Kapitalizmin kendi işleyiş yasaları gereği sermaye sürekli olarak daha çok elden daha az ele doğru bir akış içindedir. Bu akış bunalım dönemlerinde özellikle hızlanır. Küçük ve orta ölçekli mülk sahipleri, esnaf, küçük çiftçi, orta ölçekli işletmeler dahil, son yıllarda bizde de yaşandığı gibi, üretim ve geçim araçlarını büyük bir hızla yitirir, işçi sınıfının saflarına doğru itilirler.

Aynı süreçte sermaye, sayıları giderek azalan bir avuç tekelin elinde birikir; kapitalizm bir avuç tekelci gücün sistemi haline gelir. Bu durum, bir avuç tekelci sermaye dışında bütün toplumun çıkarlarıyla tam bir karşıtlık içindedir. Bu karşıtlık toplumsal yaşamın bütün alanlarına yayılır.

Sermaye büyüdükçe, sermayenin egemenliği de büyür; sermayeyle sıkı ilişki içinde olan militarizm de toplumsal yaşamın diğer alanlarında etkisini arttırıp güçlenir. Burada, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenlik aygıtı olan devlet de güçlenir. Sermayenin büyümesi, sömürünün yoğunlaşması; sermaye birikiminin artıp merkezileşmesi, yoksulluğun derinleşip yaygınlaşmasıyla gerçekleşir.

Sermaye emekçi sınıfı sömürmeden, artı-değer emmeden sermaye olarak varlığını sürdüremez. Kapitalistler, emekçi sınıfı sömürebilmek için onları kontrol altına, egemenlik altına alır, sermayeye bağımlı hale getirir. Bunu, özellikle üretim ve geçim araçlarının mülkiyetini elinde tutarak, onları sermaye haline getirerek yapar. Yani sermaye, emeği, emekçi sınıfı, elinde tuttuğu ekonomik güce dayanarak bağımlı hale getirir, ücretli kölelik ilişkileriyle sömürür. Ancak emekçi sınıfın ücretli kölelik koşullarına boyun eğmesi salt ekonomik güç yoluyla olmaz. Sermaye, ekonomik gücün yanı sıra elinde tuttuğu politik güce yani devlet ve hükümet gücüne dayanarak emekçi sınıfa boyun eğdirir. Elinde tuttuğu bu iki güç sayesinde egemenliğini ve sömürüsünü sürdürür.

Ücretli kölelik koşulları içinde tutulan emekçi sınıfının bu koşulların bilincine varması, bu koşulları değiştirmek için harekete geçmesi, bu düzenin yıkılması için mücadeleye girmesi demektir. Bu nedenle emekçi sınıfı kölelik koşulları altında tutan ve sömüren koşulların bilince çıkarılması süreci, emekçi sınıf için devrimci bir süreçtir. Ama bu koşulların sadece bilinç düzeyinde açığa çıkarılması soyuttur. Bu süreç, ancak proletaryanın kendisini ve bütün toplumu kurtaracak devrimci bir sınıf olarak harekete geçmesiyle, burjuva sınıf karşısında, ondan tamamen ayrı ve bağımsız sınıf örgütlerinde örgütlenmesiyle somutluk kazanır. Emekçi sınıfın sömürücü kapitalist sınıfı yenmesi ve kapitalist toplumu yıkabilmesi için bilimsel sosyalist teoriye, devrimci sınıf partisine ve komite-konsey gibi gerçek mücadele organlarına ihtiyacı var.

Bilimsel sosyalizm öğretisi ve proletaryanın öncü müfrezesi olan devrimci komünist parti sayesinde emekçi sınıf güçlü bir silaha kavuşur. Devrimci komünist parti, marksist-leninist teori sayesinde gelişmenin yönünü saptayıp göstererek, emekçi sınıfın kurtuluş mücadelesine ivme katar. Emekçi kitlelerle buluşan bilimsel sosyalist teori, kendi gerçek bir maddi gücüne dönüşür.

