Parlamentarizm sevdalıları, yerel seçim vesilesiyle kıpırdanmaya başladı. Batmakta olan gemilerini, emekçi sınıfların köklü sorunlarının barışçıl yollarla çözülebileceği iddiasıyla yüklü hayal gemilerini su üstünde tutma çabasındalar.

Bu hayal gemisinin siyasal mücadelenin sıcak gerçekleri tarafından top atışına tutulduğu ve ağır hasar aldığı ortada. Ama bu bize yetmez, yetmemeli. Devrimcilerin hem açılan gediklerin yamanma çabasını boşa çıkarıp yeni gedikler açmak için, hem de bunların etkisindeki emekçilere kurtuluş yolunu göstermek için; bu sürece daha dinamik olarak müdahil olmaları şarttır. Bilmeliyiz ki bunların etkisindeki emekçilere ama özellikle de ileri kesimlerine devrimci alternatifin gösterilememesi; onları, okyanusun soğuk sularında ölüme, çürümeye terk etmek anlamına gelir. Oysa ki, devrimci mücadelenin bu ileri kesimlere ihtiyacı var. Onların deneyimine, birikimine, enerjisine. Bu yüzdendir ki, tüm küçük burjuva sosyalist harekete karşı yürütülen mücadele, emekçi sınıfların ileri kesimlerini kazanma mücadelesi, aynı zamanda devrimi örgütleme ve zafere taşıma mücadelesidir. Hele de, proleter devrimciler için.

Bunu başarmak için, elimizdeki yöntem, hiç kuşku yok ki; teşhir, bilinçlendirme ve devrimci politikaları somutlayan pratik içinde bulunmaktır. Teşhir ve bilinçlendirme için elimizdeki en önemli materyal ise, bizzat emekçi sınıfların deneyimledikleri ve devrimci sonuçlar çıkardıkları yaşanmışlıklarıdır. En büyük müttefikimiz olan yaşamın kendisini, devrimci kitle eyleminin yarattığı kendiliğinden de olsa bilinçlenmeyi; proletaryanın devrimci sınıf partisinin gücü haline dönüştürmeyi başarmak gerekiyor.

Bunun için, geride bıraktığımız seçim süreçlerine, en azından 2015 Haziran-Kasım süreçlerinden bugüne kadar olan kısma tüm canlılığıyla hakim olmak gerekiyor. Ki, bu yaşanmışlıkları, emekçi sınıfların ileri kesimlerini kazanma mücadelesinde bir araç haline getirebilelim. İttifak gücümüz olan yaşamın olgularından faydalanabilmiş olalım.

24 Haziran seçimlerine nasıl bir atmosferde gidildiğine ve sonuçlarına, bir dönüm noktası olma özelliğine önceden değinmiştik. Detayları tüm canlılığı ile hatırlamak için bakmakta fayda var. Özellikle de seçim süreçleri yaşandığı dönemlerde. Şimdi o günleri hatırlama babında, bir başka detaya, sosyal-reformist EMEP çevresinin o süreçteki pratiğine daha yakından bakalım.

24 Haziran öncesinde, Evrensel gazetesinde, emekçilerle yapılmış bolca röportaj yayınlanmıştı. Bunlardan bir kaçı şöyleydi.

21 Mayıs'ta muhabir şu haberi aktarır. “İnsanların cesaretini topladığını” söyleyen Erikli Su işçisi şunları anlatıyor. “...insanlar ÇIKIŞ YOLU ARIYOR açıkçası. Bütün parti başkanları SEÇMENLERE GÜVEN vermelidir. 16 NİSAN SONRASI YAŞANANLAR ortada. Bütün buradan sözüm olsun bütün muhalefet partisi liderlerine, 24 Haziran günü oy kullandıktan sonra, seçim kurulları önünde olacaklarını açıklasınlar. İNSANLARA GÜVEN VERSİNLER”.

