Milyonlarca insan bu topraklarda bir distopyanın içinde yaşamak zorunda bırakılıyor. Öyle ki dün kardeş, dün can ciğer dost, dün stratejik ortak olan bugün birden can düşmanı oluyor! Aynı şekilde dün can düşmanı ve stratejik hasım olan bugün dost oluyor.

Dün Esad kardeşti bu gün katil, dün Rusya kalleşti bugün dost; dün uçağını vurmuş hatta pilotu katleden çeteciyi de kahraman ilan etmişlerdi bu da yetmemiş başkentin ortasında büyük elçisini öldürtmüşlerdi. Bugün bunları yapanların hepsi darbeci, kalleş, vatan haini. Tabi bu, bu günün propagandası yarın dostlar ve düşmanlar yeniden belirlenecek. Çünkü gün gün, saat saat değişiyor dostla düşman. Çünkü açlık çeken milyonların karınlarını bununla doldurmaya çalışıyor ve patladı patlayacak isyanı da yine bununla durdurmaya çalışıyorlar.

Bir kent düşünün, tam sınırda ve o sınırda savaş tamtamları çalıyor; sınırın hemen öte yanındaki çeteler katliamlar yaparken, bu tarafta başka bir ülkenin toprağına göz dikenler. “Şanlı zaferimiz yakın” naraları atılıyor. İşte tam da bu şehirde valiliğin önünde bir baba kendi yaşamına son veriyor! Ne bir çılgın ne de bir deli, çocukları var, sorumluluğu var; ama aç ve yoksul bırakılmış. Bu yüzden diğer beşbin (CHP’nin raporuna göre!) örneği gibi bu da bir intihar değil. Her örgütsüz toplumda meydana gelen “bireysel isyan” tavrıdır. Umudunu yitirmiş ve yalnızlaştırılmışların kendilerine dayatılan onursuz yaşama isyanı... Sonuç alıcı bir eylem türü olmasa da ve asla örnek göstermeyecek olsak da yine de bu insanlar bu yaptıklarıyla, bu koca şovenist propagandayı adeta yerle bir ediyorlar.

İşte başlık olarak sorduğumuz sorunun cevabı. Yaşadığımız yer tam da burasıdır. Bir yanda işgalcilerin savaş tamtamları bir yanda açlıktan ölenler. Fakat hepsi bu değil; çünkü üçüncü bir taraf daha var!... Gerçekleri söyleyen ve insanlara umutlar aşılayan, bunun için can fedai mücadeleler verenlerin tarafı, hatta onlarca ve onlarca hatalarına ve milyonlarca ve milyonlarca imkansızlıklara rağmen can fedai mücadele edenlerin tarafı.

Ve işte bu üçüncü taraftakiler diyor ki:

Size yalan söylüyorlar! Gerçek şu ki insanlar açlıktan ölüyor. Gerçek şu ki “Emevi Camisi”nde kılınacak bayram namazı planı çoktan dönüştü, bu savaşın faturasını öderken ölen, yoksulların kenar semtlerdeki cenaze törenlerine. Şam bileti yandı ve geriye yoksula açlıktan ölmek kaldı.

Gerçek şu ki: Her fırsatta ve her yerde “Biz Suriye’li göçmenler için 40 milyar harcadık” diyenlerin tek yaptıkları yalan söylemektir. Zira bu paranın bir kuruşu bile bu insanlara harcanmadı ve tamamı karşı-devrimci dinci çetelere dağıtıldı. Dahası bu topraklara sığınmak zorunda bırakılan bu insanlara eşsiz “Türk misafirperverliğinden bolca gösterildi: iliklerine kadar sömürülüyorlar, linç ediliyorlar ve kadın olanları da sık sık tacize uğratılmaktadır. İşte bu topraklara sığınan Suriye’linin öyküsü budur. Onlara kiralık ev bile verilmez ve her şey için onlar suçlanır. Dahası, bu insanlar onların ülkesini işgal etmenin bir gerekçesine çevrilir!!!

