Daha önce defalarca açıkladık, devrimci komünistler ne reformları ne de reformlar uğruna mücadeleyi reddederler. Ancak reformlar uğruna mücadeleyle reformizm arasına net bir ayrım koyarlar. Reform, Stalin’in benzetmesiyle, karganın ağzındaki cevizdir.

“O cevizi alır, karganın kafasını da o cevizle kırarız.” Reform denince anlaşılması gereken en önemli olgu, bunun bir iktidar mücadelesi olmadığıdır. Reform, egemen sınıfın egemenliğini sürdürmesinin temel araçlarından biri olan politik iktidarını yıkmadan, emekçi sınıfın, ücretli emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesidir. Reformlar uğruna mücadele de, bu amaçla yapılan mücadeledir. İşte reformizm bu mücadeleyi asıl olanın yani burjuva sınıfın iktidarına son verip, emeğin iktidarının kurulması mücadelesinin yerine ikame eder. Bu emekçi sınıfın sömürülmesinin ve ücretli köleliğin sürüp gitmesi demektir; bu bir burjuva siyasetidir. Bu nedenle reformizm, burjuva ideolojinin işçi sınıfı içindeki uzantısıdır.

Egemen sınıf olan burjuvazi, emekçi sınıfın mücadelesine ve güçler dengesine bağlı olarak kimi zaman bazı reformlar yapmak zorunda kalır: ancak bu reformlarla verdiği ne varsa, kendisini güçlü hissettiği anda fazlasıyla geri almak üzere.

Tıpkı “enflasyona ezdirmeyeceğiz” diyerek yaptıkları ücret artışını zamlar, artan vergiler ve hayat pahalılığı yoluyla kısa sürede geri almaları gibi. Üstelik “demokrasi” adına, “özgürlükler” adına yapılan kimi reformlarla emekçi sınıf “kadrolu işçi”, “sözleşmeli işçi”, “geçici işçi”, “kadrolu öğretmen”, “sözleşmeli öğretmen,” “uzman öğretmen”, “özel okul öğretmeni” vb yapay statülere ayırarak bölüp parçalayan sermaye ve devlet, bu sayede hem sömürüyü artırır hem de bu reformları kendi konumunu güçlendirmek, sömürüyü ve ücretli köleliği sürdürmek için kullanır. Zaten bu nedenle reformizmin bütün biçimleri, pratik olarak burjuvazinin, emekçileri emeğin gerçek kurtuluşuna giden devrimci sosyalizm mücadelesinden uzaklaştırmak, devrimci mücadeleyi zayıflatmak için kullandığı bir araç, emekçi sınıfa yönelen birer silahtır. Bizde de diğer ülkelerde de emekçiler, ister liberal reformistlere ister sosyal reformistlere inanıp peşinden gittiklerinde hep aldatılmış, gerçek kurtuluşlarına giden yoldan, devrimci sosyalizm mücadelesinden uzaklaştırılmışlardır. Ancak emekçi sınıf gerçek kurtuluş yolundan gitmede, devrim, sosyalizm mücadelesinde ısrarlı olduğunda burjuvaziden hem reformları, hem ekonomik istemlerini, hem de çalışma ve yaşam koşullarındaki iyileştirmeleri daha kolay söküp almışlardır.

Bunun tersi de doğrudur. Emekçi sınıfın kendi bağımsız devrimci sınıf partisindeki örgütlülüğü, desteği ve politik mücadelesi ne kadar zayıfsa, emekçi sınıf üzerindeki burjuva etki ve onun bir uzantısı olarak küçük burjuva reformizminin etkisi de o kadar güçlü olur; emekçi sınıfın ideolojik ve politik olarak burjuvaziye bağımlılığı ne kadar büyükse, burjuvazinin emekçi sınıf içindeki etkisi ne kadar güçlüyse, burjuva sınıftan bir takım iyileştirmeler, reformlar elde etmek de o kadar zor olur. İşçi sınıfı hareketi burjuvazinin etkisinden ne kadar kurtulmuş, kendi bağımsız sınıf çizgisinde ne kadar ısrarlı ve örgütlüyse, amaçları ve hedefleri de darkafalı küçük burjuva hareketten ve reformizmin sınırlılığından o kadar uzak, derin ve geniş olur.

