Birkaç gün önce RTE çıktı ve “Belki de şimdi Türkiye'nin tekrar anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir” deyiverdi. On yıl öncesinin “umut fırtınasını” yaratamadı kuşkusuz (Adalet Bakanı’nın “açıklama bizi heyecanlandırdı” demesine bakmayın siz!)

Burjuva “muhalefet” açıklamaya mesafeli davrandı. Artık mutat olduğu üzere her şey seçime bağlandı. “Cumhur İttifakı’nın eriyen oyları” üzerinden, “%50+1” üzerinden RTE’nin hamlesi karşılandı. Hemen tüm burjuva “muhalefet” partileri, hatta emperyalist tekellerin sözcülüğünü yapan gazete ve televizyonlar, benzer bir “eleştirel tutum” aldılar.

Nihayetinde dinci faşizmin “ekonomi ve hukuk reformu” çıkışının emekçi yığınlarda hiçbir inandırıcılığı olmadığı gibi, sermaye çevrelerinde de bir albenisi olmadı. Ama... özellikle küçük burjuva uzlaşmacılığı açısından, durum biraz daha farklı.

CHP ile görüşme esnasında HDP eşbaşkanı, 1921 Anayasası referansıyla bu tartışmaya katıldı. Parti sözcüsü ise “İktidar eğer bu tartışmayı bir oyalama, bir nefes alma iktidarını sürdürme anlayışı içinde gündeme getiriyorsa, bu doğru bir tutum değildir. Çünkü yeni bir anayasa, yeni bir toplumsal sözleşme sadece Cumhur İttifakı ile yapılamaz, bütün siyasi partilerin STK’ların, yurttaşların bu tartışmaya katılması görüşlerini söylemesini ve anayasa konusundaki iradelerini belli etmesi ile yapılabilir. Dolayısıyla böyle bir tartışmaya ihtiyaç var elbette. Ama bu şekilde değil. Sistemi değil, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini değil, toplumu ve demokrasiyi güçlendirecek bir anayasaya ihtiyaç vardır. Bir şey hatırlatmak istiyorum. Çok eleştirdiğimiz yürürlükteki anayasayı bile bu iktidar uygulamamaktadır. Bakın Anayasasının 90’ncı maddesine. Anayasa 90’a göre AİHM kararları bağlayıcıdır, AİHM’in Demirtaş kararı hala uygulanmamıştır. İktidarın kullandığı dil ve söylem uygulamaları HDP’yi tasfiye etme çalışmaları uzlaşmacı, kapsayıcı ve katılımcı bir anayasa yapım sürecine işaret etmemektedir. Önce bunların değişmesi gerekmektedir. Önce bir yol temizliğine ihtiyaç vardır, önce zihniyet değişikliğine, söylem ve dil değişikliğine ihtiyaç vardır uygulamaların değişmesine ihtiyaç vardır.” dedi.

Uzlaşmaz sınıfların duraksız mücadelesi üzerine yükselen bir toplumda, bu savaşımın uğrak ve dengelerinin ifadesi olan hukuki metinleri çözüm ve kurtuluşun ifadesi olarak gören küçük burjuva dar görüşlülük, RTE’nin önünü açtığı tartışma platformuna işte bu şekilde atıyor adımını. Hatta bir süredir “ayrı bir parti kuracak” söylentileri ile gündeme gelen Ayhan Bilgen, bir eğilim temsil ettiği oranda adını veriyoruz kuşkusuz, “yeni anayasa” tartışmasını coşkuyla karşılıyor: “Mevlana, Şems’in geldiğini müjdeleyen kişiye hırkasını hediye ettiğinde yalan olabilir diye uyardıklarında, ‘Ben yalanına hırkamı veriyorum, gerçeğine başımı veririm’ demişti. Anayasa tartışma süreci bile Türkiye için değerlidir.”

Boş bir kabuktan öte bir anlamı olmayan “hukuk metinlerine” bu körü körüne bağlılık, bu inanması güç “saflık” karşısında insan dehşete düşüyor. Bu ülkenin yakın ve uzak tarihi, adına yasa denen, anayasa denen metinlerin nasıl bir çırpıda bir kenara atıldığının örnekleriyle doludur. “Anayasal haklar” denen şeylerin, basit bir polis veya jandarmanın, hatta sıradan bir bekçinin karşısında hiçbir hükmünün olmadığını hemen her gün görüp yaşamaktadır milyonlarca emekçi. Ama küçük burjuva dar görüşlülük, ne yaşadıklarından bir şey öğrenir, ne gerçekliği kabul etmeye yanaşır. Onu sermaye düzenine bağlayan o kalın zincir, burjuvazi tarafından sürekli ve sürekli aldatılmayı olanaklı hale getirir.

Dinci faşist iktidar, eğer bir “yeni anayasa ihtiyacı”ndan bahsediyorsa, bunun asıl sebebi, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, bu zorlu iç savaş koşullarında mevcut haliyle bu faşist anayasaya ve yasal hükümlere bile tahammül etmelerinin mümkün olmayışıdır. Daha önce İçişleri Bakanı SS, AYM başkanı ile polemiğinden bunu apaçık söylemişti. “Yasallık bizi boğuyor” çığlığı dinci faşizmin mevcut duruma verdiği tepkiydi. Pratikte hemen her tür yasayı askıya alan, her tür engelden kurtulmuş enerjik bir idari yapı kurmaya çalışan dinci faşist iktidar açısından “yeni anayasa”nın asıl anlamı, tam da böyle bir enerjik yapıya “anayasal destek” sağlama ihtiyacıdır, daha ötesi değil.

Bugün burjuva “muhalefeti” bile bir “sürtünme kuvveti” olarak görüyor dinci faşizm. Daha doğrusu, sınıflar mücadelesinin geldiği düzey, sermaye düzeni açısından her tür “çatlak sesi” bertaraf edilmesi gereken bir etmen haline getirmiş durumda. Tabiri caizse bir “monolitik yapı” gerekiyor sermayeye. Küçük burjuva uzlaşmacılığı ise, muazzam bir dar görüşlülük içinde gündeme gelen tartışmayı, kendi hayal dünyası için bir tartışma platformuna çevirmeye kalkıyor!

Bilindiği gibi, son tahlilde toplumsal yaşamın sorunları, sınıf mücadelesinin en şiddetli, en keskin biçimiyle, yani iç savaşla karara bağlanır.” (Lenin)

Bu gerçek asla akıldan çıkarılmamalıdır. “Toplum sözleşmesi”, “toplumsal barış/uzlaşı” gibi boş sözlerle, “çoğunluğun iradesi” türünden boş gevelemelerle oyalanmak, ölü metinlerden yepyeni bir geleceğin doğacağını beklemek, ancak küçük burjuva uzlaşmacılığına has dar kafalılıktır. Geleceği kazanmak isteyen bu ham hayallerle oyalanmayı bırakmalıdır. Bu uzlaşmacı anlayışın acısını sadece anlayışın sahipleri çekmiyor. Etkili oldukları ölçüde ve etkili oldukları kitleler de bu uzlaşmacı anlayışın sonuçlarından acı çekiyor. Türkiye ve Kürdistan halkları acı çekiyor.

Özgürlüğü ve geleceği kazanmak için “tayin edici anda ve tayin edici yerde daha güçlü olmak, zafer kazanmak gerekir.”

Sürüp giden acımasız sınıf savaşımının şaşmaz kuralı budur!