< İktisadi Mücadeleye Doğru Yaklaşım

İktisadi mücadeleyi bağımsız bir alan olarak ele alırken dahi, onun esas özünü ve bu konuya dair taktiğimizin devrime dair strateji ve taktiğimizle bütünlüğünü gözetiriz.

İktisadi mücadele çeşitlilik gösterir. Tüm çeşitliliği içinde iktisadi mücadeleyi doğru yürütebilmek, bu mücadelelerde bizlere düşen görevleri doğru belirleyebilmek gerekir. Bunun için ise, iktisadi mücadelenin, işçi sınıfı hareketinin hangi aşamasında ortaya çıktığının ve toplumsal koşulların karakterinin doğru tespiti zorunludur. İktisadi mücadele hangi biçim altında ortaya çıkarsa çıksın, ortaya çıktığı toplumsal koşullardan bağımsız ele alınamaz.

İşçi sınıfı hareketi bu topraklarda yeni doğmadı. 100 yıla yakın bir tarihi deneyimi var. Ve bunun yanında, daha ilk doğumundan itibaren, 250 yıllık sınıf hareketi tarihinin deneyimleriyle zenginleşmiş durumda. İşçi sınıfının bu tarihsel süreci göz ardı edilerek, sınıf hareketinin bugünü anlaşılamaz.

Bugün işçi sınıfı hareketi, en ilkel halinden en gelişkin haline kadar, tarihsel olarak ortaya çıkmış tüm biçimlerini içinde barındırmaktadır. Ama nedense, hareketin en gelişkin biçimini de kendi içinde barındırdığı unutulur. İşçi sınıfı hareketini, niceliksel olarak daha fazla alan kapsayan görece geri biçimleri üzerinden tanımlama, tarif etme ve dolayısıyla politikaları da bu temelde oluşturma yaygın eğilimdir. -Toplumsal koşulların karakterine bakmak ise, hiç akla getirilmez- Bu gelişim teorisini kavrayamamaktan kaynaklanıyor.

Tarihte gözlemlenen iki gelişim (evrim) anlayışı vardır. İlki, eksilme ya da artma olarak, tekrar olarak gelişim. İşçi sınıfı hareketinin bugünkü düzeyini, sınıf hareketinin görece geri biçimleri üzerinden tarif edenler, gelişimi, böyle anlamaktadır. Sınıf hareketine dair değerlendirmelerini, hep bu kavrayış üzerinden ortaya koymaktalar. Geçmişin tekrarı için çabalamaktalar.

Bizim anladığımız gelişim anlayışı ise, karşıtların birliği olarak gelişime dayanır. Bu sayede karşıtlar arasındaki karşılıklı bağıntıları, sınıf hareketi içindeki geri biçimlerden ileri biçimlere doğru olan gelişimi görürüz. Bu, sıçramaları, karşıtına çevrilişi, eskinin yıkılışını ve yeninin doğuşunu anlamamızı sağlar. Böylece sınıf hareketindeki gelişmeyi ne eksilme ve artmalarla değerlendiririz ne de geçmişin tekrarının peşine düşeriz.

Hareketin asıl kaynağı olan iç devinim, yani kapitalizmin işleyiş yasalarının neden olduğu iç hareket nedeniyle, sınıfın geri bölüklerinin ileri bölüklerine doğru gelişimi engellenemez. Böyle olmasaydı, bu topraklarda sınıfsız-sömürüsüz toplum mücadelesinin 100 yıldır kesintisiz gelişimi, mümkün olabilir miydi? Burjuvazinin onca terörüne ve onca ihanete rağmen! Bu sadece, sosyalizm bilgisine erişen bir avuç öncünün ısrarlı çabası ile olacak iş değildir. Öncülerin faaliyetini olanaklı ve etkin kılan, kapitalist işleyişin işçi sınıfı içinde yarattığı devinimdir. Bu sayede, sınıf içindeki örgütlü faaliyet ne kadar baltalandıysa da, sınıfsız-sömürüsüz toplum fikrinin şu veya bu yoldan sınıf içinde gelişimi engellenememiştir. Hareketin durdurulamazlığı, onun gelişiminin de durdurulamazlığı anlamına gelir. İşçi sınıfı hareketi de, en ilkel halinden en gelişkin haline doğru sürekli bir gelişim halindedir. Bu sayede, büyük bir devrimci işçi kitlesi oluşmuş durumdadır. Geziyi yaratan ve sayıları milyonlara ulaşan devrimci kitlenin önemli bir kısmını devrimci işçiler oluşturdu. Her gün iktisadi mücadele içinde olan bu devrimci işçiler, bir yandan sınıf mücadelesinin ileri örneklerini veriyorlar bir yandan da sınıfın görece geri bölüklerini eğitiyorlar sürekli olarak.

