Yıl sonu yaklaşırken her yıl olduğu gibi asgari ücretin ne kadar olacağı, ne kadar olması gerektiği üzerine tartışmalar aldı başını gitti. Patron örgütlerinden sendikalara, derneklere kadar yetkili yetkisiz herkes bu konuda bir şey söylüyor.

Bütün bu söylenenler asgari ücreti olağanlaştırmaktan, kapitalizmin yarattığı sefaleti meşrulaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmiyor. Öncelikle, asgari ücret ortalama ücret değildir, adı üstünde asgari -en az- ücrettir. Ama bu topraklarda uzun zamandan beri asgari ücret, işçi sınıfının büyük çoğunluğu için tek ücret haline gelmiş, getirilmiştir. Kapitalizmde asgari ücretin tek bir anlamı vardır, azami sefalet!...

Asgari ücret asgari geçim; asgari geçim azami sefalettir. Buna razı olmak, boyun eğmek, sadece günlük ekmek peşinde koşmayı getirir. Bu da uzağı görmeyi engeller, işçi sınıfını gerçek kurtuluşundan, dünyayı değiştirme devrimci hedefinden uzak tutar. Ufkunu ekonomik mücadeleyle, fabrika duvarlarıyla sınırlayan, buna izin verenler, küçük-basit, geçici-oyuncak zaferlerle yetinir.

Kapitalizmde emek gücü bir metadır; ücret de bu metanın değerinin fiyat olarak ifadesidir. Emek gücü metasının değeri ise diğer metalar gibi, onun yeniden üretilebilmesi için gereken toplumsal bakımdan gerekli emek miktarıyla belirlenir. Bu da bir işçinin ertesi gün, hafta veya ay çalışabilecek kadar sağlıklı olabilmesi için tüketmesi gereken (yiyecek, içecek, giysi, barınak, ısınma, sağlık, eğitim ve kültür gibi ihtiyaçların tamamı) zorunlu mallar miktarının değeri demektir. Ki buna toplumun devamını sağlayacak olan gelecek kuşakların üretilmesi, yani soyun sürmesi için gereken ihtiyaçların da eklenmesi gerekir.

Bu ücretin asgari olması, yukarıda belirttiğimiz zorunlu mallar miktarının olabilecek en alt sınıra çekilmesi demektir. Bu da işçinin ya da bakmakla yükümlü olduğu ailesinden zorunlu ihtiyaçlarının yeterince karşılanamaması demektir.

Asgari ücret, kapitalist açısından asgari, en az sermaye ve azami kar demektir; sermayeden “tasarruf” demektir. Kapitalist, değişmeyen sermayeden tasarruf edemez. Yani sermayenin makinelere, hammaddelere, demirbaşlara, makine bakım ve onarımına yatırılması gereken kısmından “tasarruf” etmesi mümkün değildir. Çünkü böyle bir “tasarruf” üretimin durması demektir. Ama değişen sermayeden “tasarruf” etmek, yani işçi ücretlerinden kısmak ve bu ücreti aşağıya, hep aşağıya doğru çekmek, çekmeye çalışmak mümkündür. Bu “tasarruf” kapitalist açısından sorun yaratmaz, ama emek gücünün sahibi olan işçi açısından sorundur. İşçi, pazara sürebileceği tek metası olan emek gücünü değerinin altında bir fiyata satarsa, zorunlu ihtiyaçlarının bir bölümünü karşılayamaz. İşçiyi de bir makine gibi düşünürsek, gereken bakım ve onarımı yapamaz, bu durum bir süre devam ettiğinde işçinin sağlığından ve ömründen çalınması sonucuna varır. Bunun için işçi sınıfı daha en başından itibaren kapitalistlerle, kapitalist sınıfla mücadele halinde oldu.

Her insan gibi işçi de daha iyi ve daha rahat bir yaşamı arzular, arar, umut eder. İşte bu umuda erişebilmek için işçi sınıfının kapitalist sınıfa karşı verdiği sınıf mücadelesi tarihin motorudur. Burada altını çizerek belirtelim; amaçları küçük olanlar küçülürler, küçülen, küçük olan da hep aşağıya doğru kayar. Asgari ücrete ve asgari yaşamlara mahkum edilenler buna rıza gösterip boyun eğdikleri oranda küçülür, elindekini de kaybederek daha derin bir sefalete sürüklenirler. Şurası kesin, emekçi sınıf için yokluk, yoksunluk ve sefalet, kapitalizmin zorunlu, kaçınılmaz getirisi, gerçek yüzüdür. Sefalet kapitalizm tarafından üretilmiştir, üretilir ve kapitalizmle birlikte büyür derinleşir. Kapitalist ekonomideki her büyüme, emekçi sınıfın sefaletinde, açlık ve yoksulluğunda da büyüme ve derinleşme demektir. Bu yüzden kapitalist uygarlık yokluğu, yoksulluğu ve sefaleti asla ortadan kaldırmaz kaldıramaz, aksine daha çok büyütür, derinleştirir.