27 Mayıs muhabir aktarıyor: “... Çağlayan'da bir kahvedeyiz, CHP, HDP, İYİ PARTİ'lilerin bulunduğu bir kahve. Sandık güvenliği hepsinin ortak kaygısı. Oyların ÇALINMASINDAN, sonuçların YSK'da değişeceğinden neredeyse EMİNLER... Tartışmalar iki önemli noktaya işaret ediyor. Birincisi, sandıkların korunması. İkincisi ise, sandıkların KORUNABİLECEĞİNİN anlatılması.”

1 Haziran, Evrensel gazetesinin iç sayfa manşeti; “Seçim vaadi, ödenemeyen faturaların gölgesinde kalıyor. ANTEP'li işçi umutsuzlukla PATLAMA arasında.”

1 Haziran, muhabir anlatıyor. “... İzmir Çiğli'de seçmen soruyor” diyor ve ekliyor, “İzmir Çiğli'de, özellikle 16 NİSAN ŞAİBELİ SONUÇLARI NEDENİYLE sandıkların güvenliği konusunda endişe hakim.... Bahçede yaptığımız sohbetimiz sırasında, evinden inen Leyla ise hemen dahil oluyor konuşmaya, ‘sandıktan çıkacak sonuca İNANMIYORUM... Sonucu kendi lehine çevirmek için elinden gelini yapacaktır. 7 Haziran benim için ÇİZGİYDİ’.”

Parlamenter ahmaklığı tartışma konusu dahi edilmeyecek bir gazetede bu haberlerin yer alması, bu röportajların değerini bir kat daha arttırıyor. Bu röportajlar, toplumda, seçimlerle sonuca ulaşılamayacağına olan inancın, parlamenter şaklabanlığa olan GÜVENSİZLİĞİN ne kadar güçlü olduğunu kanıtlıyor. Bu GÜVENSİZLİĞİN, önceki seçim deneyimlerinin üzerine gelişip, pekiştiğini gösteriyor. Üç beş örnekten bu sonuca ulaşılabilir mi diyenler olacaktır. Öncelikle bizim aktardığımızın üç beş örnek olduğunu söylemeliyiz. Ama daha önemlisi, keskin bir devrimci içi güdüye sahip olan herkes bilir ki, seçimlere güvensizlik eğilimi bu kadar güçlü olmasaydı, bu reformist barikatı çatlatıp, kendine gazete sayfalarında yer bulamazdı.

Seçimlere inançsızlık o denli güçlü ki, Evrensel'in köşe yazarlarını dahi kuşattığı, sıkıştırıp-çaresiz bıraktığı görülüyor. Yine 8 Mart tarihli Evrensel'de, Cihan Soylu,

“OHAL koşullarında ve KHK'larla yönetme politikasının devam ettiği koşullarda yapılacak seçimlerin, yurttaşların iradelerini serbestçe ortaya koymalarının önünde ENGEL oluşturduğunu belirterek, CHP-HDP ve demokratik talepler için mücadele eden diğer parti ve örgütlerin, burjuva politik çerçevede de olsa, seçimlerin yurttaş iradesini yansıtabilmesi için, bu koşulların değiştirilmesi mücadelesini BAŞA almaları gerektiğini dikkat çekmiştik. OHAL UYGULAMASI SON BULMADAN, getirilmekte olan seçim yasası iptal edilmeden yapılacak bir seçimden HALK YARARINA SONUÇ ÇIKMASI BEKLENEMEZ” diyor.

Sosyal-reformist ağızlardan bu sözlerin duyulması, toplumsal baskının gücünün işaretidir. Aktardığımız bir iki röportaj, bu baskının örnekleriydi sadece. Seçimler konusunda kendini ortaya koyan bu baskı ise, ayaklanmaya doğru giden toplumsal öfkenin bir parçası, bileşenidir sadece. Öfke, güvensizlik daha bir çok toplumsal sorundan, süreçten besleniyor. Ayaklanmacı ruh halinin baskısı, devrimin baskısı, burjuvaziyi seçim manevrasına sürüklerken; bu baskı, sosyal-reformistleri de yalpalanmaya sürüklüyor.