Bir olgu, ancak en gelişkin haline ulaştığında doğru anlaşılabilir/incelenebilir, dolayısıyla da gelişimi üzerinde hızlandırıcı tarzda-yönde müdahil olunabilir. Marx kapitalizmi en geliştiği yerde, İngiltere’de inceledi. Lenin, köylü ülkesi olan Rusya’da, devrimin strateji ve taktiğini, proletaryanın ideolojik-pratik önderliği rolünü bu yaklaşımla belirledi. Sınıf hareketinin bugünkü durumunu anlamak için de, en gelişkin biçimini / bölüğünü incelemek gerekir. Çünkü o, en olgunlaşmış olandır. Var olanın aşılmasını olanaklı kılacak şeyler onda belirginleşmiştir. Sürecin aşılmasına, engel olan zaaflar da, en olgun haliyle ondadır. İşçi sınıfı hareketinin barındırdığı çeşitlilik içinde en gelişkin biçim, devrimci işçiler tarafından yaratılıyor. İşçi sınıfı hareketinin bütününü anlamak için, devrimci işçilerin yarattıklarına bakmak lazım.

Sınıf hareketinin içindeki devrimci işçilerin niceliklerinin ve yarattıkları etkinin gücü, şu anki sendikaların (ilk-ilkel sendikacılığın, anarko-sendikacılığın, sosyal-demokrat sendikacılığın vs) gücünden daha fazla olmasına rağmen, tüm bu burjuva anlayışların işçi sınıfı hareketi önündeki bariyerleri de kaldırılabilmiş değiller. Bu elbette çelişki.

Kimileri, bu çelişkiyi “çözmek” için, işçi sınıfı içinde oluşmuş olan devrimci işçi kitlesinin ve onun etkinliğine gözlerini kapıyorlar. Tarihi kendi canlı gelişimi içinde kavrayacaklarına, onu kendi düşüncelerinde oluşturdukları kalıpların içine sokmaya çalışıyorlar. Çünkü onların gelişimi (evrimi) kavrayışları ölüdür, karanlıktır, çoraktır. Geçmişin nasıl aşıldığını görmediklerinden dolayı, gelişimi de göremiyorlar. İşçi sınıfı hareketinin kapitalist ekonomide yaşanan gelişmelerin, üretici güçlerdeki gelişmelerin, kapitalist dünyada yaşanan gelişmelerin, karşı-devrimci terörün karşısında kendi gelişim yolunu nasıl çizdiğini anlamak ve buradan iktidar mücadelesinin taktiklerini oluşturmak yerine, gelişmeler kendi kafalarındaki kalıplara uymadı diye gelişmeyi inkar etmeyi, bugünü geçmişin gerisinde görmeyi tercih ediyorlar.

Sınıf hareketi içinde devrimci işçilerin niceliklerinin ve yarattıkları etkinin tüm burjuva sendikalardan, burjuvaziye hizmet eden sınıf hainlerinden daha fazla olduğu bir abartı değil. Son 40 yıla damgasını vurmuş, tüm işçi eylemleri incelensin. Görülecektir ki, hepsinde temel rolü oynayanlar, devrimci işçiler olmuştur. Bırakalım damga vuran eylemleri, neredeyse tüm işçi eylemleri için geçerlidir bu. Burjuva sendikacılar ve görece geri bilinçli işçiler, çoğunlukla devrimci işçilere tabi olmuştur. Tüm renklerdeki burjuva sendikaların, sendikacıların devrimci işçiye, devrimci işyeri temsilcisine, devrimci sendika yöneticisine duydukları hazımsızlık ve düşmanlık bu yüzdendir. Bu yüzden Leninist işçiler ve sendikacılar 90’lardan bu yana hep ilk hedef alınanlar olmuştur. Devrimci işçiler, sadece işçi sınıfının içinde değil, politik özgürlük mücadelesinin tüm alanlarında da etkin, sürükleyici oldular. Kadın hareketinden, alevi hareketine, anti-faşist mücadeleye kadar her alanda, devrimci işçilerin özellikle de genç devrimci işçilerin sürükleyici rolü ortadadır. Kürt halk hareketi dahi, kentli işçilerin ve işsizler ordusunun üyelerinin, tarım proletaryasının ve yoksul köylülüğünün enerjisiyle, sürükleyiciliğiyle tüm kuşatmaları yarabilmiştir.

Devrimci işçilerin bu etkili gücüne rağmen, sınıf hareketi önündeki büyük burjuva barikatı henüz yıkamamış olması; devrimci işçilerin eş güdümlü hareketini sağlayacak olan kendi örgütlülüklerini yaratamamış olmalarındandır. Örgütlü güç, örgütsüz güç karşısında her zaman avantajlıdır. Bu örgütlülüğe kavuşulamamış olmasının ise nesnel ve tarihsel nedenleri var. Türkiye ve K. Kürdistan’ın bir dizi nesnel ilişkisi ve bir çok partinin kendini işçi sınıfının partisi olarak ilan etmesi ve bunların ideolojik eğilimleri, devrimci işçilerin örgütsel olarak zayıf ve dağınık kalmalarının başlıca nedenlerindendir. Burada önemli olan, bu duruma rağmen, işçi sınıfı içinde devrimci işçi kitlelerinin azımsanmayacak bir niceliğe ve etki gücüne ulaştığını, sınıf hareketine yön verme olanağına ulaştığını görmektir. Diyalektik yetkinlik buradadır.

