En kısa ve özlü tanımıyla kapitalizm, emek gücünün de meta haline geldiği, meta üretimi aşamasıdır. Emek gücü denildiğinde, bir insanın fiziki gücüyle, beyin gücüyle ve düşüncesiyle iş yapabilme kapasitesi anlaşılır.

Emek, emek gücünden farklıdır. Emek, insanın doğadan elde ettiği maddeyi ya da yarı işlenmiş maddeyi işleyip şekillendirerek yararlı hale getirme sürecinde o maddeye kendisinden kattığıdır, aktardığıdır, bu anlamıyla değerin iki kaynağından biridir.

Bir burjuva açısından en kalifiye emekle en yalın emek arasındaki fark nitelik değil, nicelik farkıdır. Bir burjuvayı ilgilendiren asıl olgu, sermayesini yatırdığı iş kolu değil, emek gücünü satın aldığı işçiden sızdıracağı artı-değerdir, artı-değerin miktarıdır. Zaten bu nedenle bir burjuva açısından çalıştırdığı ücretli emekçinin en sıradan işi yapan vasıfsız bir işçi olmasıyla, bir bilgisayar mühendisi ya da işinin ehli bir beyin cerrahı olması arasında özde hiçbir fark yoktur.

İlkel insandan bu yana emek büyük bir değişim geçirmiştir. Üretici güçlerin gelişimindeki her aşama, emek sürecinde de değişim yaratır. Sadece toplumsal sistemlerin değişimi değil, özellikle kapitalist toplumda üretim tekniğindeki değişime bağlı olarak emek süreci ve emek biçimi de değişime uğrar.

İnsanın fiziki gücü kol emeği, entelektüel gücü de kafa emeği olarak bilinir. Sınıflı toplumlar öncesi ilkel çağlarda bu iki emek türü arasında bir fark yoktu, ikisi henüz birbirinden ayrılmamıştı. Kafa emeği ile kol emeğini birbirinden ayıran sınıflı toplum ve işbölümü oldu. Kapitalist toplum ise hem iş bölümünü, hem kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımı derinleştirdi, hem de emek sürecinde büyük değişimler yarattı. Kapitalizmin manifaktür aşamasındaki üretim, her iş kolunda birbirinden çok farklı ustalığa, uzmanlığa sahip vasıflı işçiye ihtiyaç duyarken, büyük sanayi ve makineli üretim bu farklılığı, uzmanlığı gereksiz hale getirerek işi olabildiğince basitleştirip sadeleştirdi. Bununla birlikte işçinin yaptığı işe kayıtsızlığını ve kendi emeğine, emeğinin sonuçlarına yabancılaşmasını da en üst düzeye çıkardı.

Kapitalizmin gelişim sürecinde her bir iş kolu, tekstil, demir-çelik, inşaat, otomotiv, elektrik-elektronik ya da new economy dedikleri bilişim teknolojileri olsun hiç farketmez, hepsi de peşin olarak, yapılan işe kayıtsız, yabancılaşmış bir emek gücü varsayar. Bunun yanı sıra emek gücünde aranan bir diğer özellik, yapılan işin doğasına uygun olan asgari niteliklere sahip olmasıdır.

Bilim ve teknolojideki gelişmeler üretici güçleri de geliştirir. Bu süreç, her ilerlemeyle birlikte, toplumsal sistemi değil ama, üretimin biçimini değiştirir; buradaki her değişim de kapitalizmin uluslararası işbölümünde değişikliklere yol açar. Bu gelişmeler sonuç olarak işin niteliğinde bir değişime yol açarak, emek gücünün sahibi olan işçinin kendisinde de bir değişim yaratır.

Kapitalizmin gelişim sürecinde ilk büyük devrimi yaratan buharlı makine, demir-çelik ve madencilik oldu. Bu süreçte özellikle kömür madenleri ve demir döküm gibi bazı sektörler güçlü kuvvetli erkek emeğine ihtiyaç duyarken, tekstil ve nakış-dikiş gibi bazı sektörler ise ince parmaklı kadın ve çocuk emeğine ihtiyaç duyuyordu. 20. yüzyılın başında ve hemen öncesinden başlayarak buhar gücünün yerini içten yanmalı motor almaya başladı. Bu gelişme, 20. yüzyılın başından itibaren kapitalimin temel üretim sektörlerini değiştirdi; otomotiv, beyaz eşya ve elektrikli ev aletleri öne çıktı.

