< < Açlık İsyan Ayaklanma Devrim Doğurur

Bu topraklarda açlık ve sefalet şimdiye kadar hiç bu kadar yaygın, derin ve acil bir sorun olmamıştı. Yokluk ve yoksulluk hep var olsa da bugüne kadar böylesi hiç yaşanmadı.

Bütün televizyon kanallarıyla, haber bültenleriyle ve gazeteleriyle tekelci medya domatesin, patlıcanın, biberin vs fiyatını konuşuyor; neredeyse bomboş denecek semt pazarlarında kime mikrofon uzatsalar zaptedilmesi zor bir öfkeyle karşılaşıyorlar. Bütün tekelci basın meyve-sebzenin yanı sıra et fiyatlarının ne kadar yüksek olduğunu; asgari ücretle çalışan işçinin, memurun, emeklinin artık et yiyemediğini anlatıyor. Sanki bugüne kadar işçiler, emekçiler rahat rahat et yiyebiliyormuş gibi! Evet, asgari ücretle yarışan ev kiraları karşısında emekçilerin sofrasına daha önceleri ayda bir kez konuk olan et, şimdilerde hiç uğramıyor. Ama dün de durum çok farklı değildi.

Mesela bundan 15 yıl kadar öncesinden aklımda kalan bir olay var. Bir seçim dönemi bir grup gazeteci Kıraç’a gitmiş, oradaki durumu haberleştirmişlerdi. Genç bir gazeteci kadın, bir yandan çamurlu sokaklarda oynayan çocukların fotoğraflarını çekiyor, bir yandan da onlarla konuşmaya, sohbet etmeye çalışıyordu. Üstü başı sokaktaki çamura batmış, 6-7 yaşlarında sevimli mi sevimli bir kız çocuğunun fotoğrafını çekip bir süre sohbet ettikten sonra, “Aç mısın? Köfte alsam yer misin?” diye sormuştu. Çocuğun “köfte ne ki? Ben hiç köfte yemedim” cevabıyla yüzü allak bullak olan gazeteci gözyaşlarını zor tutmuştu. Üstelik bu tekil bir örnek değil. Yıllardır bu topraklarda emekçi çocukları eti-köfteyi bayramdan bayrama yiyebiliyor. Yani açlık ve sefalet bugüne özgü bir sorun değil, uzun yıllardır bu böyle. Şimdi çok daha acil, çok daha yaygın. Zaten bu yüzden tekelci medya daha önce hiç olmamış gibi göstermeye çalışıyor, bu da yetmiyor ....

Ne diyorlar? Fiyatlar artıyor, çünkü girdiler pahalı. Fiyatlar artıyor, çünkü yurtdışından alıyoruz, çünkü üretim fiyatları artıyor, çünkü taşımacılık pahalı, çünkü mazot, çünkü benzin pahalı... Hepsi bu!...

Peki gerçekten bu kadar mı? Gerçekten böyle mi? Değil. Bunlar doğru olmasına doğru. Ama bunların bu kadar magazine edilip öne çıkarılması, asıl nedenin üstünü örtmek içindir, gerçekleri gizlemek içindir. Asıl neden kapitalizmdir, sermayeye dayalı bu üretim sistemidir, asıl neden tekelci sermayenin karıdır, doymak bilmez kar hırsıdır. Gizleme çabaları, açlar bunu bilmesin diyedir.

Emekçiler, yoksullar, her zaman boğazlarından geçen her bir lokmayı binbir zahmetle, emekle, kan ter içinde kazanmıştır. İşçinin, emekçinin emeği ne kadar verimli olursa olsun, hep kıt kanaat geçindiğini, yarı aç yarı tok yaşamak zorunda olduğunu her emekçi, her işçi kendi yaşamından bilir. Çünkü onun emeği kendisine hep yoksulluk, sefalet, patronlara zenginlik, servet üretmiştir.

Yokluk ve yoksulluk, kapitalizmde daha önceki toplumlardan daha derin ve daha yaygındır. Köle, efendinin yani köle sahibinin malıydı: alıp-satar, bir at, bir öküz gibi işe koşardı. Dolaysıyla atın, öküzün yemini önüne nasıl koyuyorsa, köleye de öyle bakıyordu. Yani kölenin yemek zamanında yiyeceği, işten kalan zamanında da altında uyuyacağı bir damı vardı; köle sahibi bunları temin ederdi. Feodalizmde de köylü toprak beyine çalıştığı kadar kendisine de çalışır; efendinin arazisinde eker-biçer, köyünde barınırdı. Elde ettiği ürünün önemli bir kısmını toprak beyi alsa da evinde pişirecek bir şeyleri hep olurdu.

Ücretli köle olan işçi ise ne kadar çalışırsa çalışsın hep yoksul, hep açtır. Açlık insanı kemirir, çalışmaya zorlar. Ama kapitalizm koşullarındaki bu uzun ve zahmetli çalışmada tıpkı açlık gibi işçinin sağlığını, ömrünü kemirir, tüketir, üstelik iş yükü toplumun bir bölümünün omuzlarına yüklendiği için, iş bulabilenler uzun saatler boyunca çalışmaya zorlanırken, nüfusun giderek artan bir kısmı da işsizlik belasıyla, açlık belasıyla cebelleşmek zorundadır.

