< < İki Çıkış Yolu

24 Haziran seçimleri parlamentarizmle beraber parlamentonun da sonunu ilan etti. Genel oy kendi kendisinin sonunu getirdi. Aslında parlamentonun olmadığı 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra kör parmağım gözüne dercesine herkesin gözüne sokulmuştur. Şimdi bunu resmen ilan ettiler.

HDP, parlamentonun bitişiyle kendi varlık gerekçesini yitirdi. Selahattin Demirtaş'tan sonra Veysi Sarısözen de milletvekillerine orayı terk edin, halkın arasına gidin derken bunu itiraf ettiler.

Küçük burjuva hareket uzun zamandan beri HDP ile CHP'nin oylarını tek partide toplama hayali peşinde koştu. Bunun olamayacağını gördüler. CHP, ulusalcı-ırkçı geleneksel damarı nedeniyle HDP'ye sıcak bakmazken yine bu damar nedeniyle HDP tabanda CHP'ye itici geliyor. Bu iki partinin tabanı oy, seçim, parlamento gibi düzen içi meselelerde bir araya gelemiyorlar. Ama her iki partinin tabanı devrim partisinde buluşuyor, buluşacak. Bunu Gezi ayaklanmasında açıkça gösterdiler.

Toplumdaki karşıtlık iki kampta keskinleşti. Bir yanda RTE ve Saray etrafında toplananlar, bir yanda "cumhuriyet-laiklik" gibi söylemlerle kendisini ifade eden, henüz hedefini bulamamış, kafası karışık devrimin kitle gücü. Marx'ın söyledikleri bir kez daha gerçekleşecek gibi, devrim sahneye yine elinde geçmişin bayraklarıyla giriyor. Burada bütün yük komünistlerde. Bu karşıtlaşmayı değerlendirmeyi başardıkları oranda devrim daha ileri gidebilir.

Şimdi iktidar gücünü tek başına elinde toplayan saray, "yeni rejim"le birlikte pek çok şeyi kararnamelerle hallediyor. Bu kararnamelerden biri de Devlet Denetleme Kurulu'nun doğrudan RTE'ye bağlanması ve yetkilerinin artırılması oldu. Böylelikle parlamenter muhalefetin defterini düren saray, şimdi de diğer muhalefet güçlerine yöneliyor: Sendika, dernek, vakıf, meslek örgütleri gibi ne kadar kitle örgütü varsa bu yolla denetleyip, seçimle gelen yöneticilerini görevden alarak doğrudan kontrol edebilir duruma geldi. 12 Eylül'ün bile çok isteyip de başaramadığı korporasyonları şimdi de saray deneyecek gibi. Sermayenin ve dinci faşist iktidarın amacının böyle olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yok. Tekelci sermaye "yeni rejim" dediği bütün gücün tek merkezde toplandığı faşist devlet eliyle sınıfın bütün örgütlerini dağıtmayı, sınıf bilincini yitirmesini sağladığı işçilerin iradesini teslim almayı, örgütsüz, zayıf bireylere dönüştürmeyi ve böylece devrimi yenmeyi, ezmeyi hedefliyor. Zira işçi kitlelerinin bugünkü durumu bile tekelci sermaye için tehlike arzediyor. İşçi sınıfı bütün dağınıklığına, burjuva sendikalara rağmen ciddiye alınması gereken korkutucu bir güç. Tekel işçilerinin Ankara eyleminde de metal işçilerinin eylemlerinde de bunu gördüler. Ama ne yazık ki Metal işçileri ne 90-91 Zonguldak madencileri ne de Tekel işçileri gibi olabildiler. Bunun en başta gelen nedeni ise hem fiziki hem de düşünsel olarak kendilerini fabrika duvarlarının içine hapsetmeleri oldu.