Özellikle 20. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak fordizm de denen kitlesel seri üretim pek çok sektörde egemen oldu. Otomatik olarak ilerleyen uzun bir üretim bandı üzerine yerleştirilen üretilecek ürün, bandın etrafında yer alan binlerce işçi tarafından üretilir hale geldi. Bu, mühendisler ve makineler tarafından basitleştirilip mekanik hale getirilen iş sayesinde başarılmıştı. Üretim bandının bir ucundan giren hammaddeler, bu sayede otomobil, buzdolabı, çamaşır makinesi vb. olarak çıkıyordu. Bu süreç kaçınılmaz olarak makine söküp takmaktan, elektrikli alet kullanmaktan ve kaynak yapmaktan anlayan iş gücüne ihtiyaç duyuyordu.

Kitlesel seri üretim, 20. yüzyılın başından 70’li yılların ortalarına kadar sürdü. Fordist-taylorist sistem olarak da bilinen bu üretim biçimi, esas olarak fabrika içindeki işbölümünün en katı biçimde uygulanmasına dayanır; her işçi belirli bir süre içinde kendisine ait işi yapmak zorundadır. Mühendisler, teknisyenler, ustabaşılar, tamirciler, kalite kontrolcüler vb. her biri işin kendisine ait bölümünü zamanında yaptığında, otomobil, buzdolabı, televizyon ya da giysi vb. üretilen ürünler, üretim zincirinin sonundan seri olarak çıkmayı sürdürür.

70’li yılların ortalarında “Petrol krizi” olarak da bilinen kapitalizmin dünya krizi başladı. Emperyalist efendiler yeni bir uluslararası işbölümü yoluyla bu krizden kurtulmak istediler. Bu yönelime daha sonra neoliberal globalizm dediler. Bu dönem bilim de ve teknoloji de yeni gelişmelerle birlikte ilerledi. Özellikle 80’li yıllar, emperyalist merkezlerden başlayarak bilgisayarların ve lazer sistemlerinin üretim sürecine girmeye başladığı yıllar oldu. Bu teknolojinin giderek bütün dünyaya yayılması hem çalışma biçiminde hem de emeğin yapısında değişim yarattı. İşinde uzmanlaşmış “ustalar”a olan ihtiyacı neredeyse asgari düzeye indirdi. Yapay zeka ve robotlar giderek canlı emek gücünün yerini almaya başladı.

Manifaktür döneminde küçük bir atölyede şekillenen iş bölümü, giderek dünya yüzeyine yayıldı. Kapitalist üretim biçimindeki iç eklemlenme iç bölümünün tüm kapitalist devletler arasına yayılmasıyla önemli ölçüde bir karşılıklı bağımlılık yarattı. Dev boyutlara ulaşan kitlesel üretim, devamlılığını sürdürebilmek için, bu işbölümü sonucu, başka yerlerde üretilen ara girdilere ihtiyaç duyar, ona bağımlı hale gelir noktasında buldu kendini.

Küresel tedarik zinciri diye tabir edilen bu durumla birlikte, sermaye, serbest ticaret bölgeleri, ikili anlaşmalar vb. yöntemlerle bir işkolundan diğerine, bir coğrafyadan bir başkasına, dünyanın her yanına koşmaya başladı. Sermayenin teknik temelinin devrimci olması nedeniyle bu hareket, teknolojik yenilenmeyle birlikte ilerledi. Sermayenin hareketine ve işin niteliğine bağlı olarak emek niteliği ve emek gücünün yapısı da değişim geçirdi.

20. yüzyılın son çeyreğinde başlayan kapitalizmin dünya krizi hafiflemek yerine giderek derinleşti. Bu koşullarda gündeme gelen yeni uluslararası işbölümü ve kapitalizmin dünya bunalımı sürecinde emperyalistler, bağımlı ülke ekonomilerini sonuna kadar ilhak etmeye yöneldi. Bu ilişki üzerinden hareket eden emperyalist tekeller, bağımlı ülkelerin iç pazarını da dış pazarını da tamamen denetim altına alıp kendilerine bağladılar.

