Küçük burjuvazinin konumu her zaman güvensizdir. Çünkü kapitalist sermaye birikiminin işleyişi sürekli olarak küçük mülkiyeti tasfiye yönünde işler. Ama aynı zamanda da kapitalizmin yasaları, küçük mülkiyeti yeniden yeniden üretir. Bir küçük mülk sahibi esas olarak mülkiyetini, yani sermayesini artırarak daha çok emek sömürmek ister.

Ancak kapitalizmin tekelci aşamaya ulaştığı, tekelci birliklerin üretimin her alanında egemen olduğu koşulların ortaya çıkışından bu yana, bu neredeyse imkansızdır. Tekellerin her alandaki egemenliği küçük burjuvaziyi her alandan kuşatıp kendisine bağlar; aynı zamanda da onları mülksüzleştirip işçi sınıfının saflarına iter. Elindeki mülkiyetini (üretim ve geçim araçlarını) dört elle sarılıp korumaya çalışan bütün bu kesimleri böylece devrimin saflarına, işçi sınıfının yanına iter.

Küçük burjuvazi, bugünkü toplumsal koşullar altında hem tekelci sermayenin, hem de proletaryanın her yönden baskısı, kuşatması altındadır. Ekonomik alanda tekelci sermaye onu adım adım ortadan kaldırırken, proletarya ise bunu gelecekte devrimden sonra yapacağını açıkça ilan eder. Bu koşullarda küçük burjuvazi, kendisini bugün ortadan kaldırmakta olan tekelci sermayeye karşı, mülkiyetini ve yaşamını savunmak için mücadele etmek zorundadır. Ama bu mücadelede işçi sınıfının nefesini de ensesinde hisseder. Bu nedenle tekelci kapitalizme karşı mücadelede ikirciklidir, tutarsızdır; devrimin gelişiminin yavaşlatan bir konumu vardır. O, devrim ne zaman güçlenip atak yapsa, işçi sınıfının yanında yer alır; ancak işler kötü gitmeye başladığında da büyük bir hızla devrim saflarını terk eder. İşler iyi giderken işçi sınıfının yanında yer alsa bile pek çok ülkede yaşanan somut  örneklerde açıkça görüldüğü üzere devrimin güvenilmez dostları oldular; en kritik anlarda safları terk edip işçi sınıfını yalnız bıraktılar. Bunun nedeni elindeki mülkiyetini ve toplumsal konumunu yitirmekten duyduğu dehşetengiz korkudur.

Küçük burjuvazi devrim sırasında proletaryayla birlikte davransa da devrimin zaferinden hemen sonra, proletarya ittifak politikasını gözden geçirecek; ittifak daralacaktır. Proletarya nihai hedefi alan sınıfları ortadan kaldırmak amacıyla devrimi ileri götürmeye, sosyalizmi kurmaya yönelecektir. Küçük burjuvazi bu koşullarda kendi sınıfsal konumu gereği devrimin daha ileri gitmesinin önüne geçmeye, hatta geriye çekmeye çalışır. Üretim araçlarının özel mülkiyetine, yani kapitalist özel mülkiyete son verilmesine karşı çıkar. Bir sınıf (ara sınıf) olarak ilerici konumunu tamamlamış olacağından, bu andan itibaren proletaryanın gerçekleştireceği devrimci dönüşüme karşı konumlanarak gerici bir konuma düşecektir. Proletaryanın çıkarı sosyalizmdedir; toplumdaki diğer kesimleri de sosyalizme ikna etmeye çalışacak; devrimden sonra bu hedefi kabul eden, benimseyenlerle birlikte sosyalizmi kurmaya yönelecektir.

Bugünün toplumsal koşullarında işçi sınıfıyla burjuvazi yan yana, iç içe bir yaşam sürmekte; birbirlerini ideolojik, politik olarak etkilemektedirler. Bu nedenle işçilerin bir bölümü küçük burjuvalar gibi yaşamakta, küçük burjuva hayallere kapılmakta, küçük burjuva ideolojilerin etkisi altında kalmaktadır.  Burada küçük burjuva ideolojilerle mücadele çok önemlidir. İşçi sınıfının, saflarına sızan küçük burjuva ideolojinin etkisinden kurtarılması; küçük burjuva hayallerin açığa çıkarılıp teşhir edilmesi proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin gelişimi için hayati öneme sahiptir. Bu nedenle küçük burjuvaziyle ideolojik mücadele, devrimci komünist hareket açısından kesintisiz olarak sürdürülmesi gereken pratik devrimci bir görevdir.