İşçi sınıfı hareketinin sıçrama gerçekleştirebilmesi için devrimci işçilerin bu sorunu gidermesi gerekir. Yani devrimci işçiler, sınıf hareketindeki görece zayıflığı kendi dışlarında; hareketin görece geri biçimlerinde ve bu biçimleri uygulayan işçilerde aramamalıdır. Hareketin zayıflığı kendilerindedir. Hareketin güçlü yanında kendilerini, kendi dağınık güçlerini toparlayamamış olmalarındandır. Söylendiği gibi, bu, işçi sınıfının geri bölüklerine ulaşamamış olmalarında, ya da ulaşamadıkları için değildir. Onları sürükleyecek denli güçlü bir akıntıyı oluşturamamış olmalarındandır. Bu akıntıyı oluşturacak güç, bilgi, deneyim var oysaki. Yeter ki bunlara dayanarak akıntı oluşturulsun, o zaman nehrin içindeki her şey, en geri en lümpen kesimler bile, bu akıntıyla birlikte sermayenin bendine doğru sürüklenecek ve bend parçalanacaktır. Gezi de bunun küçük bir örneğini gördük. Victor Hugo ise, Sefiller romanında bunu başka bir anlatımla verir bize...

Büyük devrimci işçi kitlesinin enerjisini birleştirip herkesi ardından sürükleyecek akıntıyı yaratmasını sağlayacak olan örgütlenme biçimi komite ve konseylerdir. Mücadelenin kendini gündemleştirdiği her yerde ve zamanda, komite-konseyler gündeme geliyorsa, bu hareketin doğal sonucu olduğu anlamına gelir. Hareket, daha ileri gidebilmek için bu örgütlenmeleri talep ediyor. Devrimci işçilere düşen, hareketin kendine yol açabilmek için kendiliğinden dayatıp oluşturdu örgüt biçimlerini, bilinçlice hayata geçirmek; oluşmalarına hız katmak ve devrimci işçilerin savaş karargahı haline getirmektir.

İşçi sınıfının devrimci savaşını yürütecek komite-konseylerin, devrimci işçilerin dağınıklığını giderecek hızda yaygınlık kazanmalarının koşulları, bugün dünkünden daha fazladır. Çünkü kapitalist sistemin çöküşünün şok dalgalarından biri yaşanmaktadır. Uzun süredir devam eden ekonomik-politik krizin emekçi sınıflarda yaratmış olduğu eskisi gibi yaşamak ve yönetilmek istememe hali, ekonomik alanda yaşanan yeni şokların etkisiyle sıçramalı bir gelişim gösteriyor. İşçi sınıfı ve emekçiler arasındaki hareketlilik yeni bir ivme daha kazanıyor. Bu durum, devrimci işçilerin ihtiyaç duyduğu örgütlülüğün gelişiminin sıçramalı olmasına imkan sağlıyor. Eğer komünist işçiler önce kendilerini ve ardından da devrimci işçileri bu doğrultuda seferber etmeyi başarabilirlerse, işçi hareketinin toplumsal özgürlük mücadelesinin üzerinde hegemonya kurmada büyük bir adım atmış olacaklar. Tarihin en devrimci döneminde olmamız, bu sıçramaların yapılabilmesi için sık sık fırsat veriyor. Bu fırsatlar değerlendirilebildiği ölçüde hareket hız kazanıyor.

İktisadi mücadeleye doğru yaklaşım için, sınıf hareketinin bu genel durumu gözetilmelidir. TİS, asgari ücret sorunu, işten çıkarmalar ve benzeri vesilelerle hareketlenen işçi sınıfının iktisadi mücadelesine yaklaşımda, komite-konseylerin yaygınlaştırılmasını gözetmek gerekiyor. Eğer bugünkü iktisadi mücadelenin yarattığı süreçten bu temelde yararlanılabilirse, devrimci sınıf hareketine gerçek bir katkısından söz etmek mümkün olacaktır. Bunun için ise, devrimci işçilerin ileri ve öncü işçilerin karşısına “ekonomik özgürlük, iş güvenliği” sorunlarını da kapsayan ama bunları da aşan bir mücadele programıyla çıkmak zaruridir. Örgütlenme mücadele içindir çünkü. Devrimci işçiler, işçi sınıfının devrimci akıntısını yaratma ve daha geri bilinçli işçilerin de bu akıntıya kapılmalarını olanaklı kılma hedefiyle ortaya konan mücadele programına kayıtsız kalmayacaktır.

İ.Cevat Çetiner