Devrimin baskısı reformist saflarda, başı bozukluğu öylesine güçlendiriyor ki, en sonunda, buna dur deme ihtiyacı hissediyorlar. Ve 8 Mayıs tarihli Evrensel'de, eski sendikacı ve kaşarlanmış bir reformist olan Sabri Durmaz, devrim karşısında yaşanan bu dağılmaya isyan ediyor.

“24 Haziran seçimiyle ilgili olarak, işçiler arasında yapılan haberler ve iş yerlerinden gelen mektuplarda genel olarak ‘bizim fabrikada işçiler arasında şöyle görüşler var, şunlara şöyle bakılıyor’ gibi saptamalar yapılıyor. Kuvvetle muhtemeldir ki, bu saptamalar da önemli ölçüde doğrudur. Ama ortada olan çok somut bir seçim faaliyeti olduğundan, seçimde hangi gerçeklerden hareket edilerek oy kullanılmasının da tartışılması, işçilerin çıkarına en uygun oy kullanmanın, kime oy vermek olduğu da... çalışmanın parçası olmak durumundadır.” der.

Sabri Durmaz, emekçi sınıflardan gelen sandığa İNANÇSIZLIK-GÜVENSİZLİK haberlerinden, bunların etkisinde kalan yoldaşlarından bıkmış olacak ki, “yeter artık, anladık, bunların duymak istemiyoruz. Siz halkı sandığa gitmeye ikna edin ve hangi partiye oy vermeleri gerektiğini söyleyin” diyor özetle.

Sabri Durmaz'ın uyarısı yetmemiş olacak ki, Vedat İlbeyoğlu sazı eline alıyor. 10 Haziran'da yayınlanan yazısında bu zat, bu sefer daha açık, sert, fütursuzca seçim oyununa karşı çıkanlara hakarete vardırıyor işi.

“Müktesebat Solculuğuna Dair Seçim Notları” diye giriş yapan İlbeyoğlu, şöyle devam eder: “Onları ilgilendiren, her ahval ve şeraitte geçerli olan müktesebat doğruları...” “Bugün için Saray-MHP iktidarının geriletilmesi mi öne çıkarılmalı yoksa ‘hepsi aynı’ ajitasyonu mu? Böyle bir imkan ve olasılığın (sandıkta bn) hiç olmadığında diretmek, apolitik bir pasifizmin kıyılarından nihilizme kadar savurmaz mı insanı?... Kitleler devrim için ayağa kalkmış da parlamenter rüyalarla alıkonulmuyor herhalde...”

İlbeyoğluna bu yazıyı kaleme aldıran, onu böylesine sinirlendiren sinirlendiren, toplumdan gelen baskı ve bunu destekleyen EMEP ve diğer reformistlerin  tabanındaki ileri işçilerdir. Bunların etkisinde kalan aydınlardır. İlbeyoğlu, aslında devrimci politikalara değil, toplumun devrimci gelişimine yönelimine kusmaktadır tüm kinini.

Ve 24 Haziran gelir, seçimler olur. Salt siyasal değerlendirmesini önceden yaptığımız için, yine Evrensel’den röportajlarla devam edelim.

29 Haziran’da Tekirdağ’dan aktarıyor muhabir: “CHP’ye oy vermiş bir tekstil işçisi, seçim sonrası yaşadıklarını şöyle anlattı. ‘.. işe gitmek istemedim... İçimde büyük bir ÖFKE vardı ve neredeyse AKP’ye oy vermiş birilerini arayıp çatmak istedim. İşe gittiğimde hemen herkes aynı durumdaydı’.”

