Havuzun lağım medyası artık psikologların konusu olmaya başladı. Şizofreni, mitomani, manik depresif araştırmalarına bol malzeme sağlamakla meşgul! Komedi programlarında salt absürt mizah olarak sergilenen kısa oyunlar, bu lağım kanallarının ana karakteristiği olarak öne çıkıyor. Sadece belli başlı sıcak gündemler konusunda neler yazıp çizdiklerine şöyle bir göz atmak bile durumun trajikomikliğini göstermeye yeter de artar doğrusu.

Geriye kalan “muhalif” burjuva medyaya gelince... Alabildiğine sığ, kaba bir RTE-karşıtlığı temelinde, her gelişmeyi bu ana eksen etrafında ele alan, toplumun bu ana eksen etrafından konumlanmasını arzulayan bir çizgideler. Burjuva “muhalefet”in temel misyonu, istek ve çabasının dışa vurumudur bu yaklaşım. İki kutuplu bir toplumdur arzuladıkları. Ama bu iki kutup, gerçekte iki karşıt kutup değildir. Burjuva düzen sınırları içinde toplumun “iki seçenek” etrafında toparlanmasını arzulamaktadır. Tıpkı ABD’nin filler ve eşekleri gibi, “cumhur” ve “millet” etrafında toplanan, bu iki “kutup” dışına taşmayan bir yapıyı güçlendirmektir tüm çabaları.

Burjuva “muhalif” medya, kendi amaçları doğrultusunda çalışırken, emekçi yığınların görünür sefaletine, bu anlamda derinlerde mayalanan isyanının yüzey çırpıntılarına yer vermek zorunda kalıyor. Devasa bir koro halinde yükselen halkın çığlıklarını ister istemez başlıklarına taşıyor. Peki ne diyor o devasa koro: Açız aç!

Bilinir. Emekçi sınıflara özgü bir tutum vardır bu topraklarda. Mağrurdurlar. Yokluğunu, yoksulluğunu gizleyen, konu komşusuna ihtiyaçlarını göstermemeye çalışan bir mağrurluk. Oysa artık sosyal medya bugünlerde bizzat o sefaleti yaşayanların çektiği görüntülerle dolu. İnsanın, kişinin, hayat karşısında tutunduğu değerlerin toplamı olan onur, aç mideler karşısında güçsüz kalıyor.

Bu aslında sistemin reva gördüğü bir yaşama karşı isyandır, başka değil. Bunun adı ölümüne bir yaşam. Çünkü kıskaç altında kalmış bir yaşam. Çalışmak hastalık, çalışmamak ise ölüm ve açlık. Sokağa çıkmak hastalık, çıkmamak açlık… otobüse binmek hastalık binmemek açlık… susmak hastalık, susmamak açlık… Böylesine kıskaç altında bir yaşam. Tek tümceyle ölümüne yaşam!

Ve böylesine bir “ölümüne yaşam”, burjuva dünyada adeta alay edercesine bir kibirle karşılanıyor: Al bir keyif çayı iç! Çay? Evet, acıyı da yanına bal eyle! İsyan mı edeceksin? Sakın ha, malum erken seçim var zaten. Sabır, her işin başı sabır! Burjuva dünya, hükümeti ve muhalefetiyle, tam olarak bunu öneriyor.

Oysa ölümüne yaşam, sabretmeyi imkansız hale getiriyor. Her şey bıçak sırtı bu yaşamda. Sabretmek, beklemek, ummak, umut etmek mümkün değil. Burjuva sınıfın herhangi bir manevra alanı kalmamış durumda. Çünkü sorunları o kadar derin ve acil ki, çözümün bizzat kendisi tümüyle sistemin sınırlarına geldi dayandı.

Çözüm sistemin sınırlarının ötesine taşmış ve yakıcı bir hal almışsa, burjuva “muhalefetin” hiçbir başarı şansı kalmamış demektir. (Aynı şekilde sosyal reformist hareketlerin de.) Eğer CHP şahsında bu “muhalefet” ölü taklidi yapıyorsa sebebi budur. Burjuva hükümet ise işi iyice fanteziye vurdu. Deli sayıklaması resmen: “Bütün dünyayı dize getiren Türkiye!”

Siyasette fantezi kimi zaman iddiaları güçlendirmek ya da hayal gücünü harekete geçirmek için işe yarar. Ama zaman o zaman değil. Fantezi artık öfkeyi yoğunlaştıran, birleştiren bir etki yaratmaya başladı. Ve yoğunlaşan birleşen bir öfke de yürünecek yolu açıyor. O yol ki sonuna kadar gidilecek bir kararlılıkla sonucuna ulaşabilir ve böyle bir kararlılığı kuşanacak kişiler de ancak bu kadar yoğun bir öfke ile yola çıkabilirler. Peki öfkenin taştığını biz nerden anlıyoruz derseniz... burjuva medyanın manşetlerine bakın. Sosyal medya eğer bir kap ise burjuva medya o kabın taştığı alandır!