Kapitalizm bütün dünyada olduğu gibi bizde de uzun süredir tam bir çürüme ve çöküş içinde. Daha öncesi bir yana, son altı ayda yaşananlar bile, burjuva toplumun büyük bir hızla kendi sonuna doğru sürüklendiğini; toplumsal bir devrimin zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu kanıtlıyor.

Sefalet ve yoksulluk kapitalizmde hep var olmakla birlikte, özellikle pandemiden sonra giderek hem derinleşti hem yaygınlaştı. Açlık, aylardan beri toplumun gündeminin başında yer alıyor. Pandemi bitti diye bütün tedbirleri kaldırdılar, ama bu da çare olmadı. Çünkü sorunlar kapitalizmin kendisinden kaynaklanıyor.

Enerji ve konut fiyatlarının yükselişiyle birlikte sebze-meyve fiyatları ve kiralar uçuşa geçti. Sadece elektrik, doğal gaz faturaları ve bir de kiralar asgari ücretle yaşamı imkansız hale getirdi. Deprem öncesinde mikrofon uzatılan bir emekçi, emekçilerin yaşamını şöyle ifade ediyordu: “Sıfırdan bile başlayamıyoruz. Eksideyiz.” Bütün her şey üst üste binmişken, bir de büyük bir depremle sarsıldık. Deprem 11 kentte ve yüzlerce büyüklü küçüklü yerleşim yerinde yıkıma yol açtı, ama bütün ülkede de toplumsal bir sarsıntı yarattı.

Bir değil, bir dizi deprem yaşandı. Bu yazı yazılırken, depremin üzerinden 35 gün geçmiş olmasına rağmen, bütün bölge beşik gibi sallanmaya, artçı sarsıntılar yıkmaya, felaketin boyutlarını büyütmeye devam ediyordu. Depremzedelerin önemli bir kısmı başka kentlere, akrabalarının, tanıdıklarının yanına taşınarak, sığınarak kendi yağında kavrulmaya çalışıyor; bir kısmı da çadır kentlere yerleşti. Ancak deprem bölgelerinde tutunmaya, yaşamını sürdürmeye çabalayan nüfusun büyük bir kesimi, halen uydurma çadırlarda, muşambadan naylonlar yaptıkları derme çatma yerlerde barınmaya çalışıyor.

Burjuva toplumun tepesinde yer alan büyük sermayeden burjuva devletin yöneticilerine, siyasi yelpazede yer alan iktidarından muhalefetine bütün burjuva partilere kadar türlü çeşitli burjuva sözcüler, depremin ilk gününden başlayarak toplumu “Birliğe ve Dayanışma”ya çağırdılar. Hemen belirtelim, halkı dayanışmaya çağıran bu dinci faşist devlet, 1999 depreminde bir defalık diye koyduğu deprem vergisinin adını değiştirip kalıcılaştırdı. Onlarca yıldan beri topladığı milyarlarca lirayı da “kentsel dönüşüm” diyerek inşaat tekellerine aktarmaktan başka bir şey yapmadı. Şimdi de ilk yaptığı, yardım toplamak ve “deprem vergisi” almak oldu.

Onlar havanda su dövüp para toplarken, asıl destek ve dayanışmayı gösterenler emekçi yığınlar, ezilen ve sömürülen milyonlar oldu. Sadece şu iki örnek bunu kanıtlamaya yeter. Kaldı ki sosyal medyada on binlercesine ulaşmak mümkün. İlki Maraş’tan. Yıllardır dinci-faşist partiye destek verdiği her halinden belli bir depremzede diyordu ki, “Yardımımıza ilk koşan Kürtler oldu. Halbuki biz onlara yıllardır terörist gözüyle bakıyorduk.” Kürtler derken kastettiği, deprem sabahı nesi var nesi yoksa toplayıp yardıma koşan Van halkıydı. İkinci örnek İstanbul’dan bir işçi: “Deprem çocuklarına gidecek diye verdiğim montu satmışlar. Ben onu oğlumun sırtından çıkarıp vermiştim” diyor. Oğluna yeni aldığı montu bağışlayan işçi, bu montun ve daha nicelerinin Kızılay tarafından satıldığını duyunca buna isyanını dillendiriyordu.

