Gare’de yaşanan fiyaskonun artçı sarsıntıları, farklı düzey ve mecralarda devam edecek, çünkü bazı taşlar ciddi biçimde yerinden oynadı. Ağzından köpükler saçan faşist bir şef bu sarsıntıyı “Gara öncesi ve sonrası diye anılacak dönem başladı” sözleriyle açıklıyor. Anlaşılıyor ki, dinci faşist iktidar ağır çekim ölüme razı gelmeyecek, karşısına çıkan herkesi hızlı bir hesaplaşmaya zorlayacak.

Tekelci sermaye ve faşist devlet, uzun iç savaşta benzeri pek çok hezimet yaşamıştı. Bunu öncekilerden farklı kılan, içinde doğduğu koşulların, hem devrim hem karşı-devrim açısından kritik bir eşiğe denk gelmesidir. O eşikte dinci faşizm, ya her şeyi bugünkü olağan akışına bırakıp, yavaş yavaş kan kaybından ölümü bekleyecekti ya da baskının zembereğini son haddine dek zorlayarak sonucu belirleyecek bir çatışmanın koşullarını olgunlaştıracaktı. Yavaş ölümü tersine çevirecek bir mucizenin ufukta görünmemesi üzerine dinci faşizm, tüm siyasi hesaplaşmaları sokaklara endeksleyen bir yola girmek üzere, her şeyi değiştirmesi umulan Gare Operasyonuna girişti.

Bundan önce belki binlerce kez, gerici burjuva muhalefetin, Kürt halk hareketi ve devrim karşısında, alelacele “devlet çatısı” altında toplanmalarına tanık olmuştuk, üstelik her türlü hakaret ve küfrü bir anda unutarak. Bu kez öyle olmadı. TC’nin kurucu aklını temsil eden CHP bir yana, kendisini “faili meçhuller kraliçesi” olarak sunmaktan çekinmeyen Akşener bile, geçmişteki devlet refleksini gösteremedi. Karşılıklı hakaret, suçlama ve küfürler havada uçuşmaya devam etti.

Fakat pek çok yorumcunun dikkat çektiği bu nokta, Gare olayının özgün yönünü oluşturmuyor. Gerici muhalefetin iktidara destek vermesini önleyen, artık her sermaye gücünün altında toplanacağı bir “devlet çatısı”nın yokluğu değil; ya da bu operasyonu bir siyasi şova dönüştürme gayretleri hiç değil. Bugüne dek, hükümetteki hangi tekelci parti bu tür operasyonları oy devşirme kaygısıyla bir siyasi şova dönüştürmedi ki? Asıl mesele, dinci faşist iktidarın, Gare operasyonu bahanesiyle atmayı planladığı adımların, burjuva muhalefetin varlık nedenini sıfırlayıp, siyasi hesaplaşmayı parlamento dışı yollara kaydırmasıdır.

Meseleye açıklık getirebilmek için, sınıflar mücadelesinde gelinen noktayı kayda geçirelim. Bu momentte, dinci faşist iktidar, artık bir geleceğinin olmadığını anlamış bulunuyor. Tüm koşullar onu, ömrünü uzatacak manevralar yapmaktan alıkoyuyor. Ekonomik çöküş ve pandeminin bileşiminden doğan açlık ve işsizlik felaketi, dinci faşist tabanda giderek hızlanan bir çözülüşü getiriyor.

Bu koşullar altında dinci faşizm, sürekli olarak kendini savunma pozisyonunda buldu. Her lafı gaf sayılıyor, her müjdesiyle alay ediliyor, her parmak sallayışı cüret ve cesaretle karşılık buluyor, her yalanı yüzüne vuruluyor. Savunma pozisyonundan bir türlü çıkamayan bir iktidar, kaybetmeye yazgılıdır. Dinci faşizmin yılışık medya kalemşorları bile bu durumun tehlikelerine işaret etmeye başlamış, iktidarın saldırı pozisyonunda bulunma avantajını yeniden kazanması gerektiğini yazıp çizmeye koyulmuşlardı.

