Normalde böyle durumlarda “yalancısıyız” denir ama biz öyle demeyeceğiz. Tersini söyleme durumundayız: Doğrucusuyuz. Elbette, RTE'nin sadece şu Gare hezimetiyle ilgili olarak söylediği, ya da itiraf ettiği demek daha doğru olur, durumla ilgili.
RTE, partisinin Rize'de düzenlenen İl kongresi'nde, Gare'ye yönelik askeri harekatla ilgili “başaramadık” itirafını yapıyor. Neyi başaramadılar, o noktayı es geçiyor. Ama artık dünya alem biliyor neyi başaramadıklarını. Amaçları, PKK liderlik kadrosundan Duran Kalkan ve Murat Karayılan'ı tutsak edip Ankara'ya getirmekti. Asıl amaç buydu. Bunun yanında, olabilirse, PKK'nin elindeki esirleri kurtaracaklardı. Bu, askeri harekatın yan ürünü olurdu; olabilseydi eğer.
Hulusi Akar'ın, “görevimizi başarıyla tamamlayıp askerlerimizi çektik” dediği askeri harekata ilişkin RTE'nin söylediği şey “başaramadık” oldu. Doğrusu da bu. RTE, doğru olanı söylüyor. Ancak bu durumdan RTE ve dinci faşist iktidarın derin bir acıya boğulduğu sanılmasın. Ne herhangi bir acı duygusu, ne bir keder, ne bir üzüntü. Aksine, daha ilk günden, bu bozgunu karşı devrimci kitleyi konsolide etmenin, ayağa kaldırmanın; Kürt halkının özgürlük mücadelesine, emekçi sınıfların, devrimci demokratik güçlerin faşizme ve kapitalizme karşı mücadelelerini bir sindirme aracına dönüştürmenin arayışına girdiler.
Her zaman olduğu gibi, bu tip operasyonların işaret fişeği, faşist Devlet Bahçeli'den geldi. Konuşma özürlü bu faşist, her zamanki yavan sözleriyle, Kürt halkının özgürlük mücadelesini yürütenleri tehdit etmekle kalmadı, bu mücadeleye destek veren/verecek olan güçleri de aklınca tehdit etti.
“Mağara katliamının PKK terör örgütü ve destekçilerinin hesaba çekilmesi için bir yol ağzı, bir karar ve kader anı olduğuna inanıyorum. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hiç kimse şablon ve bildik ezberlerin arkasına saklanamayacaktır. Masumların kafalarına kurşun sıkan hainleri kim aklamaya ve arkalamaya yelteniyorsa bilinsin ki cinayetlere taammüden iştirak etmiş demektir. Ve teröristtir. Herkes tarafını ve tercihini yapmalıdır: Ya hıyanet ya hidayet, ya melanet ya da millet.
Gare hezimeti, dinci faşizm için, dinci faşist iktidar için gerçek bir hezimettir. Bu hezimet, dinci faşizmin küçük de olsa “zafer”lere ihtiyaç duyduğu bir zamanda geldi. Zafer ya da zaferlere ihtiyaçları olduğunu bundan yaklaşık altı ay önce ifade etmiştik. O zaman şöyle demiştik:
“Zor durumdalar. Ekonomik ve politik kriz günden güne derinleşiyor. Emekçi sınıflarda ve ezilen halklarda hoşnutsuzluk, öfkeli ruh hali, kızgınlık, ayaklanmaya eğilim giderek güçleniyor.
Bunun için bir zafere ihtiyaçları var. Emekçi sınıfları oyalayacak, beklentiye sokacak, şovenizmle zehirleyecek, böylece kendilerine zaman kazandıracak bir zafer!”
O zamandan bugüne bu zafer bir türlü gelmedi. Libya'dan Kafkaslar'a kadar her yeri ve her yolu denediler. Hepsi de fiyaskoyla sonuçlandı. Ne petrol, doğalgaz “müjdeleri”, ne İHA, SİHA palavraları, ne Libya seferi ne de başka bir şey, milyonlarca emekçinin, yoksulun, gencin, kadının, Kürt halkının faşizme ve sömürü düzenine olan öfkesini dindirebildi.
Aksine bu öfke giderek eyleme, eylem içinde cesarete, faşizme ve tekelci sermaye sınıfına meydan okumaya dönüştü. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin sadece eylemleri değil, ama eylem içindeki söylemleri, “Baş eğmeyeceğiz - biat etmeyeceğiz” biçimindeki meydan okumaları saydığımız tüm toplumsal kesimleri etkisi altına aldı. Toplumun alt sınıflarındaki homurtu, kaynaşma, isyan ve ayaklanma eğilimi altı ay öncesiyle kıyaslanmayacak derecede güçlendi.
Çaresizlik içinde bir çırpınma başladı dinci faşizm ve onun partileri için. İşte bu ortamda, G.Kürdistan'ın Şengal, Haftanin gibi bölgelerinin işgali de tehlikeye girince Gara'ya askeri harekat düzenlendi. RTE, daha fazla dayanamadı ve zaferden emin biçimde “Çarşamba günü yapacağım konuşmayı dinleyin” diye “müjde” vereceğini “müjde”ledi. Ancak bekledikleri zafer hezimete dönüşünce, müjdeleri de hayal kırıklığına dönüştü.
Güçsüzler. Baskı, terör ve tehditle ayakta durmaya çalışıyorlar. Öyleyse şunu rahatça söyleyebiliriz: Önümüzdeki süreç, dinci faşist iktidarın baskı ve terörü daha da artırdığı bir dönem olacak. Evet, Türkiye ve Kürdistan bir yol ayrımına, bir karar anına doğru hızla gidiyor. Herkes bir karar vermek zorunda kalacak ve Bolşevik Devriminde tanık olduğumuz şu ünlü replik bu topraklarda bir gerçek olacak. Replik şuydu: “Söyle bakalım kimden yanasın? Ya proletaryadan yanasın ya da burjuvaziden.” Sınıf savaşının işleri bu noktaya getirmesi uzlaşmacılığın, sosyal reformizmin, iki arada bir derede kalarak politika yapmanın sonunu da getirecek.
Gare hezimeti dinci faşizm ve onun sınıfsal taşıyıcısı olan tekelci sermaye sınıfı egemenliği için sonun başlangıç noktası olmaya aday. Bunun farkında olduklarının işaretleri var. Dinci faşizmin SS'i şirazeden çıkmış halde şöyle diyor: “Murat Karayılan'ı yakalayıp bin parçaya bölmezsek bu millet ve şehitlerimiz yüzümüze tükürsün.”
Bunu söyleyen kişi, insanların savaşta yakaladıklarını kebap yaptıkları ilkel barbarlık döneminde kalma biri değil, 21. Yüzyılda bir devletin hükümetinde görevli bir bakan, bir devlet adamı. İç savaşın şiddetini ve faşist devletin içinde bulunduğu ruh halini, aczini, çaresizliğini ifade eden sözler.
Faşizmin başvuracağı her vahşet yıkımını hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz artık. Çünkü, tekelci kapitalist düzenin, onun tüm politik güç ve kurumlarının yıkım sürecinin eğik düzlemine girilmiştir; durdurmanın mümkünü yok!
Dün başaramadılar; artık hiç başaramayacaklar!