Şimdi de geldi geliyor derken nur topu gibi bir kriz gündemin başına geldi oturdu. Malum krizden çıkışın iki yolu var. Burjuva çıkış defalarca denendi ve her defasında daha da büyüyerek geri döndü. En son 2001 krizinde gördük. Devrimci hareket ve komünistler yeterince etkili olup krizin yoksullaştırdığı kitlelerin öfkesini devrimin potasında toplamayı başaramayınca krizden yararlanan faşizm oldu, AKP iktidara geldi. O günden beri bu dinci faşist parti, Dünya Bankası ekonomisti Kemal Derviş'in ekonomik programını milim şaşmaksızın uyguladı. Yani dinci faşist parti ve RTE hükümetleri emperyalist merkezlere tam teslimiyet dışında hiçbir şey yapmadı. Bu sayede de sıcak para trafiği artarak sürdü. Bu uygulamaların geldiği noktayı Korkut Boratav hoca, yabancıların Türkiye'deki sabit ve finansal varlıklarının toplamı 700 milyar doları aştı diyerek açığa vurdu. Bu rakam sabit ve döner sermayeyle hayali sermayenin (finans sermayesi) toplamı olarak görülmeli. Yani bu 700 milyar dolar işbirlikçi tekellerin değil, doğrudan emperyalist tekellerin varlığı. Boratav hocaya göre bu rakam Türkiye'nin GSYH'sinin %82'si. İşte tam teslimiyetin tam ilhakın geldiği düzey. GSYH'nin %82'si yabancıların olduğuna göre geriye ne kalır? %18. İşte "yerli ve milli" olmakla övünen RTE ve dinci faşist partinin 16 yılda yarattığı sonuç bu.

Dinci faşist parti ve hükümet azala azala %18 kadar inen bu payın parlamento ve parlamenter sistem sayesinde paylaşımında etkili oldu; bu yolla tabanı doyurup iyice kendine bağladı. Şimdi parlamento ve parlamenter sistem sıfırlandı. Bütün yetki RTE ve sarayda. Partinin etkisi de en alt düzeye indirilerek saray ve yakın çevresi bütün gücü elinde topladı. Dolayısıyla bundan sonra bu %18'in paylaşımında aslan payı da saray ve yakın çevresinin olacak. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Şimdi sıra bugüne dek dinci-faşist partiye destek veren ve onun sayesinde palazlanan "yeni orta sınıfın" mülksüzleşmesinde.

Kriz ilk darbelerini indirmeye başladı. Piyasada ne var ne yok zamlandı zamlanıyor. Enflasyon daha şimdiden resmi rakamlarla %17'yi geçti. Pek çok işletme peş peşe kapanıyor. OSB'ler birer hayalet kasaba olma yolunda hızla ilerliyor. işsizlik daha da artıyor artacak. Proletarya ve halklar bu krizin yakıcı sonuçlarını etlerinde, canlarında hissederek yaşamaya yeni yeni başlıyor.

RTE ve yakın çevresi bugüne kadar bu krizin bir ekonomik saldırı olduğunu, faiz lobisinden sonra Trump ve ABD'nin yarım kalanı tamamlamak istediklerini; kıskandıkları "dünya liderini" devirmek amacıyla hareket ettiklerini söyleyip pazarladılar. Bunun belirli bir alıcısı da var. ancak kriz açlığı, sefaleti derinleştirip hoşnutsuzluğu artırdıkça bu söylem değişecek. Faşizm bu sefer karnını doyurmayı başaramadığı emekçi kitlelere azla yetinmeyi, tok gözlü olmayı, nefis terbiyesini falan öğretmeye başlayacak.

Bundan sonra ne olacağı devrimci komünistlere bağlı. Ya proleter çıkış, devrimci çıkış yolunu kitlelere anlatmayı, onları ikna etmeyi başarırlar ya da bu krizden de tekelci sermayenin bir başka bölümü ve faşizm yararlanır; proletarya ve halkların geleceğini karartmaya devam eder. Komünistler her gün her olaydan yararlanarak teşhir, propaganda, ajitasyon ve örgütlenme faaliyetini bütün olanaklarını ve bütün güçlerini kullanarak yoğunlaştırmalılar.

Özgür Güven