Nice insanımızı hayattan koparan o bomba Taksim’de değil de, adeta cihatçı katil sürüleri, uyuşturucu kartelleri ve TCMB’nin “net hata ve noksan kalemine” uzanan iğrenç çıkar ilişkileri karmaşasında ayakta durmaya çalışan dinci faşizmin kamburunda patladı. Dezenformasyon adını verdikleri faşist sansür yasası, demek bugünler içinmiş.

Her an, herhangi bir olay vesilesiyle kolayca açılıveren lağım çukurunun kokusunu bastırsın diye kaldırımlara insan kanı saçılırken, resmi yalanlar devreye girecek ve en “babayiğit” muhalefet bile korkuyla, tiksindirici bir siniklikle, bir kedinin ciğer etrafında çaresizce dolanması gibi gerçek etrafında dolanarak bu yalana ortak olsun diyeymiş. Ama gelin görün ki, sonuç emekçi sınıfların, iktidarıyla ve babayiğit muhalefetiyle burjuva dünyayı kendi yalan dolan sirkinde yalnız bırakması oldu.

Alelacele olay yerine damlayan suçişleri bakanının, tam da kendine yakışacak seviyesizlikteki ifadelerle dolu resmi yalanlarında tek doğru cümle, bu katliamla kendilerine bir “mesaj” verildiğidir. Meselenin bu açıdan ele alınması yerinde olur, fakat hemen belirtelim ki, bizim için bundan daha önemlisi, bu resmi yalanlara, daha ilk dakikalarda, geniş halk yığınlarının verdiği tepkidir. Öyle ki, dinci faşizm alelacele internet erişimini tümden kapatma yoluna başvurdu. Mesajın kimden, ne amaçla geldiği sorusuna yanıt aramak, dinci faşizmin hangi ilişkiler içinde ayakta kalmaya çabalandığını görebilmek açısından önemlidir.

Çokça bilinen, ama pek az dile getirilen bir gerçeği burada hatırlatalım. Şu an dinci faşist iktidarın işgali altında tutulan İdlib-Cerablus hattı, salt cihatçı çeteler için değil, dünya uyuşturucu ve kaçak silah ticaretinin de merkezlerinden biri haline gelmiştir. Belli plakalar ve kimliklerle, sınır kapılarından hiç aranmadan geçmenin kıymetini en iyi, uyuşturucu kartelleri bilir. Geçen haftalarda, İtalyan mafyasının en önemli şeflerinden birisi İdlib’de tutuklandı. Sedat Peker, bölgeye yönelik “orada neler döndüğünü biliyorum” diyordu. Bu mecrada dönüp duran karaparanın nasıl aklandığını, TCMB’nin “net hata-noksan kalemi”ne dek uzanan bağlantıların ayrıntılarını, şu an için bilmek mümkün değil. Fakat, pazarın ciddi ölçüde büyüdüğünü görmek için, ta Kolombiya kartellerinin bile bölgeye ulaşmak istediklerini bilmek yeterli.

Lağım çukurlarıyla dolu bu mayın tarlasının ortasında, hem iç hem de dış ilişkileri dengelemeye çalışan dinci faşizm için en uygun oyun figürü, Kuğugölü Balesi olurdu. Ama o, bildiği tek oyun olan Kolbastı’da ısrar edince, olan oldu. Mısır’la arayı düzeltmek, Suriye’yle görüşmelere bir kapı aralamak umuduyla, göstermelik de olsa, Müslüman Kardeşler’in İstanbul’daki merkezine kapıyı gösterdi. Bunun İdlib-Cerablus hattındaki yansıması HTŞ-ÖSO çatışmaları oldu. Kazanan HTŞ Afrin merkezi işgal etti ve diğer cihatçı çeteler, sadece bir toprak parçasını değil, önemli bir uyuşturucu trafik noktasını da kaybetmiş oldular. Taksim’deki saldırının failinin “Ben çantada uyuşturucu var sanıyordum” demesi; olaya karışan diğerlerinin bir araba kiralama şirketi sahibi çıkmaları, uyuşturucu ve kara para trafiğine dair pek çok işaret barındırıyor. Demek ki mesaj “Uyuşturucu payımızın üzerinde kolbastı oynayamazsın” mesajıdır.