Kendisini daha iyi bir ücret mücadelesiyle sınırlayan, hedefini, amacını bu toplumsal koşullar içinde tutmuş demektir. Bu toplumsal koşulları değiştirmeye, kapitalizmi yıkmaya, daha iyi bir toplum kurmaya yönelmeyen, bunu hedef-amaç edinmeyen işçi kendi amaçlarını sınırlar, küçültür. İşçi sınıfı, mücadelesini daha iyi bir yaşam için gereken ücret mücadelesiyle, yani ekonomik mücadeleyle sınırlamamalı, politik mücadeleyi de yükseltmelidir. İşçi sınıfının kapitalist sınıfa karşı verdiği mücadelenin tarihi, dünyada da bizde de işçi sınıfı ne zaman politik mücadeleyi yükseltmişse o zaman ekonomik kazanımlarının arttığının kanıtlarıyla doludur. Bunun tersi de doğrudur. Yani işçi sınıfı ne zaman kendisini ekonomik mücadeleyle sınırlamışsa, o zaman ekonomik kazanımları da azalmış, ücretler düşmüş, yaşam koşulları giderek daha da kötüleşmiştir. Elbette işçi sınıfı zaman zaman ekonomik mücadele yoluyla bazı kazanımlar elde etti. Ama bu kazanımlar ve iyileştirmeler hiçbir zaman kalıcı olmadı; kısa sürede eriyip gitti. İşçi sınıfının politik özgürlükler, politik iktidar hedefiyle yürüttüğü mücadele işçi sınıfına henüz iktidar getirmedi, ama bu amaç ve hedeflerle mücadeleyi yükselttiği her seferinde, bunun bir yan ürünü olarak sosyal haklar, çalışma koşularında iyileşmeler elde etmiş, ücret artışı sağlamıştır.

İşçi sınıfı her şeyden önce devrimci olmalıdır. Eğer devrimci değilse bir hiç olmaya mahkumdur. Bu yüzden devrimci işçi sınıfının ideolojisi her yerde ve her zaman burjuva, küçük burjuva ideolojilerle arasına sınır çizmeli, birbirine karışmasına asla izin vermemelidir. Devrimci işçi sınıfının eylemi her zaman bilimsel sosyalizm öğretisine bağlanmalı, bilimsel sosyalist teoriden güç almalıdır. Arkasında devrimci teori olmayan bir eylem, devrimci bir eylem değildir ve böyle eylemler işçi sınıfını ne kurtuluşa ne sosyalizme götürür. Olsa olsa enerjisini düzen içi küçük hedefler için akıtıp tüketir.

İşçi sınıfının ufkunu ekonomik mücadeleyle sınırlayan, onu fabrika duvarlarının içine hapseden her mücadele perspektifi esas olarak ekonomizmdir, küçük burjuva reformizmidir; burjuva ideolojinin işçi sınıfı içindeki uzantısıdır. İşçi sınıfı yokluğa ve yoksulluğa alışmayı reddedip asgari ücrete azami sefalete itiraz ederken daha büyük bir dünya, daha özgür ve mutlu bir yaşam arayışıyla, isteğiyle, umuduyla kurduğu düşlere tutkuyla bağlanmalı; sadece kendi yaşam koşullarını değil, toplumsal koşulları, toplumu ve dünyayı değiştirme hedefiyle mücadeleyi yükseltmeli. Böylece küçük hedefler peşinde koşmaktan, yaşamını sürdürmek için daha ucuza karın doyurabilmek ya da elindekileri koruyabilmek gibi günübirlik amaçlar için gücünü, enerjisini heba etmemeli, bir oraya bir buraya savrularak tüketmemeli; tutkuyla bağlandığı, istediği, özlediği yeni ve daha ileri bir yaşam için akıtmalıdır. Burada özlem, hem işçi sınıfının enerjisini ve gücünü korur hem de mücadele azmini körükler, ileri doğru yürüyüşünü artırır.

Özgür Güven