Halkları birbirine düşman etmek, korkutmak yıldırmak için faşist devlet bütün kurumlarıyla, bütün enerjisiyle işbaşında. Bu konuda en çok görev tekelci basına düşüyor ve yabana atılmayacak bir şevkle çalışıyorlar! O kadar çok yalan, o kadar çok hile-düzenbazlık, dürüstlük ve gerçeklik olarak veriliyor, o kadar bayağı şovenizm-faşizm, özdeşlik-birlik olarak gösteriliyor, empoze ediliyor ki, artık iğrenme sözü bile yetersiz kalıyor. Onların dilinde, elinde her şey, yalanlar gerçek, gerçekler yalana dönüşüyor... Haberi sunanlar da tıpkı burjuva politikacılar gibi yalnızca yalan söyleme üzerine kurulu olduklarından, görüntüler-gelişmeler tersini söylese de fark etmiyor onlar için...

Oysa nesnel yaşamın gerçekleri korkunç boyutta. Buzdağının görünen ucuyla, yüzlerce genç kızın, çocuğun tecavüz sonucu hamileliği, her gün yenisi eklenen kadın cinayetleri, vakıflarda, yurtlarda, evlerde çocuklara yönelik taciz-tecavüz, şiddet... İşsizliğin milyonları bulan artışı, vergilerin yükselişi, ücretlerin eriyişi, öğrencilerin karşı karşıya bırakıldığı gerici eğitim işkencesi, işsizlerin sokağa taşan, işçilerin ise “gizli” tutulan intiharları, artık istatistiği bile tutulmayan -sayı çok fazla olunca- iş cinayetleri, Kürt halkının üzerindeki şoven baskı ve ilhakı, cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalar, burjuva yargı kırıntısı diye bile bir şeyin kalmamasıyla hüküm süren “adalet cinayetleri”, polisin lokantada, sokakta, keyfiyetle adam öldürmesi, çocukları araçlarla ezmesi, kadınlara tecavüzü ve daha sayısız sorun...

Bu sıralanan sorunlar yumağı bir anda oluşmadı, on yılların burjuva toplumunun sonucudur her biri. Kapitalizm bu sorunları yaratan baş aktör olarak zerresini çözecek durumda değil, olamaz da. Böylesi içiçe geçmiş, yığılmış, derinleşmiş sorunların olası bir isyana dönüşmemesi için bulabildiği “çare” ise savaş! Yani daha fazla yıkım. Tek başına hiç bir anlamı olmayan “terör” kavramıyla ilan edilmiş savaş, faşist devlet için mucize kavlinden sorunları yok ediyor! “Milli ve yerli” tek mesele savaşa destek varken, başka sorunlardan söz edilir mi? Özellikle kardeşlikten, savaş karşıtlığından, halkların, ulusların kendi kaderini tayin hakkından bahsedilir, mücadele edilir mi? “Yok derseniz yok olur” hokus-pokusunu iktidar bulmadı ama bunu en iyi beceren oldu belki de!

Şu ana kadar, hükümete göre 31 asker ölmüş (ÖSO çetelerini onlar bile takmadığından ölü sayısı verilmiyor), yabancı ajanslara göreyse ikiyüz asker ve yüzlerce de ÖSO'cu. Alınan yerler ise bir aydır tekrar tekrar alınıyor. 3 saat – 3 gün çoktan unutuldu. Dünyanın en büyük orduları arasında yer alan bir orduya sahip hükümet, neredeyse bütün suçu ABD'ye atıyor ve en büyük anti-Amerikancı olduğunu ispatlamak için konsolosluk sokağının adını değiştiriyor! Tekelci faşist devletin içine girdiği çöküş savaşla hızlanıyor.

RTE yıllarca kadınlara “en az 3 çocuk doğurun” derken aslında tam da “biz onları savaşa göndereceğiz. Yarısı savaş zayiatı olacağından dönmeyecekler, kalanlar ise sömürü çarkında zaten eriyecek, demek istiyordu. Ve şimdi öyle de oluyor.

