Engels, kapitalist sınıfın yönetimindeki toplumun durumunu, sıkışmış bulunan emniyet supabını açma gücü ve yeteneği olmayan makinistin yönetimindeki lokomotifin durumuna benzetir. Ve toplumu bekleyen akıbetin, lokomotifin akıbetiyle aynı olacağını söyler: İvmesi giderek artan bir hızla yıkımına doğru yol almak.

İnsanlığın son 120 yılı bu tespiti defalarca doğruladı. Kapitalist sınıfın yönetimindeki toplum, felaketten felakete sürüklendi. Engels’in deyimiyle, “modern toplum, batıp gitme” tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı noktaya doğru yol alıyor. Kapitalist sınıf ise, bu durum karşısında çaresiz.

Çünkü kapitalist sınıfın gücü ve yeteneği, toplumu yönetmeye yetmiyor. Kapitalist sınıf, tüm egemen sınıflar gibi, yönetme gücü ve yeteneğini toplumsal ilişkilerden (ekonomik, politik, hukuksal, dini, kültürel, ahlaksal vb.) ve bunların ifadesi olan kurumlardan (meclis, partiler, mahkemeler, kolluk gücü, odalar, dernekler, aile, din vb.) alır. Bu ilişki ve kurumların, toplumun gereksinmelerini karşılayamaz hale gelmesiyle birlikte, toplumu yönetme becerisi de kalmaz.

Toplumun en temel gereksinmesi, yarattığı ürünlere sahip olabilmek. Toplum bunu talep ediyor, çünkü, üretici güçlerin ulaştığı devasa gelişim sayesinde tüm toplumun temel gereksinmelerini rahatlıkla sağlanabileceği bir toplumsal zenginliğin olduğunu görüyor. Ama bunlara ulaşamıyor. Üretim araçlarının sahipleri, ürünler tamamen başkalarının emeğinin ürünü olduğu halde, sanki kendi emeğinin ürünüymüş gibi sahiplenmeye devam ediyorlar. Toplumsal olarak yaratılan ürünler, üretim araçlarını gerçekten kullanan ve ürünleri gerçekten üreten kimseler tarafından değil ama, kapitalistler tarafından sahipleniliyor: Üretim araçlarının devasa gelişmesiyle paralel bir şekilde bireysel üretimin yerini toplumsal üretim almasına, bu sayede üretilenlerin alabildiğine artmış olmasına karşın, toplumsal üretim araçlarının ve toplumsal ürünlerin sahipliği eskisi gibi kaldı. Yani özel mülkiyet olarak. İşte bu mülkiyet biçimi, toplumun kendi ürettiği ve gereksinim duyduğu ürünlere ulaşmasına engel oluyor.

Bu sorunun çözümü basit. Üretimin toplumsal niteliğini kabullenerek, üreticinin ürettiği ürüne ulaşmasının, yani toplumun ürettiği toplumsal ürüne ulaşmasının önündeki engeli kaldırmak. Ürünlerin sahiplenme ve değişim biçimini, üretimin toplumsal niteliği ile uyumlu hale getirerek, toplumsal mülkiyeti egemen kılmak. Böylece, doğal olarak da, tüm toplumsal ilişki ve kurumları toplumsal mülkiyet temelinde şekillendirmek. Bu sağlandığı takdirde, toplumsal yaşamın tüm alanlarını enfekte eden ve toplumu sürekli komaya sokan sorun çözülmüş, toplumsal yaşam sağlıklı bir hale gelmiş ve yönetilebilir bir hal almış olacaktır.

Ama kapitalist sınıf, toplumdan yükselen bir gereksinimi karşılama, sorunu çözme olanağına sahip değil. Çünkü kendi varlığı, üretimin, sahiplenmenin ve değişimin özel mülkiyet üzerine olmasına dayanıyor. Yani kendi varlığı ile toplumun gereksinmeleri çelişki ve çatışma içinde. Bu nedenledir ki kapitalist sınıf, yönetememe sorununa çare üretebilme olanağına sahip değil.

Aksine, kapitalist sınıf kendi varlığını, kapitalist özel mülkiyetin kişileşmiş, ete kemiğe bürünmüş hali olan varlığını koruyabilmek için, bu çelişki ve çatışmayı sürdürmeye mahkum. Bu durum, kapitalist sınıfın, modern toplumun ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyiyle bitip tükenmek bilmeyen savaşı anlamına geliyor.

Bu savaşta yenilmemek, karşısındaki toplumu parçalayarak zayıf düşürmek için, milliyetçilikten ırkçılığa, kadın düşmanlığından kökten dinciliğe ve uyuşturucu kullanımına kadar her türlü insanlık dışı politika ve araca başvuruyor; yönelimi besliyor. Anlaşılacağı üzere, modern toplumun yaşadığı felaketler (ekonomik-siyasal kriz, savaşlar, kültürel yozlaşma, doğa-salgın) yukarıdan, yönetici konumdaki kapitalist sınıftan kaynaklanıyor.