Yeri gelmişken bir cümleyle belirtelim; sadece işçi sınıfının öncü müfrezesi olan devrimci komünist parti değil, işçi sınıfının kurtuluş öğretisiyle donanmış güçlü bir sanatçının roman, şiir, tiyatro, sinema vb sanat eserleri de gelişmenin yönünü doğru olarak gösterebilme gücüne sahiptir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi kapitalizmin gelişmesi, sermayenin büyümesi, nüfusun büyük bölümünün sürekli olarak mülksüzleştirilmesi ve proletaryanın saflarına doğru itilmesiyle birlikte ilerler. Kapitalizm sürekli olarak fazla nüfus (işsiz) üretirken, işçi sınıfının sayısı da sürekli olarak artar. Proleter nüfusun artması, sınıf karşıtlığının keskinleşmesi, sınıfsal çelişkilerin toplumsal yaşamın bütün alanlarına yayılması demektir. Bu durum kaçınılmaz olarak sınıflar mücadelesini şiddetlendirir; sermaye ve emek güçleri arasındaki çatışma, kaçınılmaz olarak bir devrimi gündeme getirir.

Burjuva sınıf, uzun yıllara yayılan egemen sınıf olmanın getirdiği deneyim ve birikimle, kendi sınıf egemenliğine, sermayeye dayalı bu üretim sistemine ve burjuva topluma karşı çıkan kesimlere karşı değişik politikalar uygular. Küçük burjuva hareketleri ve küçük burjuva ideolojilerin etkisi altındaki proletaryanın temsilcilerini bu mücadeleden vazgeçirmek için kimi ekonomik olanaklardan yararlanmalarının önünü açar. Yunanistan burjuvazisi bunu Syriza, Podemos gibi sosyal reformistlerin önünü açarak yaptı.

Türkiye tekelci sermayesi ise, sosyal reformist partileri yönetime katacak esneklik koşullarından yoksun olmakla birlikte bu güçleri, örneğin, basılı yayın ya da internet medyasını onların hizmetine vererek; her gün televizyon kanallarına çıkararak, maddi ve teknik olanaklarının önünü açarak yapmaktadır.

Proletaryanın bağımsız devrimci sınıf politikalarında ısrar eden ve proletaryanın kurtuluşu hedefine yürümeye devam eden devrimci komünistlere karşı ise baskıya ve sert tedbirlere başvurur. Faşist devlet terörü, zindanlar, işkenceler, her gün güçlendirilen faşist/militarist örgütler işte bunlar için var.

Sermayenin ve devletin işçi sınıfı hareketini ezmek, sınıf mücadelesini geriletmek ve devrimci mücadeleyi bastırmak için başvurduğu baskı tedbirleri, sert önlemler ve şiddetli saldırılar, sınıf mücadelesini geriletmek bir yana, daha da şiddetlendirip hızlandırmaktan başka bir sonuç vermez. Bugün somut olarak yaşandığı gibi, toplumun çeşitli kesimlerinin sermayenin egemenliğine karşı isyan ve ayaklanmaları yoğunlaşır. İki sınıf arasındaki mücadele tayin edici noktaya doğru hızlanarak devam eder. Bugün bizde olduğu gibi sınıflar arasındaki çelişki ve çatışmaların alabildiğine sertleştiği, sınıf mücadelesinin iç savaş dahil en sert biçimlerde sürdüğü koşullarda, eğer proletarya güç üstünlüğünü ele geçirip daha ileriye gidemezse, iktidarı ve muhalefetiyle burjuva sınıf ve düzen güçleri, var olan durumu ve koşulları kendi lehlerine değiştirebilmek amacıyla, uluslararası sermayenin de etkin desteğiyle bütün gücünü harekete geçirir. Tıpkı doğa gibi toplum da boşluk tanımaz. Emekçi sınıf tarihin sunduğu fırsatı ve doğan olanakları değerlendirip sürecin gerektirdiği devrimci adımları atamazsa, sermaye sınıfı, kendi egemenliğini yeniden tesis etmenin bir yolunu bulur.

İşçi sınıfının güçleriyle, sermayenin ve düzenin güçleri arasındaki mücadele, toplumsal yaşamın bütün alanlarına yayılarak kaçınılmaz olarak büyür, derinleşir ve şiddetlenir. Bu mücadele taraflardan biri kesin üstünlük sağlayana kadar sürer. Politik iktidarın ele geçirilmesi, kesin politik güç üstünlüğü demektir. Proletarya, bu güç üstünlüğünü sağlamadan ne kendisini ne de toplumu kurtaramaz.

Özgür Güven