Anayasa, parlamento, tekelci sermayenin çeşitli partileri, bu partilerin sözcülerinin, parlamenterlerinin meclis kürsüsünden herkese ayar veren bağırıp çağırmaları, kavgaları, bir gecede çıkarılan torba yasaları; tekelci faşist medyanın giderek tek tipleşen televizyonlarından proletarya ve halklara ateş açan makinalı tüfekleri, bombaları, helikopterleri, uçakları; evlerimize, yemek masalarımıza kadar sokulan 2-3 adamın tepemizden bağırıp çağırmaları; yazılı ve görsel basın üzerinden sürekli üzerimize boca edilen yalanlar vs. vs. bütün etkisini ve gücünü yitirmiş görünüyor.

Yeni bir seçim yavaştan gündemde ön plana doğru ilerlerken, CHP içinde bile boykot sesleri yükseliyor. Parlamento, seçimler ve genel oy: yani burjuva toplumun son "kutsal ineği" de can çekişiyor. Bu kutsal inek bütün dünyanın gözleri önünde ABD ve AB'nin desteği ve teşvikiyle 7 Haziran, 1 Kasım ve 16 Nisanda yerlerde sürüklendi, rezil rüsva oldu. Şimdi ölüm döşeğinde kendi vasiyetnamesini hazırlıyor. Bunu da tamamlayıp imzaladıktan; demokrasi, özgürlük, laiklik adına kalan ne varsa onları da tamamen yok ettikten sonra 2019'da son nefesini verecekmiş gibi görünüyor.
Peki neden? Uzun iç savaş olarak süren sert mücadele, devrimin gelişimi ve devrimci kitle mücadelesinin bir türlü önlenemeyen yükselişi, faşist devletin yapısında, tekelci sermayenin egemenlik aygıtı olan bu mekanizmada bir değişimi zorunlu kıldı.
2013'ün 31 Mayısında başlayan (daha önceki dönemi bir kenara koyarak bunu söylüyorum, zira 2013 Haziran'ını hazırlayan bu dönemin kendisidir) 6-8 Ekim ve Kent savaşlarıyla devam eden bir ayaklanma süreci yaşandı. Her biri kendinden öncekini eleştirip eksiklerini gösterse de proletarya ve halklara henüz politik iktidarı getirmedi. Bütün yaşananlara rağmen, politik iktidar tekelci sermayenin elinde.
Bu süreçte küçük burjuva hareket bir bütün olarak bu ayaklanmalardan da yararlanarak parlamentoda daha geniş bir grup oluşturmak ve buna dayanarak yeni bir anayasa; "toplumsal barış" ve "toplumsal uzlaşma" hedefiyle hareket etti.
7 Haziran seçimlerinde tekelci sermayenin iş başındaki hükümetinin ve hükümet partisinin asla kabul etmediği, edemeyeceği bir oy oranıyla HDP 3. parti olarak parlamentoya girdi. Hükümet ve hükümet partisi bu seçimleri kabul etmeyerek derhal harekete geçti, yeni parlamentoyu ve seçimleri yok saydı; yeni hükümetin kurulmasını engelledi. Küçük burjuva hareketin devrimi satma pahasına elde ettiği hareket alanını, demokratik hak ve özgürlükleri de birer birer ellerinden almaya başladı. Türkiye ve Kürdistan'ın her yeri hükümet, kolluk güçleri ve hükümet partisinin yandaşları tarafından basıldı, HDP binaları yakıldı, taşlandı, kurşunlandı.
Devrimle karşı-devrim arasında, proletarya ve halkların gücüyle düzen güçleri arasında gerçek bir çatışmaya geldi dayandı durum. Ufku parlamentoyla sınırlı küçük burjuva parti ve örgütler, doğmuş olan gerçek çatışma durumunun önüne geçmek, çatışmayı engellemek için hem 7 Haziran-1 Kasım sürecinde hem de 16 Nisan referandumunda CHP ile birlikte ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
2013-2015 arasında yaşananlar birleşik devrimin içeriğini ve kapsamını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak netlikte herkesin önüne koydu. Ama bunun hayata geçmesi, vücut bulması için mevcut durumu kabullenmeleri bile yetmezdi, daha ileri gidilmesi gerekiyordu. Küçük burjuva hareket tam da burada devrimci kitle mücadelesine katılan yığınların hedefini muğlaklaştırıp kafalarını karıştırarak daha ileri gitmelerinin önüne geçti.
Haziran 2013'te Taksim Dayanışma içinde yer alan küçük burjuvazinin bütün temsilcileri Leninistlerin karşısında tutum aldılar. Ayaklanmanın daha ileri gitmesi için Taksim Dayanışmasında yer alacak temsilcilerin mahallelerden seçilerek gelmesi önerisine de Geçici Devrim Hükümeti önerisine de diğer önerilerine de karşı çıktılar. Zaten küçük burjuvazi devrimin her kritik anında aynı tutumu izledi, izliyor. Sermayenin iktidarı ve burjuva toplum ne zaman devrim tarafından kuşatılıp zor duruma düştüyse; burjuva sınıfın çıkarları ne zaman proletarya ve halkların çıkarları tarafından, mutlu azınlığın çıkarları milyonların çıkarları tarafından kuşatıldıysa, tehlikeyle karşı karşıya kaldıysa, küçük burjuvazi orada "toplumsal uzlaşma" diyerek, "toplumsal barış" diyerek burjuvaziye can soluğu üfledi, güçlerini toplayıp devrime saldırmaları için fırsat verdi.
Gücünü toplayan tekellerin hükümeti, en basit demokratik istemi dahi "terör", "bölücülük", "topluma karşı bir saldırı", "darbe", "darbe girişimi" ilan ederek damgaladı. Seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları önceleri sokaklarda polis tarafından gaza, basınçlı suya boğularak tekmelendi. Şimdilerde parlamentodan da kovulup üçer beşer zindanlara dolduruldu. Böylelikle "din, düzen ve vatan" bir kez daha kurtarıldı, kurtarılıyor.
Marx, 18. yüzyıl burjuva devrimlerine dair "...çabucak en yüksek noktalarına varırlar ve devrimin fırtınalı döneminin sonuçlarını soğukkanlılıkla, ağırbaşlılıkla sindirmeyi öğreninceye kadar, uzun bir huzursuzluk toplumun yakasına yapışır" diyor 18. Brumaire'de. Bizde yaşanan süreç biraz böyle.
Ezilen ve sömürülen emekçi yığınlar, varlıkları dahi görmezden gelinen, yok sayılan halklar kendi kurtuluşları ve özgürlükleri için toplum adına hareket ederek yeni bir içeriğe sahip çok daha güçlü bir adım atmak zorunda. Zira başladıkları iş yarım kaldı. Yarım kaldığı içindir ki devlet en açık ve net biçimiyle tam bir bastırma aygıtı işleviyle öne çıktı. Yığınlar mevcut durumdan hoşnutsuzlar, huzursuzlar. Proletarya ve halklar 2013 Haziran'ından daha geriye düşmüş gibi görünüyor. Oysa gerçek öyle değil. Şimdi 2013 Haziranıyla başlayan, 6-8 Ekim ve Kent savaşlarıyla süren üç büyük ayaklanma dalgasının derslerine ve deneyime dayanacağından birleşik devrimi zafere taşıyacak ilişkileri ve olanakları yaratmada dünden daha avantajlı durumdalar. Devrimci hedefler için devrimci yöntemlerle harekete geçtiklerinde bu defa başarabilirler.
Özgür Güven