İşçi sınıfı hareketi kendi dışındaki bu sapma akımlara karşı ideolojik mücadeleyi sürdürürken kendi içinde doğabilecek bu türden eğilimlere karşı da uyanık olmak zorundadır. Küçük burjuvalarla işçilerin iç içe geçen sosyal yaşantıları, ideolojik alanda da kendi yansımalarını yaratır. Burjuva ve küçük burjuva ideolojilerin etkisinden yalıtık, saf bir işçi hareketi yoktur, olamaz. Dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan ideolojik politik akımlar hızla başka yerlerde de ortaya çıkarak işçi sınıfı hareketinde bölünmelere neden olabiliyor. Aynı biçimde bir ülkede, devrimci sınıf mücadelesinin sağlam bir temelde gelişimi de dünyanın diğer ülkelerindeki işçi sınıfı hareketini etkiler, etkiliyor. Devrimin herhangi bir ülkede zafere erişmesi yalnızca o ülkedeki işçi sınıfının kurtuluşuyla sınırlı bir sonuç yaratmaz. Bunun yanında dünyanın her yerinde, burjuva sınıfa karşı sürdürdüğü mücadelede proletaryaya moral destek olur, itilim verir; dünya devrim sürecini ivmelendirip hızlandırır.

Devrimci komünistler, işçi sınıfı saflarındaki burjuva ve küçük burjuva anlayışların işçilerin bilincini bulandırmalarına sınıf bilincini körelterek devrimci sınıf mücadelesini tavsatmalarına hiçbir şekilde müsamaha gösteremezler. İşçi sınıfını burjuvazinin peşine takmalarına, devrimden ve devrimci mücadeleden vazgeçirmeye çalışmalarına asla seyirci kalamazlar, hiçbir şekilde geçiştiremezler. Bu tür girişimleri, çabaları görmezden gelmek ya da geçiştirmek, bunu yapanların suçlarına ortak olmaktır. Küçük burjuva politik tavırlar bunun altında yatan burjuva, küçük burjuva ideolojik sapma akımlar görüldüğü her yerde mahkum edilmelidir. Proletaryanın burjuva ve küçük burjuva ideolojilerden tamamen kopup arasına kesin bir sınır koyacağı bu ayrımın gerçekleşmesi, proletaryanın mücadelesinin devrimci sınıf çizgisinde gelişip güçlenmesi, emeğin kurtuluşunun zorunlu koşullarından biridir. Bunu başaramayan proletarya, kendi kurtuluşunu da gerçekleştiremez.

İnsanlık, tarihi boyunca büyük bir uygarlık yarattı. Kapitalizm nedeniyle şimdi bu uygarlığın geleceği tehlikede. Sadece uygarlık, kültür ve nimetleri değil, insanın geleceği ve dünyadaki yaşam da tehlikede. Emeğin ve doğanın yıkımı büyük bir hızla geri dönülemez bir aşamaya doğru sürükleniyor. Eğer proletarya bu sürece müdahale edip tarihin kendisine yüklediği insanlığı kapitalizmden kurtarma görevini yerine getirmezse; burjuva topluma ve burjuvazinin sınıfsal egemenliğine son vererek kendi iktidarını kurmazsa; bu politik iktidarın gücüne dayanarak sosyalizmi inşa etmeye ve oradan da sınıfları ortadan kaldırmaya yönelmezse; insanlık, bütün tarih boyunca yaratıp biriktirdiği uygarlık ve kültür adına ne varsa hepsini yitirebilir.

Rosa Luxemburg’un yüz yıl önce ortaya attığı “Ya Barbarlık Ya Sosyalizm” şiarı artık çok daha büyük bir aciliyet kazanmış; insanlığın sosyalizme geçişi bir ölüm kalım sorunu haline gelmiştir.

Özgür Güven