< < Afganistan’da İktidar Savaşları-3 - Sayfa 3

Makale Dizini

1996 Taliban İktidarı

Molla Ömer önderliğindeki Taliban, iktidara dehşet, vahşet görüntüleri eşliğinde geldi. Pakistan Ordusu'nun çocuğu olan Taliban’ı ilk kutlayan doğal olarak Pakistan Hükümeti olmuştu. Benazir Butto, caddelerde kan oluk oluk akarken kadınlar evlerine hapsedilmiş, sokağa çıkamaz durumdayken, Vatan Partisi lideri Necibullah ve kardeşi BM binasından alınıp vahşice katledildikten sonra, meydandaki trafik direklerine asılmışken, gece sokağa çıkma yasağı sonrası caddelere çıkanlar ağaçlara, trafik yahut da elektrik direklerine asılmış yüzlerce insan cesetleriyle karşılarken, yeni yönetime, Taliban’a destek açıklaması yapıyordu. Ülkesinde “kadın haklarını savunan” Benazir Butto, bir kadın başbakan olarak, Taliban tarafından recm cezası uygulanan, tecavüz edilen binlerce kadının yaşadığı bu ülkeye desteklerini bildiriyordu! Şeriat yasalarının daha önceki hükümet tarafından hafif uygulandığını belirten ve uygulamaları acımasızca sertleştiren Taliban’’ı destekleyen ve öven açıklamalar Suudi Arabistan'dan da geliyordu. Suudi Arabistan yıllardır maddi, manevi olarak desteklemekle kalmamış, Suudi Krallığı'nın aile dostu Bin Ladin ailesinin 57 çocuğundan 17.’si olan Usame Bin Ladin'i de savaşı yönlendirmesi ve Suudi parasının kullanımını denetlemesi için göndermişti. Bu yüzden destek açıklamalarında şaşıracak bir şey yok.

Talibanın “zaferi” Suudilerin de “zaferi”ydi, bundan dolayı da ayakta alkış tutuluyordu.

Asıl şaşırtıcı gibi görünen ABD'nin önemli petrol şirketlerinden olan UNOCAL'ın açıklamalarıdır. Gizli kapaklı yürüyen ABD'nin Afganistan'daki savaştaki etkinliğini (ve de nedenini) açığa çıkartan gelişmelerden biridir. Taliban işbaşı yapar yapmaz, UNOCAL yetkilileri ülkedeki yeni yönetimden memnun kaldıklarını belirtip, birlikte ortak yatırımlar yapmak isteklerini açıklayarak büyük bir ekonomik anlaşmaya imza attılar. ABD petrol devi UNOCAL'ın Afganistan'daki yatırım alanlarına böylesi önem vermesinin nedeni, Hazar Denizi Havzasına yakınlığının sağladığı avantajla Orta Asya petrol ve doğalgazın Afganistan üzerinden Hint Okyanusu'na aktarılmasının, taşınmasının olanaklı oluşudur.

90'ların başında Hazar Denizi'nin çevresinde tespit edilen doğalgaz rezervleri Basra Havzası'nın ardından dünyanın ikinci büyük rezervini oluşturuyordu (Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan toprakları bu enerji yataklarına ev sahipliği yapmaktadır.). Bu topraklardan çıkarılan petrol ve doğalgazın Rusya üzerinden geçen boru hatlarıyla Avrupa'ya pazarlanması (ve pek tabi Asya ülkelerine pazarlanması) Rusya'nın doğal gaz fiyatlarını belirleyen bir güç olması ve Avrupa'nın giderek Rusya enerji kaynaklarına bağımlılığının artması ile sonuçlanıyordu. Bu döngü ancak yeni bir enerji koridoru oluşturulursa kırılabilirdi. Salt Rusya'nın egemenliğini kırmak değil, aynı zamanda yeni bir enerji koridorunu oluşturacak olan şirkete büyük karları da beraberinde getirecekti. UNOCAL enerji pastasından kocaman bir dilim koparmak için hazırlık yapmaktaydı. Taliban sayesinde ülkede kurulması planlanan merkezi hükümet enerji koridorunun güvenliğini sağlayabilirdi. UNOCAL'ın Talibana destek açıklamalarının nedeni bu yüzdendir. Ancak Taliban 4-5 yıllık iktidarı süresince ülke topraklarının güvenliğini sağlayamamıştır.

1996'da Kabil'i ele geçirip Kuzey ittifakını Kabil'in kuzeyine iten Molla Ömer'in komutası altındaki Taliban, ne kendi denetimindeki Afganistan topraklarının %85'inde çatışmalara, ayağa kalkışlara bir son verebilmiş ne de Kuzey ittifakı ile çatışmalara, savaşlara.