Bilişim teknolojilerindeki gelişimle birlikte tekelci sermaye dünyayı adeta ışık hızıyla dolaşmaya başladı. Ancak şimdi, kovaladıkları azami karı, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, bağımlı ülkelerin ucuz emek gücüne dayanarak elde edemiyorlardı. Çünkü üretici güçlerin gelişimi ve bunun üretim teknolojilerinde yarattığı sıçrama, yeni koşullar yaratmıştı. Bu koşullar emek verimliliğinde öyle büyük bir artış yarattı ki, tekelci sermaye bu verimlilikten vazgeçip ucuz işgücüne dayalı daha geri teknolojilerin getireceği karla yetinemiyordu.

Ürünün giderek sofistike bir hal aldığı, üretimin teknik yapısının karmaşıklaştığı bu yeni evrede, emek arzı da bir değişim geçirmek zorunda kaldı. Marx, buna 150 yıl önce ekonomi politik çalışmalarında dikkat çekmiş, Grundrisse’de mavi yakalılarla beyaz yakalılar arasındaki ayrımın giderek ortadan kalkacağını belirtmişti. Üretim sürecindeki bu değişim, emek sürecine kaçınılmaz olarak bilimsel emeği de kattı. Zira bu kadar karmaşık bir üretim süreci, kitlesel seri üretime özgü mekanik-rutin hareketlere dayalı kol emeğiyle yetinemezdi. Bilgisayar ve lazer teknolojisine dayalı makineler üretim sürecinin denetimini istediği kadar basitleştirsin, yine de bu teknolojiye hakim, kullanmayı bilen emekçiye ihtiyaç duyar. Okuma yazma bilmeyen kaba kol gücüne sahip işçinin çağı artık geçmişti. Onun yerini, bizzat devlet eliyle yaygınlaştırılan örgün eğitimden geçmiş, az çok teknik eğitim alarak üretim faaliyetine kol gücünün yanı sıra kafa emeğini, beyin gücünü de katabilen işçiler almaya başlamıştır.

İşte bu kol emeğiyle birlikte kafa emeğini de üretim sürecine katan emekçinin emek gücüne dayalı yoğun emek, günümüzde meta üretimi için gereken toplumsal emeğin başat bir özelliği olmaya başlamıştır. Bu durum bağımlı ülkelerin, uluslararası tekelci sermayenin yatırım yapabilmesi için, artık ucuz emek gücünden öte, eğitimli emek gücü ihtiyacını ve arzını da açıklıyor.

Daha önce çeşitli boyutlarıyla ele aldığımız yeni evrede yaşanan kapitalist gelişmenin yeni ve daha ileri bir toplum olan komünizmin maddi ön koşullarını olgunlaştırdığını belirtmiştik. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak üretici güçlerin bugün ulaştığı düzeyde yer yer kapitalist kabuğu çatlatmaya; daha ileri bir toplumun bazı ögelerinin artık bu toplumsal koşullarda uç vermeye başladığını da eklemiştik. İşte şimdi ortaya çıkmaya başlayan bilgisayar, lazer teknolojisi, yapay zeka ve robot teknolojisinde dayalı üretim sürecine hakim olacak çok yönlü emekçinin ortaya çıkmaya başlaması da kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin nasıl çözüleceğinin işaretlerini taşıyor. Ancak hemen belirtelim, bu çelişkinin çözümü kapitalizm koşullarında mümkün değil. Kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlığın ve farkların ortadan kaldırılması, ancak sınıfların ve işbölümünün de ortadan kalkacağı komünist toplumda tamamlanacak bir süreçtir.

Ancak bugünden ortaya çıkan bir süreç var: Mavi yakalı emekçi ile beyaz yakalı emekçi arasındaki fark nitel değil, nicel bir farktır ya da bir başka söylemle, halen makinenin başında, onun bir uzantısı olarak fiziki gücüyle çalışan emekçiyle, bilgisayar-robot-lazer teknolojisini kullanabilen işçi (emekçi) aynı emek gücü piyasasının birer unsurudur, aralarındaki fark nitel değil niceldir. Her ikisi de üretim araçlarına sahip olmadığı gibi, yaşamını sürdürebilmek için emek gücünü satmak zorunda olan emekçidir.

Özgür Güven