudur 2005 yılında Londra Metrosu’na yapılan karanlık saldırılardan dönemin gerici hükümetlerinin nasıl yararlanmaya çalıştıkları hatırlansın. Asya ve Güney Amerika'da depremler, volkan patlamaları, ani ekonomik çöküşler, tekellerin “şok doktrini” için uygun büyüklükte felaketlerdir.

Görüldüğü gibi, dünyanın gayet laik, gayet demokratik kurumlara sahip görünen gayet uygar ülkelerinde de geçerli bir politikadan söz ediyoruz. Burada sorunun devletin laiklikten uzaklaşmasıyla, demokratik kurumlarının altının boşaltılması ile ortaya çıkan bir “yapısal” sorun olmadığı, aksine her şeyin dönüp dolaşıp devletin “sınıfsal” karakterine dayandığı açık değil mi?

Peki bu topraklarda dinci faşizm dünyanın bütün tekelci egemenlerinin kullanageldiği “şok doktrini” ile istediği sonucu elde edebilecek mi? En yakın cevabı, Pazarcıklı emekçi veriyor, ama yalnız değil. Felaketin ilk gününden itibaren, enkazların önünde “burada devlet, burada düzen yatıyor” diyerek kameralara öfke ve cesaretle konuşanlar, bakanları gördükleri yerde kovalayanlar, valilik basanlar ve bütün bu isyan dalgasının Antep, Maraş, Adıyaman, Malatya gibi dinci faşizmin oy deposu kentlerinde gerçekleşiyor oluşu, asıl şok geçirenin dinci faşizm olduğu gerçeğinin altını çiziyor.

Uzunca bir süredir, küçük olaylardan büyük patlamalar çıkacak diyorduk. Şimdi bu denli geniş çaplı bir kırımdan nasıl büyük sonuçlar ve patlamalar çıkacağını tahayyül etmek bile zor. Sadece şunu söyleyebiliriz, şimdi yutkunanlar, başka hiçbir şeyin önüne geçemeyeceği bu görevle, ölülerini toprakla buluşturmakla uğraşıyorlar. Geri kalan her şeyi erteleyen bu dehşetli durum geçip gittiğinde, geride keskin acı, hiçbir tesellinin kapatamadığı yaralardan yayılan öfke, dinci faşizme ve tekellere hak ettiği cenaze merasimini hazırlayacak.

Umut Çakır