Gerçek şu ki: “Sınırlarımıza dayanan milyonlarca göçmen” söylemi de yalandır. Çünkü onlar buna mecbur bırakılıyor. İşgalciler, sınırın öte tarafındaki çeteler eliyle bu göçü bilerek planlayarak yaptırtmaktadır. Bu göçler sınırın bu tarafınca yaptırılıyor. “Çatışma bölgeleri” denen ve işgalcilere bağlı güruhların yuvalandığı yerleşim yerlerinden Rojava ve Suriye’nin başka bölgelerine gitmek isteyenler bu çetelerce engellenerek kuzeye, Türkiye sınırına yönlendirilmektedir. Aksi halde bunca insan onları bekleyen sömürü ve linç ortamına neden gelsin?

Gerçek şu ki: Bu çeteler 40 milyarla semirtilirken emekçiler açlıktan ölüyor!

Üçüncü taraftakiler diyor ki: Şu an olan şey; içerdeki savaşı kaybetmemek için dinci faşist parti ve burjuvazinin “dışarıya” savaş açmasıdır. Bu nedenle şovenist yayılmacı propagandaya yalanlar da eşlik ediyor. “Ekonomimiz büyüyor”, “Efsane bir yıl yaşıyoruz!”, “İşsizlik ve enflasyon düşüyor!”, “Tünelin ucundaki ışık görüldü!” Yani her şey güllük gülistanlık. Oysa eldeki veriler “tünelin ucundaki ışığın” olsa bir korku tünelinin ucundaki ışık olduğunu gösteriyor. Yani bu başlanılan noktaya dönmenin hikayesidir. Çığlık atmayı bıraksanız da vardığınız bu yer başladığınız o berbat yerin ta kendisidir. Kısacası, siz gene çok çalışacak; ama yine yoksul kalacak hatta işinizden olacaksınız... Yine aç, açıkta... Yine borç içinde ve her türlü protesto hakkından yoksun! Çünkü; düze çıktınız! Çünkü; ekonominiz büyüdü! Çünkü; kahraman ordunuz zaferlere doymuyor! Çünkü; ülkenize yeni topraklar katılacak! Çünkü; nihayet bitiyor, Viyana önlerinde ve ikiyüz yıl önce başlayan bu travma! Çünkü; bugün orta-doğu yarın Kafkaslar. Fakat gerçekler çok başka, çok başka işte!.. Hayat hayallerden değil hayaller hayatlardan beslenir. Ve hayatın faşist propagandaya verecek hiçbir şeyi yok! Çünkü; bu hayal berbat bir şey...

Bugün kapılarınızı çalan yoksulluktur, işsizliktir, açlıktır. İsterseniz aksini düşünebilirsiniz; ama siz de biliyorsunuz ki, bunlar en az hayatınızdaki yoksulluk kadar gerçektir. Ve yine biliyorsunuz ki, başka ülkelere karşı açılacak savaş kazanılsa da kayıp edilse de sizin payınıza düşecek şey sadece daha fazla yoksulluktur. Ancak umudunuzu yitirmeyin, başta da dedik ya üçüncü bir taraf, yepyeni bir yol var!

Bundan 115 yıl önce yine bir Şubat ayında yoksul emekçiler “Çar baba”larından ekmek istemek için yürümeye başladılar. Çar onlara ekmek yerine kurşun ve ölüm sundu. 1905 devrimi işte böyle başladı; ama yarım kaldı. Gerçi çok değil sadece on iki yıl sonra bu emekçiler, yarım kalanı tamamlamak için geri döndüler ve Çar hazretleri o tatlı canıyla vedalaşmak zorunda kaldı!... Özetle yegane kurtuluş yolu hala bu. Ya açlık ve sömürü altında ölüp gideceğiz ya da bizi buna mecbur edenleri hak ettikleri müthiş sonla buluşturacağız.

Aslında mesele nasıl bir yerde yaşadığımız değil; mesele, nasıl bir yerde yaşamak istediğimizdir. Daha güzel bir yaşam ve daha güzel bir dünya için umutla ve korkusuzca ileri...

10 Şubat 2020

Kenan Kızıl