Çalışma kapitalizm koşullarında hiçbir zaman işçi için keyifli bir faaliyet olmamıştır. Çünkü işbölümü, işin parçalanması, işçiyi makinenin bir uzantısı haline getirirken, yaptığı işe de kendi emeğinin sonucuna da kayıtsızlaştırmış, yabancılaştırmıştır. Bu işbölümü sonucunda işin yalnızca bir bölümünü yapan işçi, tamamlanmış ürünü hep kendi dışında bir şey olarak görmüştür. 12-14 saati bulan, bazen bunu da aşan uzun saatler süren, bütün gücünü, enerjisini yaşam sevincini emip kendisini takatsiz bırakan ve çoğu kez monoton bir şekil alan bu çalışma, emekçi için tam bir zulüm haline gelmiştir. Açlık kemirir; çocuğun okulu, bebeğin bezi-maması, evin ihtiyacı, tıpkı kölenin sırtındaki kırbaç gibi çalışmaya zorlar, ama bu çalışma da kemirip tüketir işçiyi, insanlıktan çıkarır.

On yıllar boyunca en sağından en soluna, muhafazakarından sosyal demokratına tekelci sermayenin bütün partileri toplumun karşısına geçip güzel günler, mutluluk dolu yaşamlar vaat ettiler: bir ev bir araba iki anahtar mı dersiniz, eski evinin yerine üç-beş dairelik mülkler mi dersiniz, her çocuğa üniversite eğitimi ve iş mi?... Daha neler neler... Ama sonuçta iş başına gelenlerin hepsi de aynı şeyi yaptı: mümkün olan en geniş nüfus için mümkün olan en derin ve en yaygın sefalet.

Bütün boş zamanları ve zevkleri kendisine ayıran burjuvazi, kendisi için hep “harikalar diyarı,” hep “cennet yaşamlar” yaratırken, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçisi, memuru, köylüsüyle bütün halklara cehennem yarattı: açlık cehennemi, yoksulluk cehennemi, işsizlik cehennemi, cehalet cehennemi. Çünkü kapitalizm budur. Kapitalizmde kar mutlaktır; bir burjuva için, sermaye için kardan, daha çok kardan daha önemli, daha kutsal hiçbir şey yoktur.

Sermaye ve hükümetleri, açlar, yoksullar, işçiler, işsizler, ezilenler, sömürülenler isyan etmesin diye baskıdan, devlet teröründen hiç vazgeçmediler. Bununla birlikte “yardım kuruluşları”, “vakıflar” vb eliyle yardımlar düzenlediler; kışlık giysiden kömüre, doğalgaz-elektrik yardımından yiyecek kolilerine uzanan bu yardımlar alt sınıfları sadakaya alıştırıp onurunu kırmak içindir, insanı insanlığından çıkarmak, işçiyi işçiye düşman etmek, kapı kuluna çevirmek boyun eğmelerini sağlamak içindir.

Sefaleti ve açlığı susturmanın, teskin etmenin bu türden bütün yolları, sefaletin, açlığın ve yoksulluğun asıl nedeni olan sermayeyi ve sermaye egemenliğini ortadan kaldırmaya yönelenlerin yolunu kesmek içindir; devrim bilincini boğmak içindir. Bu kampanyalar, yardımlarla birlikte devrim diyenin nefesini kesmek, boğazını sıkmak için devletin polisi, mahkemeleri, hapishaneleri vardır; devrime yönelenin yolunu saptırmak, bilincini bulandırmak için gönüllü küçük burjuvalar da cabası. Yine olmazsa dincisiyle, milliyetçisi-şovenistiyle faşizmin sokaklara saldığı çakal sürüleri vardır.

Bunun adı da sözüm ona hukuk devletidir, sosyal devlettir, özgürlüktür, demokrasidir, vs vs. Yani sermayenin devleti, sermayenin hukuku, sermayenin adaleti, sermayenin demokrasisi, sermayenin özgürlüğü... Ama aslında bütün bunlar faşizmdir, dinci faşizmdir. Bütün bunlar sermayenin egemenliği sürsün diyedir; bütün bunlar işçi sınıfı emekçi yığınlar ve halklar sosyalist fikirlerden, devrimci fikirlerden uzak dursun diyedir. Kapitalizm sürsün diyedir.

Oysa kapitalizm demek, bugüne kadar olduğu gibi sermayenin egemenliğinin sürmesi demektir, açlık demektir, işsizlik demektir, sömürü, sefalet, yoksulluk demektir, cehalet ve karanlık demektir. Bütün bu karanlık, bütün bu cehalet, bütün bu yalanlar görülmesin, gerçekler bilinmesin diyedir; emekçi yığınlar, ezilenler, sömürülenler, halklar başkaldırmasın diyedir.

Gerçekler bilimle açığa çıkarılır, akılla kavranır. Gerçek her zaman devrimcidir. Egemenler kendi “cennet yaşamları”, kendi “harikalar diyarı” sürsün diye daima gerçeklerin anlaşılmasını, bilinmesini önlemeye çalıştılar. Dünya kurulalı beri uygarlığı yaratanlar her yerde ve her zaman emekçiler olmuştur, sefasını sürense kan emici sömürgenler, egemenler. Bu yüzdendir ezilenler, sömürülenler tarih boyunca isyancıdır; tarihsel sıçrama, devrim tarihsel gelişmenin kilididir, motorudur. Emekçilerin yaşamı çekilmez olduğunda, başka çıkar yol kalmayıp bütün kapılar kapandığında, bugün olduğu gibi akla isyan gelir, ayaklanma gelir, devrim gelir. Şimdi de işçilerin, emekçilerin, halkların aklında isyan var, ayaklanma var, devrim var.

Özgür Güven