Corona virüsün yol açtığı küresel salgın, en yüzeysel bakışla bile sosyalizmin kapitalizme üstünlüğünü gösterdi. Karşı-devrimlerin henüz sosyalist kültürü yıkmayı başaramadığı ülkelerdeki dayanışma ruhuyla, kapitalist ülkelerin tavrı arasında tam bir uçurum var. Salgının yayılmaya başlamasıyla birlikte AB üyesi ülkeler birbirlerine sınırlarını kapatıp insan ve mal geçişini yasakladılar. Görünen o ki, bu salgının ilk öldürdüğü AB’nin kendisi oldu.

İtalya, İspanya, Brezilya ve yardım isteyen diğer ülkelere Küba binlerce doktor, sağlıkçı, sağlık ekipmanı ve ilaç gönderdi. Corona virüs bulaştığı için hiçbir ülkenin ve limanın kabul etmediği hasta turistleri taşıyan gemiyi, içindekileri tedavi etmek amacıyla sadece Küba kabul etti. Bu satırlar yazılırken tedavileri tamamlananları kendi ülkelerine göndermeye başlamıştı bile.

Salgına karşı en etkin önlemlerin alındığı, salgının önlendiği ülkelerin Vietnam, Demokratik Kore ve Küba yani sosyalist ülkeler olması da tesadüf değil, sosyalizmin üstünlüğüdür.

Henüz sosyalist kültürü ve dayanışma ruhunu yitirmemiş Çin’in Avrupa’ya gönderdiği sağlık ekipmanları ve ilaçlar her yerde can kurtarıyor. Oysa ruhunu kapitalizme teslim eden Polonya ve Çekya gibi ülkeler, açıkça korsanlık yaparak ülkelerinden transit geçen sağlık malzemelerine el koyuyorlar. Ama kapitalizmin ruhunun en iyi ifadesi, AB’nin en gelişkin ülkesi olan Almanya’dan geldi: “Herkes başının çaresine baksın”. Bunu söyleyen Almanya hemen ardından kendisi de korsanlık yapıp, İtalya’ya giden sağlık malzemelerine el koydu. İspanya ve daha başka yerlerde huzurevlerinde ölüme terk edilen bakıma muhtaç yaşlılar ve virüs taşıyan hastaların olduğu turist gemisi: iki sistem; kapitalizm ve sosyalizm. İlki kendi yurttaşlarını, emeklilerini, yaşlılarını ölüme terk ederken, Küba ve sosyalizm, hiç tanımadığı “yabancı” hastaları tedavi ediyor. İki sistem arasındaki farkı görmek için bu yeter.

Kapitalizmin bugüne kadarki tarihi, aynı zamanda emekçi sınıfın acılarının tarihi oldu. Kapitalizm, burjuvazinin gücüne bağlı olarak bazı ülkelerde geçici, göreli ve sınırlı yararlar sağladı. Bu yararlar hem toplumdaki bütün sınıfları kapsamadı, hem de bütün ülkeleri. Kapitalizmin gelişim sürecinde emekçi sınıflar bir yandan eski toplum olan feodalizmin zulmüne ve acılarına maruz kalırken, bir yandan da kapitalizmin bunun üzerine eklediği yeni yeni acıları çekmek zorunda kaldı. Bütün bu tarih boyunca yaşanan hastalıklar, salgınlar, savaşlar, depremler, vb. Bütün yıkımlar, hep değilse bile en çok emekçileri vurdu. Sadece son salgının pandemi boyutuna varmasından sonra yaşananlara ve göçmenlerin – sığınmacıların - durumuna bakmak bile bunu görmeye yeter.

Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki pek çok ülkede emperyalizmin yıkıma uğrattığı halk kitleleri tam bir sefalete sürüklendi. Halk kitleleri, bir yandan kapitalizmin kendi işleyişi nedeniyle mülklerini, üretim ve geçim araçlarını yitirerek açlığa ve sefalete sürüklenirken, bir yandan da emperyalistlerin çıkardığı iç ve dış savaşlar yüzünden açlığa ve sefalete sürüklendiler. Savaştan, açlıktan kurtulmak umuduyla kendi topraklarını terk edip emperyalist ülkelere doğru yollara döküldüler: Latin Amerika’dan ABD’ye, Asya ve Afrika’dan AB ülkelerine doğru en ağır, en zorlu ve en çileli koşullarda; üstelik çok düşük bir ücretle çalışabilecek bir iş umuduyla sürdürülen ölümüne bir yolculuk bu. Onlarca yıldan beri Ege sahillerinden Edirne’ye kadar bu topraklarda da sınır boyları Afganistanlısından Suriyelisine, Asyalısından Afrikalısına bu insanların sefaletlerinin ve ölümlerinin tanığıdır. Corona salgını bastırmazdan hemen önce Edirne’de Meriç boyunca yaşananlar, bu sefaletin ve acıların hafızalarda yer eden en son ve en canlı resimleri oldular.