Bu yüzdendir ki, modern toplumun batıp gitmeye doğru yol almasında kapitalist sınıfın üstlendiği rol, makinistin tren kazasındaki rolüne benzemiyor. Kapitalist sınıf, kendini var eden toplumsal ilişki ve kurumlardan aldığı bütün gücü, özel mülkiyeti korumaya seferber ederek, bir beceriksiz gibi değil, soğukkanlı bir katil gibi davranmakta. Hitler ve türevlerinin, Taliban-Hamas-IŞİD ve türevlerinin, uyuşturucu baronlarının ve mafya liderlerinin kapitalist sınıfın has evlatları olması bundandır.

İnsanlığın bugün yaşamakta olduğu felaket, kapitalist sınıfın toplumu yönetme yeteneğinin neden kalmadığını ve dahası, soğuk kanlı bir katil gibi davranarak toplumu nasıl felakete ve yıkıma sürüklediğinin kanıtıdır.

Covid pandemisi nedeniyle dünyada 1,5 milyonu aşkın insan öldü bugüne kadar. Bu topraklardaki can kaybı ise, resmi rakamlarla 40 bini, gayrı resmi rakamlarla 80 bini aştı.

Yaşamını yitirenlerin üç dört misli insan, bir ömür boyu bu virüsün yarattığı ağır sağlık sorunlarıyla yaşayacak.

En az bir bu kadar insan ise, Covid’e yakalanmamak için hastaneye gitmediğinden ya da hastanelerin covid yükünden dolayı yeterli sağlık hizmeti verememesinden dolayı, başka hastalıklardan ölüme kadar varabilecek sonuçlarını yaşıyor.

Eğitim sisteminin neredeyse durma noktasına gelmiş olmasının, gelecek açısından, bugünden hesaplanamaz ağır sonuçları olacağı ortada.

Bir yıldır virüsle köşe kapmaca oynar hale gelmiş olmanın yarattığı psikolojik ve sosyolojik travmaların izleri ise, uzun yıllar boyunca silinemeyecek.

Açıkçası, covid pandemisiyle birlikte insanlığın yaşadığı felaketin boyutları sıralamakla bitmez. Zaten bu yüzden, yaşananlar bir felaket olarak tanımlanıyor.

Peki ama insanlık bu felaketi yaşamak, bunca bedeli ödemek zorunda mıydı? Çaresiz miydi ki, tüm gücü elinde bulunduran, toplumsal ilişkilere ve kurumlara egemen olan kapitalist sınıf, bu gücüne dayanarak insanlığı bu felaketten koruyamadı?

Hayır. İnsanlık ne bu felaketi yaşamak, ne de bu bedelleri ödemek zorundaydı. Çaresiz değildi. Hem de ilk günden itibaren. İnsanlık bilimin, teknolojinin ve tüm üretici güçlerin ulaştığı yetkinlik ve bu sayede toplumsal zenginliğin an itibariyle ulaştığı düzey sayesinde, covid virüsünün üstesinden rahatlıkla gelebilirdi. Ama böyle olmadı. Durum bir felakete dönüştü ve insanlık halen bu felaketi yaşamaya devam ediyor.

Çünkü, kapitalist sınıf en baştan itibaren özel mülkiyeti koruma hedefiyle hareket etti ve durumun felaket boyutlarına ulaştığı bugünkü koşullarda dahi özel mülkiyetini koruma derdinde. Bu felaketin yaşanmasının tek nedeni bu. Tam ve etkin kapanma ile aşı konusunda takındığı tavır dahi, kapitalist sınıf için, mülkiyetin korunmasının insanı korumaktan daha önemli olduğunu açıkça gösterdi. Dolayısıyla, kapitalist sınıfın neden toplumu yönetme yeteneğinin kalmadığını da...

Virüsün ilk ortaya çıktığı ve dünyaya yayıldığı günlerde etkin bir kapanma ve etkin bir karantina uygulansaydı, Çin’in yaptığı gibi, virüs belki yok edilemezdi ama, bu denli yayılıp on milyonları da pençesine alamazdı. Bunca bedel ödenmemiş ve geleceğe ağır insani sorunlar bırakılmamış olurdu. O günlerde yapılmayan tam ve etkin kapanma, etkin bir karantina bugün yapılsa, insani felaket daha da ağırlaşmayacak hiç olmazsa. Çin deneyimi bunu gösteriyor. Bilim bize bunu söylüyor. Ve ulaşılan toplumsal zenginlik düzeyi bunu yapmayı olanaklı kılıyor. Ama, toplumu yöneten kapitalist sınıf bunu yapmaya ısrarla yanaşmıyor. Peki ama neden?