Sosyal reformistler ve gönüllü olarak peşinden koşmaya hazır ortalama sol hareketteki pek çok çevre, kendilerinin de işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele ettiklerini, emeğin iktidarını, halkın iktidarını, proletarya diktatörlüğünü savunduklarını öne sürüyor. Her ne kadar bu parti ve örgütler bunu söyleseler de, biz onların söylediklerine değil, yaptıklarına, sosyal pratiklerine bakar, değerlendirmemizi ona göre yaparız.

İşçi sınıfının devrimci komünist partisi uzun zamandan beri devrimci durumun varlığını bütün yönleriyle ve bütün belirtileriyle gösterip anlatırken, onlar, daha düne kadar bunu hiç kabul etmediler. Gezi sürecinde bir an için kabul eder gibi oldularsa da hareket geri çekildiğinde onlar da devrimin yenilgisinden dem vurup geri çekildiler. Emekçi sınıfın gücüne ve eylemlerine her zaman güvensizlik duydular. Elli yıldan beri neredeyse iç savaş düzeyinde seyreden sert sınıf mücadelesini ve uzun iç savaşı inkar ettiler, görmezden geldiler. Devrimci durumu yarım ağız kabul ettiklerinde bile iktidar hedefini, devrimi hep ötelediler, bilinmeyen bir geleceğin sorunu olarak görüp, bunun yerine reformları ve iyileştirmeleri öne çıkardılar.

Burada hemen belirtelim, nihai amaç, yani sınıfların kaldırılması ve bu amaca varabilmek için ilk adım olan politik iktidarın bir devrim yoluyla ele geçirilmesi, bizim bütün uyarılarımıza, eleştirilerimize rağmen sürekli olarak bilinmez bir geleceğe ötelendiğinde, devrimin güncelliği görmezden gelindiğinde ya da lafta kabul eder gibi görünüp güncel politik mücadelenin hedefi olarak öne çıkarılmadığında bu oportünizmdir, reformizmdir.

Oysa bizde demokrasi, politik demokrasi, politik özgürlük hedefini öne çıkaran pek çok çevre, demokrasinin bir devrim sorunu olduğunu görmüyor, göremiyor ya da kabul etmiyor. Bunun en başta gelen nedeni Avrupa Birliği rüyaları ve “sivil toplumculuk”tur. İşte bu, temel siyasal durumu, uzun iç savaşı, devrimci durumu, bunlarla bağlantılı olan faşist devlet yapılanmasını görememek algılayamamaktır. Bunu görüp kavrayamayanlar, bizdeki temel siyasal durumun reformlar yoluyla değişeceğini; faşizmin kırıp dökmeden, bir seçim yoluyla tasfiye edilebileceğini, Avrupa Birliği’ne girilebileceğini ve böylelikle faşizmin yerine demokrasinin ikame edileceğini savunuyorlar. İşte bu reformizmdir.

Özellikle sosyal-reformistler Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla önce Leninizmi reddettiler, bir süre sonra da Marksizmde devrimci olan ne varsa hepsinin reddine kadar vardılar. Devrimden uzak durarak devrimci mücadeleyi tasfiyeye yöneldiler, illegal örgütlenmeyi ve zora dayalı devrim anlayışını reddederek yasalcılığa, parlamentarizme saptılar. Sınıf mücadelesi adına ekonomizmden, sendikalizmden öteye geçmeyi reddederek işçi sınıfını politik mücadeleden, iktidar mücadelesinden uzaklaştırmaya hizmet ettiler. Reformizmi, liberal bir işçi politikası savunusuna kadar vardırarak Marksizm-Leninizmi tamamen bir kenara iten bu tasfiyeciler, işçi sınıfını devrimden vazgeçirip burjuvazinin peşine takmaktan başka bir şeye hizmet etmediler, etmiyorlar.

Bu nedenle devrimci komünistler bu reformist çizgiyi teşhir ederken, devrimci olanı ve birleşik devrimi öne çıkarmaya devam etmeliler.

Özgür Güven