 

Taliban Yönetiminin Yaptıkları Yahut Yapamadıkları

Taliban’ın ne ülkenin yönetimi ve idaresi, ne dış ilişkiler, ne ekonomi... Hiçbir şey hakkında bilgileri yoktu. Onlar din ve askerlik dışındaki “dünya işleri”üzerine bilgiye sahip değillerdi. Molla Ömer Hükümeti'nin ülke yönetimindeki etkinliği sadece şeriat yasalarını kapitalist üretim sürecine geçmiş bir ülkede uygulamaya çalışmaktan ibaretti. Mollalar, din adamları hükümet koltuklarına oturmuş, her gün bir önceki günkü “fetva”larını yok sayan, yalanlayan “fetva”larla ülkeyi yönetmeye çalışıyorlardı. Halkın içinde bulunduğu durumla fetvalar örtüşmediğinden, bu uyumsuzluğu aşmak için yeni bir fetva yayınlanmak zorunda kalınıyordu. Yoksul ve ezilen halk için değil, kendi çıkarlarını ve egemenliklerini korumak için yeni fetvalar hazırlanıyordu. Önemli olan şeriat hükümleri değil, sadece ekonomik ve toplumsal egemenliklerini devam ettirmekti. Bir kaç örnek:

İktidara geldiği ilk günlerde uyuşturucu ticareti ve haşhaş ekimini yasaklamış olan Taliban, kısa bir süre sonra, uyuşturucu patronları gelirlerinin yüzde onunu önerdiklerinde, yasak kalktı bir fetva ile. O zaman için 500 milyon dolar olan uyuşturucu gelirinin yüzde onu yani 50 milyon dolar doğrudan hükümet kasasına akacaktı. Yasağın kalkması için oldukça geçerli bir sebep.

Bir başka örnek, Rabbani hükümeti tarafından (Taliban öncesi hükümet) oy hakları ellerinden alınan kadınlar, yeniden evlerine hapsedilmişti. Ancak savaş yüzünden pek çok ailede çalışacak durumda erkek kalmamıştı, ya ölmüşler yahut sakat kalmışlardı. Ailenin ekonomisinden büyük çoğunlukla kadınlar sorumluydu, ancak onların da çalışmaları yasaklanmış olduğundan evlerine gelir girmiyordu. İlk başta çalışmalarına evden çıkmamak koşuluyla izin verildi, doğal olarak sorun çözülmemişti. Toplum yaşamında pek çok iş kolunda kadınlar çoğunluğu oluşturduğundan, üretimde büyük çaplı aksamalar meydana gelmekteydi. Devlet memurlarının, doktorların, öğretmenlerin, mühendislerin çoğunluğunu kadınlar oluşturuyordu, fabrika işçileri kadınlardı, aynı şekilde toprak işçiliği de kadınların sırtındaydı. Ve evden çıkmadan maaşların ödenmesi toplumsal yaşamı, toplumsal üretimi aksatmaya devam ediyordu. Öyleyse yeni bir “fetva”ya ihtiyaç vardı ve fetva çıktı; kadınlar çalışabilirlerdi ancak burkaların yani kafesi andıran yüzlerindeki peçeler ve ayaklara kadar inen çarşafın altında, erkeklerin olmadığı çalışma alanlarında, aileden erkeklerin izni ve refakatiyle.

Başlangıçta radyo, televizyon, video, müzik insanları zevk-ü sefaya sürüklediğinden, şeriat kurallarını yerine getirmelerine engel olduğundan yasaklanmıştı. Evlerdeki antenler söküldü, videolar kırıldı, kasetler yol ortasında yakıldı, hatta trafik direklerine parçalanmış radyolar asıldı, düğünler basılarak çalgılar toplatıldı, yok edilmeye çalışıldı. Sonra din adamları radyolar aracılığıyla dini propaganda yapılabileceğini keşfedince, sadece kuran ayetlerinin okunması şartıyla radyo istasyonları yeniden faaliyete geçti ve yayınlarının dinlenmesine izin verildi.

Çocukların sokaklardaki oyunları, satranç vb. ev oyunları da dinden uzaklaşıldığı gerekçesiyle yasaklanmıştı. Yasaklara uymayanlar sokak ortasında kırbaçlanarak, dövülerek cezalandırılıyordu.

