Marksist felsefe, politik pratiğin bir parçasıdır. Bilimsel sosyalizmin bileşeninden biri olan felsefeyi ele alan oldukça geniş bir literatür var; konuyla ilgili ciltler dolusu kitap yazılmıştır. Marksist felsefe en önemli yanını Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler’inin 11. Tez’inde ele verir: “Şimdiye kadar bütün filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler, ama asıl mesele dünyayı değiştirmektir.” Bunu nasıl anlamak gerekir? Marksist felsefe politik pratiğin, praksisin içinde yer alır ve onun bir parçasıdır; dünyanın devrimci dönüşümünün yol göstericisidir, ışığıdır.

Bir Marksist açısından felsefe, materyalizm ile diyalektiğin buluşmasından, ilkelerinin ve yasalarının kavranmasından ibaret değildir. Bu, sadece başlangıçtır. Felsefe, devrimci komünist partinin en etkin silahlarından biridir. Bu silah sayesinde devrimci komünist parti verili olan somut anın koşullarını değerlendirir; kendisini ve faaliyetlerini sınıflar mücadelesinin verili koşullarına uyarlar; sınıf hareketinin gelişim ve değişim dinamiğini doğru halkadan yakalar, onu etkileyerek değişim ve dönüşümü hızlandırır.

Devrimci komünist parti köklerini sınıf hareketinin içine daldırıp oradan beslenir. Ancak sınıf bilinci sınıf hareketine indirgenemez. Sınıf bilinci, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinden başlayarak, sınıfın nihai kurtuluşuna odaklanan bir perspektife sahiptir: Üretici güçlerin durumu, üretim ilişkileriyle uyumu ya da uyumsuzluğu, sınıf mücadelesinin gelişkinlik düzeyi ve bütün bunlara bağlı olarak siyasi ve ideolojik üst yapıya kadar uzanan mücadelenin tarihsel materyalist bir analizini gerektirir. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi, sınıf bilinci, öncelikle kapitalist sömürüye ve buna karşı mücadelesinde işçi sınıfının birliğini sağlamayı, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini daha ileriye taşımayı, nihai kurtuluşa kadar götürmeyi bilince çıkaranlara ve buna uygun davrananlara atfedilir; burjuva topluma ve kapitalist özel mülkiyete karşı mücadelesinde işçi sınıfına önderlik edenlere atfedilir. Sınıf bilinci kapitalist toplumdaki sınıf karşıtlığının ideolojik, politik, ekonomik olarak içinde bulunduğu özgün şartlar ne olursa olsun, bu koşulların teorik kavranışını, bunun pratiğe uyarlanışını ve pratik yansımasını açıklar. Bu bilinç her zaman kendiliğinden hareketin içinde öncünün somut durumunu ele verir ve elbette gayret gösteren her işçi bu bilince sahip olabilir.

Kendiliğinden hareket, işçilerin günübirlik talepleri için ekonomik talepleri uğruna verdikleri mücadeledir. Bu hareket, egemen sınıf olan burjuva sınıfın ideolojisinden, burjuva toplumun geleneksel değerlerinden, önyargılarından muaf değildir. Buna rağmen mücadele sertleştiğinde, sınıf ilişkilerinde ve güç dengelerinde ani değişimler, sıçramalar gündeme geldiğinde tıpkı 1905 Rusyasında ya da Gezi Haziran Ayaklanmasında olduğu gibi yeni biçimler, yeni açılımlar yaratabilir. Bu tür yeni açılımlar, yeni biçimler sınıfın öncüsünü de etkileyerek sınıf bilincinin gelişimini yoğunlaştırır.

Burjuva toplumda sınıf egemenliği başta ekonomik, politik, ideolojik askeri ve teknolojik alanlar olmak üzere her alanda burjuva sınıfın çıkarlarına bağlı olarak somut biçimler alır. Toplumsal devrimler gündeme geldiğinde, emekçi sınıf bu egemenlik biçimlerine ve aygıtlarına müdahale ederek burjuva sınıfın çıkarlarına hizmet eden bütün aygıtları kendi özlemleri temelinde, kendi sınıf çıkarlarına uygun olarak değiştirip dönüştürür. Bu devrimci dönüşümün ilk adımı emekçi sınıfın politik iktidarı fethetmesi, eski burjuva devleti yıkması, kendi otoritesini kurması olacaktır.