AFAD’ın arama-kurtarma yapmak bir yana, bunu yapanları, yapmak isteyenleri günlerce nasıl engellediğini sağır sultan bile duydu. Aynı şekilde depremde ilk yardıma koşması gereken devlet kurumu Kızılay’ın çadırdan battaniyeye, gıdadan giysiye satmadığı hiçbir şey kalmadığı gibi, bir de IBAN numaraları yayınlayıp, yardım topladığı halde deprem bölgelerinde bir bardak su bile dağıtmadığını da duymayan kalmadı. Her iki kurum da burjuva toplumla birlikte nasıl çürüdüğünü, kendi kendilerini yeterince rezil ettiklerini yine kendileri gösterdiği için, üzerinde daha fazla durmaya gerek yok.

İlk andan itibaren yardıma koşan kesimlerden birisi de küçük burjuva muhalefet yani sosyal reformistler, uzlaşmacı sosyalistler ve bunların gönüllü takipçisi sol-sosyalist örgütler, çevreler oldu. Bu kesim “çözüm dayanışmada” dedi, “yıkılanı birlikte, dayanışmayla yeniden kurarız” dediler, “yaraları sararız” dediler.

Neydi yıkılan? Sadece binalar mı? Yoksa binalarla birlikte dinci-faşist devlet mi? Yıllardır salt bir bastırma aracı olma dışındaki bütün işlevleri kof bir kabuğa dönüşen dinci-faşist devlet de, işbaşındaki dinci faşist hükümette birlikte onlarca kenti ve kasabayı yerle bir eden bu depremde kendi eserleri olan enkazın altında kaldılar. Neyi kuracaksınız “birlikte ve dayanışmayla”, neyi kuracaksınız “yeniden?” Hangi yaraları saracak, iyileştireceksiniz? Elbette dayanışmaya kimsenin itirazı yok ve olmamalı. Dayanışmaya evet, ama devrime hayır demekle, hangi yaraları iyileştirecek, neyi yeniden kuracaksınız, sormadan olmaz. Çünkü dayanışmayı devrimden koparıp devrimi sessizce bir kenara attığınızda binalarla birlikte burjuva toplumu, hadi faşist demeyelim ama burjuva devleti de yeniden kurarsınız, burjuva toplumun yaralarını sararsınız. Bunu bilmeyecek kadar saf olduğunuza inanmamızı beklemeyin.

Her ne kadar kendilerini sosyalist, sol, devrimci hatta komünist saysalar, büyük büyük laflar ediyor görünseler de bu tutumlarıyla, yaptıklarıyla devrime, devrimin gücüne inançsızlıklarını, ümitsiz vaka olduklarını, karamsarlıklarını gösterdiler. İşte bu karamsarlık, devrime ve devrimin gücüne inançsızlıktan geliyor. Bu da, devrimin ve yeni bir topluma geçişin önündeki en büyük engellerden birisidir.

Yeni bir topluma geçişin önündeki en büyük engel, malum, tekelci sermaye ve onun egemenlik aygıtı faşist burjuva devlettir. Bu kadar olmasa da buna yakın bir büyük engel de alt sınıflar arasında yaygın olan, durumlarında herhangi bir düzelme olacağına dair inançsızlık, karamsarlık ve kayıtsızlıktır. Kayıtsızlık, sermayenin egemenliğini sürdürmedeki en büyük müttefikidir. Yoksa kapitalizmi, sermayeye dayalı bu üretim sistemini savunmak için, bir avuç tekelci sermaye dışında kimse kalmazdı. Eğer bu olmasaydı, işçi sınıfının dışında toplumda ezilen sömürülen tüm kesimlerin kendileri henüz farkında olmasalar da çıkarları, tek kurtuluşları sosyalizmde olan ara sınıflar dahil tüm kesimlerin harekete geçmeleri, devrimci propaganda ve ajitasyondaki tüm hatalara, yetersizliklere rağmen bu kadar zor olmazdı.

