Uzunca bir süredir siyasal ve ekonomik krizin, faşizmin baskılarının, pandeminin ekonomik ve sosyal yıkımının milyonlarca insanı, genci düzen karşıtlığına ittiğinden bahsediyoruz. Artık kabına sığmayan öfke taşmaya başladı, sokak röportajları, sosyal medya mecraları, halk pazarları, sokaklar her yer kapitalizmin yarattığı sorunlardan kaynaklı artık bu düzene tahammülü olmayan milyonlarca insanla dolu.

Geniş emekçi yığınlar ve özelde gençlik artık bir şeylerin kalıcı olarak değişmesini istiyor. Geleceksizlik, pandemi ile birlikte derinleşen sosyo-ekonomik yıkım, faşizmin gençlik üzerindeki baskıları, eğitim sisteminin niteliksizliği, kapitalizmin ve dinci-faşist iktidarın çürümüşlüğü...

Sorunlar çoğaltılabilir ama gerek yok. Kime dokunsanız bin ah işittiğinizi, hangi emekçi evine gitseniz acı ve yoksulluğun dolu olduğunu, yoldan geçen sıradan bir genci çevirseniz umutsuzluk ve çaresizlik içinde öfke ile karışık duygulara sahip olduğunu görebiliriz. Devrim ile karşı-devrim arasındaki toplumsal kutuplaşmada gelinen aşamada gençliğin geniş kesimlerinde sorunların kaynağı olan kapitalist sisteme ve faşizme karşı bir isyankar ruh hali hakim.

Gençliğe özel olarak değinmek istiyoruz, çünkü gençliğin devrim hareketin en aktif ve savaşçı gücü olduğunu biliyoruz ve gençliğin siyasetini devrimci tarzda, devrimci görüşlerle yapması gerektiğini tartışıyoruz. Genç işçilerin, öğrenci gençliğin, genç kadınların ve çok kalabalık olan milyonlarca genç işsizin proletaryanın savaş bayrağı altında buluşabilmesi ve yürüyebilmesi için Leninist gençliğe özel bir görev düştüğünü belirtmek gerekiyor. Gençliğin devrimci saflara daha güçlü bir şekilde katılabilmesi, politikleşirken iddialı ve devrimci bir mücadele hattında yürüyebilmesi için uzlaşmacı görüşlerin ve devrim iddiası olmayan görüşlerin mahkum edilmesi gerekiyor.

Türkiye ve Kürdistan gençliğinin ruh halini tartışırken yalnız olmadığımızı da belirtmek gerekiyor.

Sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil, dünyanın her yerinde gençliğin savaşımın en ön saflarında dövüştüğü, sokaklardan geri çekilmediği, anti-kapitalist ve anti-faşist hareketlerde kalabalık bir şekilde yer aldığı bir durum söz konusu. En yakın örneği Latin Amerika’nın en çürümüş ve bağımlı kapitalist ülkesi Kolombiya’dır. Kolombiya’da öğrenci gençliğin, genç işsizlerin, genç işçilerin sokaklarda faşist güçlere karşı militanca dövüşmesi ve iktidarın tamamen yıkılması siyasal talebinin öne çıkması hareketin geldiği ileri düzeyi temsil ediyor.

Coğrafyalarımız farklı olsa da Türkiye ve Kürdistan’ın içinde bulunduğu devrimci durum ve ruh halinin bizden binlerce km uzakta olan bir Latin Amerika ülkesinde olduğunu görmek bize güç veriyor. Kapitalizmin çöküşü küresel çapta sürerken, emperyalist-kapitalist sisteme karşı gelişen küresel iç savaş insanlığın yeni bir tarihsel eşikten geçtiğini bize gösteriyor. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan proletaryanın ve ezilen emekçi sınıfların savaşımında gençliğin geniş kesimleri yeni bir dünyayı istiyor. Köhnemiş bir egemen sınıfın yarattığı yıkım sokak röportajlarında en temiz ve gerçek haliyle görülebiliyor.