Burjuva toplumda üretim sermayeye dayalıdır; emek sermaye tarafından boyunduruk altına alınmıştır; emek sermayeye bağımlıdır. Eğer işçi sınıfı burjuvazinin politik iktidarına ve sermayeye dayalı bu üretim sistemine son verme hedefiyle hareket etmezse, verilen mücadele kapitalizm sınırlarını aşamaz, kendiliğinden mücadele olarak kalır. İşçi sınıfının kendi kaderini eline alıp, kendi kurtuluşunu gerçekleştirmesinin ilk adımı, kendi kendisini egemen sınıf olarak örgütleyerek kendi iktidarını kurmasıdır. İşçi sınıfı bu hedefe ulaşmak için kendi birliğini sağlayacak örgütleri de yaratmalıdır. Bu örgüt-örgütlenme devrimci komünist partiyle sınırlı değildir. Devrimci komünist parti işçi sınıfının ileri kesimlerinden oluşan öncü müfrezesidir; ve bu, sorunun sadece bir kısmıdır. Sorunun en az bu kadar önemli bir diğer kısmı, işçi sınıfının en geniş kesimlerini kucaklayacak, sınıfın birliğini oluşturacak örgütler yaratma sorunudur. İşçi sınıfı bu örgütler eliyle burjuva sınıfa karşı mücadele ederken, aynı zamanda demokrasi eğitiminden geçer ve toplumu yönetmeyi öğrenir. Bu örgütler ilk olarak 1905 Rusyası'nda ortaya çıktı; daha sonra yaşanan bütün toplumsal devrimlerde ve büyük toplumsal kalkışmalarda görülen sovyetler, komite-konseyler, meclisler ya da Gezi’de ortaya çıkan daha primitif biçimiyle forumlardır. Forumlar, ömrü yetmediği için primitif kalsa da, ne kadar geniş kitleleri kucaklayabileceğini gösterdi.

Sınıflar mücadelesinde işçi sınıfının burjuvaziden bağımsızlığı da yaşamsal öneme sahiptir ve bu bağımsızlık sadece ideolojik bağımsızlıkla, ideolojik alanla sınırlı değildir, örgütsel alanı da kapsar. Bu örgütsel faaliyet öncü ile emekçi sınıfın geniş kesimleri arasındaki ilişkiyi de kapsar. Bu bağımsız faaliyet başarıldığı oranda işçi sınıfının sınıf mücadelesindeki hegemonyasının kurulmasına hizmet edecek, politik özgürlüklerin kazanılmasına, politik iktidarın fethine varacak, oradan da ekonomik kurtuluşu tamamlayacak olan sınıfların ortadan kaldırılması hedefine doğru ilerlemeye devam edecektir.

Buraya kadar bazı şeyleri tekrar pahasına ele aldık. Bunun nedeni, somut durumda yaşanan bazı sorunların daha rahat kavranması ve çözüm seçeneklerinin, çözüm yollarının daha iyi görülmesi içindir. Pandemi öncesinden başlayan kitle faaliyeti belirli bir noktadan sonra sıçrama göstermeye, sınıfın doğrudan demokratik örgütlenmesi yaygınlaşmaya, bazı alanlarda da yeni yeni sendikalar kurulmaya başladı. Burada devrimci komünist parti açısından da daha geniş kitle ilişkileri kuruldu, gelişiyor. Bu süreçte doğal olarak yeni yeni sorunlar da çıkmaya başladı. Bunun en başta gelen nedeni, politik hayata yeni yeni uyananların beraberlerinde burjuva topluma özgü bazı geri tavırlarla ve değerlerle birlikte gelmeleridir. Öyle ki, kimi zaman bu yeni yeni mücadeleyle tanışanlar arasında erkek egemen tutum ve davranışlar da görülüyor.

Unutulmamalıdır ki “bir toplumda egemen olan fikirler, egemen sınıfın fikirleridir”. Burjuva toplum uzun süredir çürüme ve çöküş içinde. Ve bu toplumda yaşayan hiç kimse bu çürümeden muaf değildir. Politik hayata yeni yeni uyanmaya başlayan insanların burjuva değer yargılarıyla, geleneksel bakış ve davranış içinde olmaları normaldir. Bunu anlarız, ama bu, onların bu geri yanlarıyla zaman zaman gösterdikleri bazı davranışları hoş görmek, kabullenmek anlamına gelmez, bunlar asla kabul edilemez.