Söylediğimiz gibi meselenin bu yönünden daha çok, emekçi kalabalıkların olaya gösterdiği tepki bizi ilgilendiriyor. Saldırı, daha ilk anından itibaren, seçimlere yönelik müdahale ve sandık güvenliği üzerinden ele alındı. Olayın ardında yatan neden ile, yapılan bu tartışmanın içeriği arasındaki uyumsuzluk önemli değil. Önemli olan, dinci faşist iktidara “size inanmıyor ve size güvenmiyoruz” demiş olmasıdır. Dahası, emekçiler, resmi yalanlara ortak olan burjuva muhalefete ve babayiğit muhalif basına da güvensizlik konusunda kırmızı kart göstermiş oldu. Bunun bir anlamı var: İktidarıyla muhalefetiyle, basınıyla, tekelci sermayenin bütün güçleri bir araya toplanıp, aynı yalanın ardında dursalar bile, artık emekçiler üzerinde hegemonyayı pekiştirecek bir kamuoyu yaratma kapasitelerini yitirmişlerdir.

Emekçi sınıflar bu noktaya salt akılla, vicdanla ya da onlara gerçekleri her dakika açıklayan güçlü devrimci partilerin propagandalarıyla gelmediler. Onları bu aydınlık noktaya taşıyan, sınıf çelişkilerinin görülmemiş düzeyde keskinliğidir. Mülksüz sınıflar için mesele, tam anlamıyla bir varlık yokluk meselesidir. Bu duruma gelmiş, kendi öz varlık sorunlarıyla tüm ufku çevrelemiş bir sınıfa, resmi yalanları yutturmak hiç kolay değildir. Milyonlarca çocuğun açlıktan hastalık aşamasına geldiği, okulda bayılan çocuk haberlerinin yağmur gibi yağdığı bir yerde, yüz tane Göebbels tespih taneleri gibi dizilse, yönetici sınıfın yalanlarının mayasını tutturamaz.

Ayrıca, pekala biliyoruz ki, sıradan hayatını yaşayan bir işçi, gazete ya da televizyonda gördüğü herkese hemen inanma eğilimi göstermez; ama benzer lafları mahallenin bakkalından, minibüsün şoföründen, dönercisinden vs arka arkaya duyarsa, işte o zaman inanır. En tepede üretilen resmi burjuva yalanların toplumun kılcal damarlarına dek yayılması, en az basın kadar küçük mülk sahibi sınıflardan geçer. Gelin görün ki, şimdi dinci faşist iktidara karşı en yakıcı öfke ve güvensizlik, bu orta sınıflardan yükseliyor. Her sarsıcı olayda kuşku ve güvensizliğini ilk dile getirenler, bu sınıflar arasından çıkıyor. Bu orta sınıfın etkin kullandığı internet ağları, yukarıda üretilen resmi burjuva yalanlara karşı ciddi bir barikat görevi görüyor.

Dinci faşizm Taksim’de patlayan bomba üzerinden, bir şovenist dalga yaratmayı çok istedi, ama ilk anda gösterilen tepkilerden sonra, buna cesaret bile edemedi. Çünkü artık Türkiye’nin ezen ulusa mensup emekçileri, iyiden iyiye şu gerçeği kabul etmiş durumda. Dinci faşizmden kurtulmak isteyen, Kürt halkının bilincini, örgütlü yapısını ve mücadele kapasitesini yanına almak zorundadır.

Katliama neden olan lağım çukuru ilişkileri tüm gücüyle sürüyor. Bunun anlamı, emekçi kitlelerin benzer katliamlarla karşılaşmaya devam edeceğidir. Kuşkusuz dinci faşizm, akan her damla kandan, kendi iktidarını güvenceye alacak koşulları yaratmak için yararlanacaktır. Fakat, son Taksim saldırısıyla görüldü ki, bu konuda “Rubicon geçilmiş”tir. Benzer her kanlı olay, emekçi sınıflarda derinleşen güvensizliğin bir öfke patlamasına dönüşmesi için daha çok bahane üretecektir.

Umut Çakır