Yoksulluk, özellikle açlık insanı sakatlar, yarım bırakır, düşünceyi dumura uğratır. Yoksul ve aç insan karamsardır. Çocuğunun ihtiyacını karşılayamayan anne-baba umutsuzdur, kötümserdir. Kötümserlik, karamsarlık, umutsuzluk insanın elini kolunu bağlar, felç eder. Felçli birini harekete geçirmek zordur; çok çaba, çok emek ister. Ona iyimserlik aşılamak, çıkış yolunu göstermek, gerçek kurtuluşunun ve tek çıkış yolunun sosyalizm olduğunu kavramasını sağlamak gerekir. Yoksa burjuva toplumu ve burjuva devleti “yeniden kurmak”, “yaralarını sarmak” değil.

Büyük sermaye, burjuva devletin bugünkü biçimi olan dinci faşist devleti ve uzun yıllardır işbaşında bulunan dinci faşist hükümeti eliyle emekçi sınıfın, işçilerin çok büyük bir kısmına asgari ücreti dayattı. Asgari ücret asgari geçim demektir, artık bugünkü enflasyon ve pahalılık nedeniyle asgari geçim de değil, doğrudan öğün atlamak demektir. Ekonomizm-sendikalizm buradan beslenir. Bir tas çorba, bir ekmek ya da asgari ücret/asgari geçim mücadelesi insanın ufkunu daraltır, körleştirir, gelecek hayallerini elinden alarak çaresizlik, karamsarlık yayar. Rusların deyimiyle rubleye kopek eklemek ya da Türkçesiyle liraya kuruş eklemek kavgasındaki zavallı, sefil, sahte zaferlerin kaynağı da bu karamsarlıktır; kendi gücüne, devrime, geleceğe olan inançsızlıktır.

Yeni bir topluma geçiş için önce bu karamsarlığın, devrime inançsızlığın aşılması gerekir. Yoksulluğa karşı mücadele devrim mücadelesi olarak sürmüyorsa hiçbir getirisi, sonucu olmaz, olamaz. Yoksulluğa, açlığa karşı mücadeleyi diğer toplumsal sorunların çözümü uğruna mücadeleyle bütünleştirip devrimci mücadeleye, devrim mücadelesine dönüştürmek gerekir. Deprem bölgesindeki yaraları sarmanın, onları ayağa kaldırmanın yolu da budur. Hem deprem bölgesindeki hem de ülkelerimizdeki emekçi yığınların, proletarya ve halkların tüm yaşamsal sorunlarının çözümü birleşik devrimde, birleşik devrim mücadelesini sonuna kadar vardırmadadır. Kürt, Türk, Arap bütün halkların ve emekçi yığınların kurtuluşu birleşik devrimde, devrimin zaferindedir.

Yaşanan bu büyük deprem ve bu depremi büyük bir felakete dönüştüren kapitalizmin kar hırsının topluma daha büyük acılar getireceği, artık herkesin görebildiği somut bir durum. Kapitalizm kendi yarattığı felaketlerin üstesinden gelemiyor, zaten gelmesi de beklenemez. Bütün yaşananlar açıkça gösteriyor ki emekçi sınıfın, ezilen ulus ve ulusal toplulukların tek kurtuluşu birleşik devrimi zafere taşımak, yeni bir topluma geçmektir. Bu deprem bölgesinde bir kat daha yoksullaşan, ellerindeki avuçlarındaki her şeyi kaybeden bütün halklardan emekçi yığınlar için de böyledir.

Özgür Güven