Bu kadar örnekten anlaşılacağı üzere, Taliban’ın tutarsız ve Afgan yoksul ve emekçi halkının yaşamıyla, kültürüyle uyuşmayan fetvalarının işlerliğe kavuşabilmesi için, her türlü zor araç ve yöntemlerinden faydalanmaktaydı. Taliban iktidarlarını devam ettirebilmek için her türlü zorbalığı, vahşeti gerçekleştiriyordu. Meydanlarda darağaçlarına dönüştürülmüş trafik direklerine sabaha karşı asılan insanlar, hırsızlık yaptığı için sokak ortasında elleri bileklerinden kesilenler, başka birini sevdiği için “recm” cezasına çarptırılan ve atılan koca koca taşlarla öldürülen kadınlar... Vahşet tüm insanlara seyrettiriliyor, günlük yaşamın sıradanlaşan ayrıntılarına dönüştürülmek isteniyordu.

Vahşetle insanların değişim için bir araya gelmelerini, dayanışma duygularını öldürmeyi hedefliyorlardı. Vahşetin yaratacağı korkuyla iktidarını pekiştirmek amaçlanmaktaydı. Düşünmeden, sorgulamadan her türlü yaptırıma boyun eğen insanların varlığının ilerde korkunç öfke patlamalarına neden olacağı, varlıkları bu kadar değersizleşmiş insanların, açlık ve yoksullukla “terbiye” edilmeye çalışılan ezilen halkların, büyük bir kararlılıkla toplumu, sistemi değiştirmek için ileri doğru adım atacakları aşikardır. Ama o güne kadar egemenler, sömürü sistemlerini devam ettirecek olmalarından dolayı, günü kurtarma, sonlarını geciktirme arayışıyla cinayet, hırsızlık, uyuşturucu, fuhuş, insan ve silah güçleri de destek alarak varlıklarını sürdürmeye çabalarlar. Ezilenleri dinle, afyonla ve vahşet görüntüleriyle uyuşturup sistemlerini devam ettirirler.

Taliban ülke içerisinde kargaşalığa son veremediği gibi, böyle bir amacı da yoktu. Varlık nedenini ve olanağını toplumdaki huzursuzluk ve çatışma ortamına borçlu olan Taliban bu durumu sorun olarak görmedi. Aksine ülke içerisindeki sorunlar komşu devletlere, özellikle de Müslüman nüfusun yoğun olduğu bölgelere taşındı. “Şeriatı yayma” adına “cihat” söylemleriyle dış ülkelerde Müslüman nüfus içerisinde barınmaya ve dini çatışmalar çıkartmaya çalıştılar. Tehdit ve şantajla satın alarak, sabotajlarla, kendilerine yakın tarikatlarla ilişkiye geçip onları kendi saflarına çekerek ve sonra da finansal destekte bulunarak o ülkelerde iç sorunlar çıkarıyordu. Taliban ve El-Kaide'nin iç karışıklık yaratması, etnik çatışmalar çıkarması ABD tarafından destekleniyordu. Çünkü ABD bu sayede o ülkelere ekonomik, siyasi ve askeri müdahalelerde bulunuyordu; askeri üsler açıyor, hatta üzerlerine bomba yağdırabiliyordu (Pakistan ve Sudan gibi). Aynı zamanda bu iç çatışmalar nedeniyle Tacikistan, Özbekistan, Çin gibi Asya ülkelerinin zarar görüyor oluşu ABD'nin çıkarına işleyen süreçtir. ABD'nin emperyalist çıkarları uğruna, Asya'ya yayılma düşleri nedeniyle milyarlarca insan açlıkla boğuşuyor, milyonlarcası savaşın yarattığı yıkım nedeniyle hastalıklarla, sakatlıkla ve ölümle yüz yüze kalıyordu.

96 yılında iktidar koltuğuna oturan, Taliban’ın başı Molla Ömer, siyasi aczi, devlet yönetimindeki başarısızlıkları olmasına karşın, mollaların başı olması nedeniyle “Tanrı katındaki mertebe” nedeniyle yoksullarda korku salarak iktidarda kalmaya devam etti. Molla Ömer'in en büyük yardımcısı Suudi sermayesini arkasına alarak Afganistan'ın Kandahar bölgesine yerleşen damadı Usame Bin Ladin'dir.

Usame Bin Ladin hem aile serveti hem de Suudi Krallığı'nın serveti ile Taliban’ın kontrolünde bulunan ülkenin %85'lik kesiminin idaresini de eline almıştı. Taliban komutanlarını, toprak sahiplerini, “savaş ağalarını”, iş adamlarını sermayesinin gücüyle ayakta tutuyordu. Kandahar'a 1997 yılında yerleşmesi sonucunda kendisini Afganistan'a kapatmış olmadı. Usame'nin liderliği altındaki El-Kaide, ülke dışında etkinliğini de devam ettiriyordu. Özellikle Mısır, Sudan, Somali ve Yemen'deki aşırı İslamcı gruplar Bin Ladin tarafından finanse ediliyor, Afganistan'daki El-Kaide kamplarında eğitimden geçirilerek askeri, teknik, dini ortak gündemli toplantılar yapılıp, kararlar alınıyordu. Sonra da ülkelerinde proleter ve komünistlere karşı savaşıyordu. 1998 yılında Khost'taki El-Kaide kampında düzenlenen toplantıda “Yahudilere ve Haçlılara karşı Uluslararası İslami Cephe” isimli “Manifesto” çıkardılar.