Bu akıl edilemediği için mi? Ya da halen akıl mı edilemiyor? Yoksa, başarılı olmayacağı düşünüldüğü için mi? Tabii ki, hayır. Akıl edildiğini, yapılabildiğini ve başarılı sonuç verdiğini Çin, Vietnam, Küba, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gösterdi bize. Çin, 2 hafta içinde devasa karantina hastaneleri yaptı, tüm hastaları buralara topladı, etkin tarama yaptı, tam ve etkin kapanma yapıp tüm bu insanların temel besin maddelerini kapılarına kadar götürdü vb. Böylece, milyarı aşkın nüfusu olan bir ülkede, virüsün insani bir felakete yol açmasının önüne geçildi. Ki, pandemi ve diğer alanlarda uzman bilim insanları da, daha ilk andan itibaren benzer önlemlerin alınması gerektiğini söylediler, söylüyorlar. Üstelik, kapitalist sınıfın ve vicdanlarını, onurlarını bunlara satmış olanların, ekonomi ne olacak diye yaptıkları onca baskıya rağmen.

Bu pandemiden kurtulmanın en etkin yolunun tam ve etkin kapama olduğu o denli belirgin hale geldi ki, sokaktaki hangi insana sorulursa sorulsun söylediği aynı: Doğru düzgün kapanalım ve bu sürede ihtiyaçlarımız karşılansın. Sokaktaki insana bunu söyleten, kapanmanın etkin çare olduğunu anlaması. Kapanma boyunca gerekli olacak temel besin maddelerini karşılayacak kadar toplumsal zenginliğin olduğunu görmesi.

Öyleyse insani krizi çözeceği herkes tarafından bilinen bu önlem neden alınmadı ya da alınmıyor? Çünkü kapitalist sınıf, bu felaketi durdurmanın değil özel mülkiyetini koruyup büyütmenin derdinde. Tüm toplumsal ilişki ve kurumlarını bu amaç doğrultusunda seferber etmiş durumda. Doğası gereği, kapitalist sınıf bundan başka türlü davranamıyor.

Özel hastaneler ücretsiz sağlık hizmeti vermeye yanaşmıyor, internet sağlayıcıları çocukların eğitimi için ücretsiz hizmet vermeye yanaşmıyor, tekstil sektörü insanlar daha etkin korunsun diye ücretsiz maske üretmeye yanaşmıyor, gıda depoları ve büyük market zincirleri stoklarını tam kapanma için halkın kullanımına açmaya yanaşmıyor, otomobil, beyaz eşya, makine vb. sanayisinde üretim yapan fabrikalar pazar paylarını ve sermayelerini kaybetmemek için üretimi durdurmaya yanaşmıyor vs. vs. ve bundan dolayı hep bir ağızdan bağırıyorlar, ekonomik nedenlerle tam etkin kapanma yapılamaz. Ve her meslekten satılmış da koro halinde bunu tekrarlıyor.

Ekonomik, politik, ahlaksal, kültürel, dini, hukuki vb. tüm toplumsal ilişki alanlarından aynı ses yükseliyor. Mülkiyet kutsaldır, dokunulamaz, korunmalıdır. Yani tam ve etkin kapanma yapılamaz. Toplumsal ürünler üzerindeki sahipliğimizden, insanlığın kurtuluşu uğruna dahi vazgeçemeyiz. Bu toplumsal ürünleri kullanmak istiyorsanız, parasını vereceksiniz. Almak, karşılığını ödemek için paranız yetmiyorsa, vermeyiz. Boşuna demiyoruz, ekonomik nedenlerle tam ve etkin kapanma olmaz diye. Çünkü bunun bedelini bize ödeyecek paranız yok.

İnsan, insani değerler, insanlığın yaşadığı felaket, bunların hiçbirinin kapitalist özel mülkiyet karşısında bir hükmü yok. Tıpkı baklava çalan çocuklara 15 yıl hapis cezası verdiklerinde olduğu gibi. Hukuk, din, kültür, ahlak, aile vb. tüm toplumsal ilişki alanları aynı yaygarayı basmıştır: Bu hırsızlık, mülkiyete el uzatmak kabul edilemez. Ya da 301 madenciyi diri diri toprağa gömen kapitalistlerin kader, delil yetersizliği, kan bedeli vb. adı altında korunmasındaki gibi.

Özel mülkiyeti koruma çabası, modern toplumun işleyişini engelliyor, enfekte ediyor, onu sık sık komaya sokarak bir yıkıma sürüklüyor. Kapitalist sınıf, toplumun sırtında bir yüktür. Ve kendini korumak için çırpındıkça toplumu eziyor, yok ediyor.

Bu durumu yaşayan, gören ve az çok kavrayan proletarya, bu gidişata dur diyebilecek ve toplumu yok oluştan kurtaracak tek toplumsal güçtür, tek sınıftır. Çünkü çıkarları, kapitalist özel mülkiyete bağlı olmayan tek sınıftır. Çünkü, kapitalist sınıfın, özel mülkiyet ilişkisinden dolayı sahiplendiği ve bu felaket günlerinde bile toplumun kullanımına vermediği toplumsal zenginliğin asıl yaratıcısı olanın kendisi olduğunu, karşılığı verilmeyen emeği olduğunu biliyor. Proletaryanın sesini en çok yükseltmesi gereken zamandan geçiyoruz bu yüzden. Tüm modern toplumu kurtarmak için, kendine ait olanı isteme ve alma zamanı. İnsanlığı kurtarmak için, mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme vakti.

İ. Cevat Çetiner