Sorun kendisini bu boyutlarda ortaya koyuyorsa, çözümü de sorunu gündeme getiren koşulların içinde aranmalıdır. Görünen o ki, dar grup davranış tarzına alışkın olanlar, kitle bağlarının artması, kitlelerle iletişimin yoğunlaşması karşısında, deyimi mazur görün, “grup kimliğini” yitirme endişesine kapılabilir. Burada şunu belirtmek gerekiyor; artık kitle ilişkilerinde kitle eylemlerinde eski matris yok. Durum değişti. Milyonlarca kitle harekete geçmek için öncünün onları uyandırmasını beklemiyor. Büyük kitleler, izledikleri çizginin onları nereye götüreceğini hesaplamadan, hedef netliğine sahip olmadan aynı anda harekete geçebiliyor. Bunu sadece sokak eylemlerinde değil, politik yaşamın hemen hemen bütün alanlarında görebiliyoruz. Hani Köroğlu bir türküsünde “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyordu ya, bu dizeyi bu duruma şöyle uyarlayabiliriz: “Sosyal medya icat oldu matris bozuldu!”

“Matris bozuldu”dan kastımız, kitlelerin durumundaki bu ani ve sıçramalı değişimdir. Ve bu değişim kapitalist uygarlığın çöküşünü ele veren semptomlardan biri. Devrimci öncünün artık önünü görebilmesi için binleri, on binleri değil, milyonları hesaba katması lazım. Kapitalist uygarlığın çöküşü, tıpkı bir devrim fırtınası gibi milyonları, on milyonları sarsıyor, eğitiyor, uyandırıyor. Devrimci öncü daha önceki dönemlerde, olayların karmaşası içinde asıl olanı, temel halkayı bulup açığa çıkarır; teşhir ederdi. Bu propaganda ve ajitasyon faaliyeti aracılığıyla kitlelerle bağ kurar, örgütsel olarak beslenip, güçlenirdi. Çünkü önceki dönemlerde bilgiye erişme ve analitik düşünce, devrimci komünist partiye, öncüye özgüydü. Sosyal medya bunu değiştirdi. Şimdi bilgi, adeta ışık hızıyla sosyal medya üzerinden milyonlara ulaşıyor. Bilgiye erişen milyonlarca insan düşüncelerini paylaşıp olgunlaştırıyor; kolektif düşünce, tüm hata ve eksiklikleriyle birlikte olayların içindeki asıl olanı, temel halkayı bulup çıkarıyor. Yani daha önce devrimci öncünün yaptığı işi şimdi bizzat milyonların kendisi yapıyor.

Devrimci öncünün de artık kendisini bu yeni duruma uyarlaması lazım. Öncü, eski düşünce tarzından, eskinin alışkanlıklarından sıyrılmayı başarmalı. Şimdi yapılması gereken, milyonları bir kavgaya hazırlamaktan daha çok, onları kavganın içinde, eylem, hareket halinde yakalamak; harekete geçmiş olan milyonlarca kitlede oluşan devrim güçlerini devrimci hedeflere yöneltmeye odaklanmak, bunun yollarını bulmak olmalıdır. Bunun bir manivelası olarak komite-konsey faaliyetlerinin somut gelişimi ve emekçi sınıfın geniş kesimleri tarafından sahiplenilmesi, öncünün bu yönde mesafe kaydetmeye başladığını gösteriyor. Burada ortaya çıkan sorunların çözümü geri olanı, burjuva toplumun yerleşik değerleri ve alışkanlıklarıyla hareket edenleri dışlamak değil, kısa sürede bu geri yanlarını aşmalarını sağlayacak mekanizmalar bulmak, yaratmak, onlara karşı kucaklayıcı olmak ve onları da kazanmaktan geçiyor. Ama bu, asla geri yanlarına davranışlarına prim vermek, hoş görmek olarak anlaşılmamalı, tam tersine ısrarla eleştirmek ve dönüştürmek gerekiyor.

Özgür Güven