Peki ya saldırı konumunda olan kim? Her konuya olduğu gibi, buna da tek yanlı bakanlar, alanlarda birleşmiş milyonların öfkesi haykırışlarını göremedikçe, ne dinci faşizmin savunma pozisyonuna mahkum oluşunu, ne de onu bu konumda çakılı kalmaya zorlayan devrimci gücü görebiliyorlar. Evet doğru, şurada burada ortaya çıkan yaygın eylemlere rağmen, alanlarda birleşen milyonlar henüz geri gelmedi. Ama milyonların öfkeli tutumlarını kamuoyuna taşıyan başka bir mecra var. Elbette sosyal medyadan söz ediyoruz. Yeni evrenin dünya çapında pek çok devrim örneği kanıtladı ki, “sanal alem”de olgunlaşan öfke, orada kalmıyor, büyük devrimci patlamaların beşiği oluyor. Orada binlerce propagandacı, yüz binlerce ajitatör, halkların yüreğine serpilmiş faşizme karşı kin ve öfkenin tohumlarını her gün yeşertiyor, devrimin politik ordusuna yepyeni birlikler kazandırıyorlar.

Pandemi ile birleşen ekonomik çöküş, sosyal medyanın bu etkisine olağanüstü bir yaygınlık kazandırdı. Her kesimden insan, derdini, öfkesini ve çağrısını mesajlar ve videolarla duyurma peşinde. İşçilerden köylülere, hatta en uzak köylerin ilkokul çocuklarına kadar. Dinci faşizmin her gafı, yalanı, önce sosyal medyada paspas gibi çiğneniyor. Hemen her gün sosyal medyada, dinci faşizme yönelmiş bir öfke çığlığı, bir alaycı söz, paylaşım rekorları kırıyor. Ve tüm bunlar, dinci faşizmin toplumun tüm kesimlerine yönelmiş tehditlerine karşı, cesaret ve onurla yükseltilen bayraklardır. Dinci faşizmi sürekli savunmada tutan, işte toplumun bu saldırı konumudur. Devrimin politik ordusu, önce sosyal medyada devasa gövdesini, moral üstünlüğünü sergiliyor ve sonra uygun bir bahane bulduğunda alanlarda kendini gösteriyor. Halkların ve emekçilerin her kesiminin bir araya gelmesiyle oluşan bu politik ordu, dikkat edilirse, ne erken seçim ne de anayasa tartışmalarına balıklama atladı. Onların bilinci, salt öfke ve protestodan ibaret değil. Yürünmesi gereken yolu da biliyorlar.

Dinci faşizmi, seçim anketlerinden çok -o mesele daha önce nasıl hallolduysa yine halledilir- işte bu, kendini bir seçime ya da anayasal mecralara hazırlamayan, ama genel bir çarpışmaya hazırlayan politik ordu korkutuyor. Kayyum rektör ataması, bu politik ordunun, uygun fırsatı bulduğunda, memleketin onlarca kentinde ve hatta ilçelerinde aynı zamanda harekete geçebilecek bir örgütlenme düzeyine, deneyimine ve alışkanlığına sahip olduğunu kanıtlamıştır. Dinci faşizmi her şeyi değiştirecek bir hamleye sevk eden, devrimin politik ordusunun sınıflar mücadelesi dengesinde saldırı avantajını elinde tutmasıdır. Gare’ye operasyon, bu ihtiyacın ürünüydü.

Operasyonla kazanılacak bir zafer, karşı-devrim cenahının yerlerde sürünen moralini yükseltecekti, olmadı, başarısızlık en tepedeki kişi tarafından itiraf edildi. Ve her kritik anda yaşanan hezimet gibi, sallantıda olan pek çok taşı yerinden oynattı.