Khost'taki bu kamp bizzat CIA ajanlarının planları doğrultusunda Sovyet'lere karşı savaşta sıhhi ve askeri depo ve aynı zamanda askeri eğitim alanı şeklinde Usame Bin Ladin tarafından inşa ettirilmişti. ABD planı ve sermayesiyle yapılan Khost'taki bu kampta ABD karşıtı bir karar alınmış sonucu çıkartılmasın. Hayır, bilakis “Yahudiler ve Haçlılara Karşı Uluslararası Cephe” sadece proletaryanın kurtuluş mücadelesinin önünde engel yaratmak için kararlar alır. Sözlere değil pratiğe bakmak yeterli. Sözler yoksul ve ezilen kesimi uyutmaya, kandırmaya yöneliktir. Ancak pratik, sözlerin doğruluğuna ayna tutabilir.

Khost'taki bu toplantı sonrası Ağustos 1998'de ilk eylem gerçekleşti. Kenya ve Tanzanya'da bulunan iki Amerikan büyükelçiliği bombalandı. Patlayan bu bombalar sonrası ise Sudan ve Afganistan-Pakistan sınırına misilleme olarak ABD füzeleri yağdı. Sudan'a atılan akıllı füze ülkenin en büyük ilaç depo ve üretimi fabrikasına isabet etti ve ilaç stoklarının büyük bir bölümünün yok olması nedeniyle hastalıklar tedavi edilemediğinden, yüzlerce insanın ölümüne neden oldu. Afganistan-Pakistan sınırında yer alan El-Kaide ve Taliban kamplarına yönelik bombardıman sonrası ise kamplarda hasar meydana gelmedi. Birkaç füze “yanlışlıkla” Pakistan'a ulaştı, elektrik santraline ve medreselere zarar verdi! Afganistan'da ise yoksul dağ köylülerinin üzerine yağdı.

Ama asıl önemli sonuçlar şöyledir; Kenya ve Tanzanya'daki bombalamalar sonrası ABD Afrika'daki üslerini yenilemiş, takviye etmiş, asker sayısını arttırmıştır. Ayrıca Pakistan'ın atom bombası imal etme çabalarına yönelik bir uyarıda bulunmuştur, tehdit etmiştir. Bir diğer sonuç ise; Usame Bin Ladin Müslüman nüfus ve batılılar tarafından tanınan bir isim haline getirilmiş, yıldızı parlatılmıştır. CIA'ın güvendiği Usame Bin Ladin ismi “etnik çatışmaların” sınıf savaşımının önüne geçebilmesi için ve Müslüman kesimi bu güvendiği isim çerçevesinde denetimi altında tutmak için bilerek parlatılmıştır.

1994 yılında kırmızı bültenle aranmaya başlayan Usame Bin Ladin için 1998 Kasım'ında (Kenya ve Tanzanya'daki büyük elçilik bombalanması sonrası) başına 5 milyon dolar ödül konmuştur. Bu sayede Usame ABD karşıtları arasında kahramana dönüştürülmek istenmiştir. Gerçek anlamda ABD, hiçbir zaman Usame'yi aramamıştır. Eğer aramış olsaydı, Türkiye'de bile çok rahatlıkla ele geçirilebilirdi. 21 Eylül 2001 tarihli Cumhuriyet gazetesinin haberine göre iki kez Türkiye ziyareti yapmış Usame Bin Ladin. Hem sadece Türkiye değil, pek çok ülkeye heyetlerle beraber ziyaretlerde bulunmuştur. 5 milyar dolar yıllık gelire sahip Usame, 96 ve 98 yıllarında, Erbakan'ın başbakanlık yaptığı yıllarda iki kez Türkiye'ye gelmişti. Hem de kendi havacılık şirketine ait, kendi adını taşıyan özel uçağıyla Riyad'dan havalanıp gelmişti. Cumhuriyet gazetesinin edindiği bu bilgiden CIA'nın haberinin olmaması mümkün olabilir mi? CIA'nın Usame'yi yakalamamasının tek bir nedeni olabilir, ABD'nin çıkarları dahilinde hareket ediyor oluşu... Ki, 11 Eylül ve sonrasında yaşanılanlar bunun kanıtıdır.