< < Çözüm Devrimde, Devrimci İktidarda

Açlık ve sefalet, emekçi yığınların gündeminin başına oturalı çok oldu. Bir çok işyerinde işçiler fiili grevler gerçekleştiriyor. Şu son 3-4 ayda yapılan grev sayısı, daha önceki yıllarda yapılan bir yıllık grev sayısını çok aştı.

Dinci-faşist hükümetin yılbaşında asgari ücrete yaptığı “rekor” zam, daha ücretlere yansımadan eriyip gidince, işçiler çareyi fiili grevlerde buldu. Bu eylemlerin önemli bir bölümü birkaç günde ya da bir haftada ücret artışıyla sona erdi. Ancak bu da açlık ve sefalet sorununun çözümüne yetmedi, yetmiyor. Çünkü temel gıdaların, tüketim mallarının fiyatları, doğalgaz ve elektrik faturaları, ev kiraları hiç durmadan yükseliyor.

Son zamanlarda yaygınlaşan bir diğer eylem dalgası şehir içi ve şehirler arası taşımacılık sektöründen geliyor. Halk otobüsleri, minibüsler, taksiciler kontak kapatıp trafiği kesiyorlar. Bu eylemler sadece İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollerle sınırlı kalmıyor, Elazığ, Kahraman Maraş, Kayseri gibi dinci faşist partinin oy deposu kentlerde de yaygınlaşıyor. Bir süre öncesine kadar ücret-fiyat talep eden eylemciler artık bunun çözüm olmadığını yaşayarak öğrendiler, şimdi altını çize çize “zamlar geri alınsın” diyorlar.

İşçilerin ve diğer emekçi kesimlerin bu türden başarılı eylemleri, diğer emekçi kesimleri de cesaretlendirip eylemlere teşvik ediyor. Bu da “kendiliğinden” hareketle “birleşen, örgütlenen ve mücadele eden kazanır” bilincini geliştiriyor, güçlendiriyor.

Bu eylemlerde görülen bir başka olgu, işçilerin burjuva sendikalara ve sendikacılığa karşı giderek güçlenen güvensizliği. Değişik değişik iş kolunda ve pek çok iş yerinde görülen bu olgu, bir yandan emekçi sınıfın komite ve konseylerde örgütlenme eğilimini geliştirip güçlendirirken, bir yandan da varolan burjuva sendikalar dışında sınıf ve kitle sendikacılığını temel alan bir başka sendika arayışına yönelmelerini getiriyor.

Kendiliğinden kitle hareketi uzun zamandan beri ivme kazandı, ciddi bir yükseliş içinde. Gerici burjuva muhalefet, bu hareketin isyan ve ayaklanmaya büyümesinin önüne geçmek için her şeyi seçime bağlıyor; bu iktidarı seçimle gönderecekleri ve ilk seçimde iktidarı alıp, sorunları kısa sürede çözecekleri propagandası yapıyor. Bu propaganda geçici de olsa, bazı kesimlerde bir beklenti yaratmayı başardı. Ancak son zamanlarda artık bu propaganda da bir işe yaramıyor. Ama buna rağmen gerici burjuva muhalefetle küçük burjuva işbirlikçileri bunu yeniden sağlamak, kitlelerin beklentisini ve umudunu yeniden seçim sandığına bağlamak için her şeyi “seçim güvenliğine” bağlamaya başladılar. Seçim güvenliği sağlanır ve kurallarına uygun bir seçim olursa kesin olarak kazanacakları havası yaratmaya, bu yolla emekçileri yeniden seçimlere, parlamentoya yani kapitalizme bağlamaya; sömürüye boyun eğmelerini sağlamaya çalışıyorlar. Bu yüzden neler neler “seçim güvenliğine” bağlanmıyor ki: Canan Kaftancıoğlu’na getirilen siyaset yasağından belediyelere yapılan operasyonlara, Pınar Gültekin’i hunharca katleden caniye verilen cezadan yapılan indirime kadar, her şey “seçim güvenliğine” bağlandı.

Oysa ortada çok somut olgular var. Öncelikle seçmen listelerinin İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenmesi ve düzenlenmesi var. Yani İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından belirlenen ve düzenlenen seçmen listelerindeki seçmenlerle gidilecek bu seçime. Bununla birlikte, seçim yasası değiştirilerek, ittifaklardaki küçük partilerin oylarının diğer ittifak partilerine yazılması engellendi. Bunlara ilaveten 5 binden fazla hakimin yerleri değiştirilerek yeniden atandı. Şimdi de yeni seçim yasasına uygun olarak yeni atanan, yerleri değiştirilen hakimlerle il ve ilçe seçim kurullarının belirlenmesine geldi sıra. YSK, zaten dinci faşist hükümetin atadığı elemanlardan oluşuyordu, şimdi il ve ilçe seçim kurulları da böyle olacak.

Bütün bunlara rağmen gerici-burjuva muhalefet ve uzlaşmacı küçük burjuva hareket “seçim güvenliği” diyor. Ama bir süredir bu konuyu TV ekranlarında tartışan herkesin çıkardığı ortak bir sonuç var: “Yok, seçim güvenliğini sağlayamayız.” Bir de bunlara ilaveten, sosyal medya yasaklarını düzenleyen yeni sansür yasası da yolda.