Operasyon çok yüksek bir başarı beklentisiyle hazırlandı. Ordunun en iyi eğitilmiş, ‘en ağır silahlı birlikleri, 50 kadar savaş uçağı, saldırı helikopterleri ve silahlı hava araçlarından oluşan çok yoğun bir askeri güç, savaş alanında ancak üç gün kalabildi. Bir TV programına konuşan emekli generallerden birisi, uzun iç savaşın yaşandığı ülkelerde “devletin soğukkanlılıkla savaşı sürdürmesinin çok önemli olduğunu” vurguluyordu. “Beklenti çok fazla yükseltilirse, en ufak bir başarısızlık bile daha büyük felaketlere yol açar.” Ancak dinci faşizmin soğukkanlılığa değil, tersine histerik bir ruh haline ihtiyacı var. Ve aynı histeriyle, bir açık başarısızlığa rağmen girilen yolda adımlar atmaya devam etmekten başka hiçbir şey düşünemiyor. İşte, gerici burjuva muhalefetin gördüğü büyük tehlike, bu noktadan itibaren başlıyor.

Yenilgiye rağmen dinci faşist iktidar, yeni adımlar atmaktan başka çare bulamıyor. Hedeflenen adımlardan birisi, HDP’nin kapatılmasıdır, yasal veya fiilen. Bu adımın sonuçlarını Kılıçdaroğlu ve Akşener görüyor. Eğer HDP denklemden çıkartılırsa, dinci faşizmin seçimler yoluyla gideceğine dair pompalanan hayaller çöpe gidecektir. Dahası, “faili meçhuller kraliçesi”nin partisi ile HDP arasında bir seçim koalisyonu köprüsü olma misyonunu yüklenen CHP, bu etkisini kaybedecek. Herkesi ortalama bir uysallıkta kalmaya zorlayan bu köprü yok olursa, saflar çok daha net belirlenecektir. Toplumun aşırı uçlarda toplanması, aşırı uçların politik etkisinde sürüklenmeye başlaması hızlanacaktır. Burjuva muhalefeti hem etkisizleştirme hem de dağıtma potansiyeli taşıyan bu radikalleşme ikliminde, hesaplaşma meydanlara havale edilecektir.

İktidarda hangi tekelci parti olursa olsun, devrim karşısında sermayenin politik cephaneliğinin anahtarı, en kritik anlarda her partiyi aynı çizgiye sokan “devlet aklı”dır. Bu sayede, silahlı ve silahsız bürokrasi içindeki uyum, tüm çıkar çatışmalarına üstün gelip yeniden tesis ediliyor, açılan yaraları tamir edecek zaman kazanılıyor. Oysa şimdi bu yara açık, kanama sürüyor. Libya ve Karabağ’da kendini aşırı bir özgüvenle dolduran silahlı bürokrasi, yani ordu, elbette Gare’de yaşanan başarısızlığı kolay sindiremez. Eğer birileri bunun hesabını vermez ise, benzer şokların yaşanacağına ilişkin tedirginlik, silahlı bürokrasiyi iyiden iyiye yıpratır. Tekelci sermaye, devrim karşısında en güvendiği kurumun, bu yoldan, tıpkı bir kanser hastası gibi, ölüm düşüncesiyle yaşama umudu arasında gidip gelişine seyirci kalamaz. Yerinden oynayan taşlar, pek çok kellenin üzerindeki kabağı patlatacaktır.

Seçim anketlerini, oy hesaplarını, kurulan veya yıkılan ittifakları bir an için gözardı eden herkes rahatlıkla anlayacaktır ki; dinci faşizm ve gerici burjuva muhalefet her adımlarını devrimin politik ordusunun gelişim seyrine göre ayarlıyor. Çünkü, her gelişmeye damgasını vuran, her bireyi, grubu veya partiyi belli bir tutum almaya zorlayan, devrimin politik ordusudur.

Umut Çakır