Türk ve Kürt analar bugün çocuklarını askere gönderirken, otoritenin baskısıyla yalnızca sessiz gözyaşı döküyorlar. Bir süre daha gözyaşlarını aynı sessizlikte akıtabilirler, ancak savaşın haksızlığı karşısında uzun süre sessiz kalmayacaklardır. Kaldı ki bu, kendiliğindenliğe bırakılmayacak kadar önemlidir. Çünkü halkları birbirine düşman etmek isteyenleri alt etmek için, kadınların muhakkak örgütlenmesi, anaların sokağa çıkarılması şarttır. Çünkü bu gericiliğin, faşizmin, şovenist savaşın etkisinden en hızlı kurtulacak kesim (ezilenler arasında) varsa, o da emekçi yoksul kadınlardır. Öncelikle emekçi yoksul kadınlar ekonomik olarak dibe vurmuş bir yaşam içindeler. Bu savaş durumlarını daha da kötüleştirecektir.

Silahlanmaya ayrılan bütçe daima fazlaydı, artık tartışmasız daha fazla olacak ve bu kadar büyük bir bütçe için paralar havadan yağmayacak! Vergiler yeniden çeşitlendirilip, sözde kaldırılanlar da yeniden düzenlenip artacak, ki buna başlandı bile. Devlet “şehit” yakınlarının tepkisini almamak için adeta “şehitliği” ekonomik kazanç kapısı haline dönüştürüyor. Yayınlanan “şehit” mektuplarına bakın, “ölürsem size kalacak para ile geçiminizi sağlarsınız” deniliyor. Bu sadece aile sevgisi değil, önceden yapılmış yoksulluğun ekonomik hesabıdır. Sözleşmeli uzman erlerin kameralar karşısında, ya da sosyal medya hesaplarında “her şey vatan sevgisi için” demeleri gerçeğin gözünün içine bakmaktan kaçındıkları içindir. İşsizlikle geçen aylar, atanamamış olmak, mevcut iş kollarındaki ücretlerin bir aileyi geçindiremeyecek kadar düşük oluşu vs. genç erkekleri bir iş kapısı olarak orduya yöneltiyor. Orada aldıkları eğitimle de faşizmin neferlerine dönüşüyor. Analar ve eşler gayet iyi biliyor ki, çocukları/kocaları işsizlik, yoksulluk yüzünden oradalar. Onların ölümüyle belki bir daire ya da biraz daha iyi bir yaşam beklentisi! İşte kapitalizmin kutsal ailesi, kutsal vatan sevgisi, kutsal mertebesi bu kadar ekonomik! Peki bu ekonomik mertebenin bütçesi kimden karşılanacak? Karlarına kar katan, vergilerin çoğundan muaf tutulan tekellerden, patronlardan karşılanmayacağı kesin. Tabii ki yine üç kuruşa çalışan yoksulların, emekçilerin vergilerinden, devlet giderlerini azaltmak için işten çıkarılanlardan, düşürülen ücretlerden...

Kadınların ve çocukların yaşamları o kadar korkunç bir durumdayken, “yerli ve milli” savaşın ortasında tamamen “yok hükmünde” olacak. Ama emekçi kadınlar, cahil ve otorite hayranı budala yığınlarla karıştırılmamalı. Bu savaşın şoven-faşist karakteri anlatıldığında, yüreklerine ve bilinçlerine dokunulduğunda gerçeklerin gözünün içine bakmaktan korkmayacaklardır. Bu nedenle, bu yılki 8 Mart'ın diğerlerinden çok daha özel bir yanı olacaktır.

Emekçi, yoksul kadınlar arasında yürütülecek devrimci propaganda etkisini mutlaka gösterecektir. Onların sokağa çıkışı, işçi sınıfını da sokağa taşıyacaktır.