Bu koşullarda yapılacak bir seçimde, metropollerde ve bazı şehirlerde sandık nöbeti; oy sayımı, ıslak imza vb yoluyla oylar kullanıldıktan sonra yapılabilecek hileler asgariye indirildi diyelim. Peki ya taşrada? Sandık başkanlarının bile polise, askere söz söyleyemediği yerlerde ne olacak? Seçmen listelerini bile eskilerle kıyaslama, kontrol etme şansınız yokken, Süleyman Soylu’nun düzenlediği listelerle oy kullanılırken, mükerrer oyların önüne geçme imkanı var mı? Bütün bunların üzerine tüy dikercesine RTE, açık açık “Kazanmaya mecbur olduğumuz bir seçime gidiyoruz” dedi. Bu seçimin sonucu bundan daha açık ifade edilebilir mi?

Gerici burjuva muhalefet ve küçük burjuva işbirlikçileri yaptıkları çağrılarla, kampanyalarla ve yoğun çabalarla emekçi sınıfları, geniş halk yığınlarını seçimlere ikna etmeye çabalasa da, emekçi sınıfın geniş bir kesiminin seçimlere ilgisi yok. Onlar dinci faşist partinin ve bu hükümetin seçim yoluyla gitmediğine ve gitmeyeceğine kendi deneyimleriyle kanaat getirmiş durumda.

Bu durum devrimci komünistlerin işini biraz kolaylaştırıyor. Yine bir başka kesin kanaat ayaklanma. Herkesin kabul ettiği, Gezi Halk Ayaklanmasını aşan bir toplumsal patlamanın, bütün toplumu alt üst edecek bir ayaklanmanın gerçekleşeceği. Bunu hangi olay, ne zaman, nasıl, nereden başlatır bilemesek de, bu ayaklanmanın gerçekleşeceği kesin. Devrimci komünistler, bu ayaklanma patladığında buna her yönüyle hazır olmak için ellerinden gelenin kat kat fazlasını yapmalılar.

Ayaklanmaya hazır olmak çok yönlü hazırlık gerektirir. Bir yandan askeri-teknik hazırlıklar, bir yandan dinci faşizmin ve burjuvazinin egemenliğinin, merkezi çarkının kırılmasıyla ortaya çıkan alanlarda geleceğin devrimci iktidarının ilk adımlarını atmak için gereken hazırlıklar vb vb. Ama bunların hepsinden önce, emekçi kitleler içinde ajitasyonu yükseltmek gerekir. Bu ajitasyonun konusu; her olayda, her fırsatta burjuva iktidarların, proletarya ve halkların temel sorunlarından hiç birini çözemeyeceklerinin gösterilmesi, anlatılması olmalıdır.

Seçim ister yapılsın ister, yapılmasın, ister erken seçim olsun ister zamanında hiç fark etmez; ne işbaşındaki dinci faşist parti ve hükümet ne de gerici burjuva muhalefetin kurması olası bir hükümet bu sorunları çözebilir. Kaldı ki, burjuva gerici muhalefet her ne kadar “güçlendirilmiş parlamenter sistem” dese de açık açık “Cumhurbaşkanını halk seçmeye devam edecek” diyerek, bugün çok karşı çıkar göründüğü “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini” değiştirmeyeceğini ifade ediyor. Hem bütün sorunların kaynağı diye “tek adam rejimini”, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini” suçlayıp hedef tahtasına yerleştiriyorlar, hem de “cumhurbaşkanını halk seçmeye devam edecek” diyorlar.

Sorunları nasıl çözeceklerini görüşmek üzere “altılı masa” toplantıları düzenliyorlar, ama çıka çıka sorunların saptanması kararı çıkarılıyor. Yani açlık, işsizlik, pahalılık, enflasyon, Kürt sorunu, doğanın ve çevrenin yıkımı, yağmalanması, kadın cinayetleri gibi sorunlar var mı yok mu onu saptayacaklarmış!.. Çözüme dair tek kelime yok. Çünkü söyleyecekleri her sözün kendilerini batıracağını biliyorlar. Çözemeyeceklerini biliyorlar, susuyorlar. Tek söyledikleri “Bize inanın, biz çözeriz.”

Emekçi sınıfın, proletarya ve halkların yukarıda saydığımız sorunlarına en az onlar kadar acil kadının ezilmişliği ve cinsel sömürüsü, gençliğin sorunları, eğitim, sağlık, konut, barınma gibi en temel yaşamsal sorunlar birike birike tam bir kördüğüm olmuş durumda. Daha önce çeşitli yazılarımızda belirttik, bu sorunların hepsi kapitalizmin yapısal sorunlarıdır. Kapitalizm koşullarında palyatif, geçici kimi çözümler olsa da hiçbiri kalıcı olarak çözülemez. Bu sorunların kalıcı çözümü devrimde, devrimci iktidardadır.

Özgür Güven