Geçtiğimiz günlerde bir sokak röportajında bir işçi çocuğuna uzatılan bir röportajda o gencin “18 yaşındayım. Bak bu da cebimdeki para. 20 lira. Bu benim haftalık harçlığım. Benim babamın verebildiği harçlık bu. Bir tane ev kredisine girdi. 10 yıl onu ödeyecek ve şu an o evinde bile oturmuyoruz. Bizden büyük insanlar diyorlar ki, 'Biz tüp kuyruğuna giriyorduk'. Yeter artık ya. Sürekli bunu söylüyorsunuz. Bugün 20 lirayla bir tane tişört alamazsınız. Bu lisede giydiğim, okulun üniforması. Başka bir şey yok çünkü. Ben babama nasıl diyeyim o kadar borcun içindeyken 'Baba benim tişörte ihtiyacım var' diye. Oğullarınız yurt dışında okuyor. Bitmeyen servetleri, gemileri var. Benim babamdan kalacak bir tane ev var. Başka hiçbir şeyimiz yok.” ifadesi birçok şeyi anlatıyor.

Alıntıyı biraz uzun tuttuk okurumuz kusurumuza bakmasın, ancak bir olgunun kavranabilmesi için en somut, yaşamın içinden verilmiş bir örneğin, kısacık bir sokak röportajının yüzlerce sayfalık tahlilin yerini tutabileceği bir tarihsel dönemdeyiz. Bu açıdan sokaklara kulak vermeliyiz, emekçilerin, gençliğin canlı sezgilerine güvenmeliyiz.

Yaşadığımız topraklarda dinci-faşizmin pisliğinin yine bir başka çürümüş kısa zaman öncesine kadar bizim çocuklar olan bir mafya tarafından ortaya dökülmesi düzenin gelmiş olduğu çürümüşlük düzeyini en sıradan insanın, örgütlü olmayan bir gencin bile görmesini sağladı. Tekelci kapitalizm ve onun yaşadığımız topraklardaki siyasal üst yapısı olan dinci-faşizm tepeden tırnağa çürümüş durumda. Ancak emekçilerin, gençliğin sermaye sınıfı içerisinde kısa süreli cereyan eden bu iç kapışmanın, sistemi değiştirebileceği, daha güzel günlerin edilgen bir taraf olarak geleceği beklentisini terk etmesi gerekiyor.

Milyonlarca işçinin ve emekçinin kanı, emek sömürüsü üzerinden yükselen bu dünyadan yani burjuvazinin kendi cennetinden kendi isteğiyle vazgeçeceğini, bizleri bu cehennem ortamından yine düzenin içinden bir başka burjuva partinin çıkaracağını beklemek hamhayaller beslemektir. Kürt halkının kendi özgürlüğünü istemesine karşı acımasızca katliamlar yapan, kentleri yıkan, kadınları ölüme erk eden, şiddet uygulayan, devrimcileri işkencelerle katleden, zindanlara tıkan faşizm ancak bir devrim yoluyla yıkılabilir.

Bir devrimin zorunluluğu fikrinin giderek gençlikte maddi gücünü bulduğunu görebiliyoruz, ancak bunun daha da güçlendirilmesi, daha sıkı bir örgütlü yapıya kavuşturulması ve daha güçlü iddialar ile öne atılması gerekiyor. Bu açıdan gün kesintisiz, cüretli, iddialı, özverili siyasal çalışmaları büyütme günüdür, gün sokak sokak, okul okul, semt semt gençliğe ulaşma günüdür. Bunun için yeni ve yaratıcı yöntemler bulmalı, propaganda ve ajitasyon çalışmalarımıza hız vermeliyiz.

Gençlik zincirleri kıra kıra geliyor, şimdi bizim zamanımız!

K. Taylan Kızıldağ