Göçmenler, bugüne dek gittikleri ülkelerde (buna Türkiye de dahil) en ağır işlerde çalışmaya zorlandılar, ayrımcılığa uğradılar, dışlandılar, hor görülüp aşağılandılar. En ağır koşullarda en düşük ücretle çalışmaya zorlanan bu emekçiler kaçınılmaz olarak gittikleri ülkelerdeki işçilerle rekabete girdiler, o ülkedeki işçi ücretlerinin düşmesine neden oldular. Bu durum bir süre için o ülkenin işçilerinin tepkisini çekip göçmen işçilerle aralarında düşmanlığa, hatta kimi zaman çatışmalara neden olsa da, bu durum uzun sürmeyecektir. Başta sınıf bilinçli ileri işçilerin çabasıyla ve sınıflar mücadelesi nedeniyle uzun erimde bütün işçiler kapitalizmi yıkma, sermayeye dayalı bu üretim sistemine son verme ve yeni bir yaşam kurma hedefinde birleşecektir.

Kapitalizmde egemen sınıf olan burjuvazi, tüm yaşam kaynaklarını da kendi tekeline almıştır. Elinde bulundurduğu ekonomik ve politik güçle birlikte, emekçilerin nasıl yaşayacaklarını da burjuvalar belirlerler. Kapitalizm koşullarında yaşayan emekçiler kendi yaşamlarının efendisi değildir, olamaz. Kendi istedikleri biçimde değil, kendi iradelerine rağmen istemedikleri biçimde ve istemedikleri koşullarda bir yaşam sürdürmek zorunda kalırlar. Emekçiler, kendi emekleriyle burjuvazinin sermayesini yeniden ve yeniden üretirken, kendilerini sermayeye bağlayan koşulları da yeniden ve yeniden üretirler. Emeğin sermayeye olan bağımlılığı, emekçilerin yaşamlarını öyle büyük bir yıkıma uğrattı ki, artık hiçbir emekçi bu koşullarda yaşamayı kabul etmiyor. Emekçiler dünyanın her yerinde isyan ve ayaklanma içinde. Onları buna zorlayan kapitalizmin tarihidir. Ki bu tarih aynı zamanda acılarımızın da tarihidir.

Bugünlerde Corona virüs salgını nedeniyle sokakları terk etmek zorunda kalan emekçi sınıf, bir süreliğine eylemlerine ara verdi. Ancak pandemi, kapitalizmin insanlığı nasıl büyük bir yıkıma sürüklediğinin görülmesinde önemli bir rol oynadı. Şimdi her yerde kapitalizm ve kapitalist yaşam biçimi daha büyük bir ciddiyetle sorgulanmaya başlandı. Burjuvazi “corona virüs hiçbirimizi ayırmıyor, hepimizi eşitledi” dese de, emekçiler, bunun hiç de böyle olmadığını kendi yaşamlarından biliyorlar. Onlar dolu mutfak, dolu kiler villalarına, köşklerine, saray yavrusu evlerine kapanırken; işçiler fabrikalarda, tezgah başlarında omuz omuza çalışmak zorunda.

Göçmenlerin durumu olsun, pandemi olsun ya da buna benzer başka olaylar, felaketler olsun, her biri yalnız başına bile artık insanlığın kapitalizm koşullarında yaşamını daha fazla sürdürmesinin imkansızlığını kanıtlıyor. İnsanlığın kurtuluşu yeni ve daha ileri bir toplum olan sosyalizmde. Artık eski toplum olan kapitalizmi yıkıp yeni toplumu kurmak kaçınılmaz, ertelenemez bir zorunluluk haline geldi. Proletarya ve insanlık bunu da başaracaktır.

Özgür Güven