27 Haziran’da muhabir ODTÜ’den aktarıyor. “Büşra anlatıyor: ‘Sabah 4’e kadar sandıkta durdum. Hani arkamızda duracaklardı. Hani oylara sahip çıkacaktı İnce’ diyor. Zelal, ‘seçim sonuçlarının adil olmadığını ve siyasi partilerin üstlerine düşen görevi yapmadığını’ dile getirdi. Aleyna, ‘siyasetle aram iyi değil. Takip ediyorum ama, dahil olmuyorum. Fakat şu anki durumda karışılmayacak gibi değil’ diyor ve sonuçların istemediği gibi ama beklediği gibi olduğunu söyledi” diyor.

Ve, 24 Haziran sonrası devrimin toplumsal tabanının öfkesi, kendilerini sandığa sürükleyenlere öylesine büyüktür ki, boykotu -ve toplumsal ayaklanmayı örgütlemeyi savunanlara küfreden İlbeyoğlu, bakın 1 Temmuz’da ne demek zorunda kalıyor.

Yazısının başlığı, “Bu Golü Maç Başlamadan Yemiştik”tir. Şöyle devam eder: “OHAL koşullarında seçim olmaz tutumu, muhalefetin hareket noktası olmalıydı, olmadı. Bir iki demeçle geçiştirildi... Seçim vesilesiyle OHAL’e karşı sonuç alıcı bir mücadele verilebilirdi oysa, ...OHAL varsa seçim yok denilemedi! Peşinen kabul edildi... Meclis dışı mücadeleyi öteleyen geleneksel yaklaşımın baskısıyla, değerlendirilemedi...”

Sosyal-reformizmin karakter yoksunluğunun bir abidesi, somut örneği olmuş tüm bu sayıklamalar. Önemli olan bu değil, İlbeyoğlu’na, tüm bunları neyin dedirttiği. Bizim görmemiz kavramamız ve hareketimizi belirlememiz gereken şey, İlbeyoğlugillerin burnunu sürttürenin devrimin ulaştığı güç olduğudur.

Ortaya koyduğumuz bu tablo, parlamentarizme -barışçıl çözüme hayatlarını ve ruhlarını adamış olanların hayal gemilerinin, siyasal mücadelenin sıcak gerçekleri tarafından top atışına tutuluşunun ve sonuçlarının bir özetidir. Bu özet, parlamentarizm hayali ile nesnel sürecin nasıl çatıştığının özetidir. Aynı zamanda, reformizmin inandırıcılığının adım adım yok oluşunun özetidir. Devrimin toplumsal tabanının bilinç ve öfkesinin nasıl geliştiğinin özetidir. Toplumun devrimci yönelimiyle çatışmaya giren her gücün-iradenin nasıl etkisini yitirmeye, sonra çürümeye ve nihayetinde hiçleşmeye başladığının özetidir.

Sonra ele almak üzere, geçerken söyleyelim ki, Selahattin Demirtaş ve Ahmet Türk başta olmak üzere, çeşitli HDP’lilerin özeleştirileri; inandırıcılık ve dolayısıyla etki yitirme sürecinin itirafı ve çare arama çabasıdır. HDP, yani ulusal duygularla kenetlenmiş bir siyaset bu durumdaysa sosyal-reformistlerin vay haline.

Tüm bu manzara içinde değinmediğimiz tek şey, proletaryanın devrimci sınıf partisidir. Çünkü, başta da ifade ettiğimiz gibi, tüm bu gelişim, ESAS olarak, onun pratik katkısından bağımsız olarak gerçekleşiyor. Ve tüm bu sürecin en zayıf noktası da budur. Çünkü bu yüzden, toplumsal hareket sonuç alıcı hamleyi yapma becerisini gösteremiyor. Toplumsal hareket karşısında tüm burjuva ve küçük burjuva güçlerin politik GÜVEN kaybı yaşadığı düşünülürse, toplumsal hareketin ulaştığı ileri düzeyin, aynı zamanda bu zayıflığın hızla giderilmesi için de fırsat yarattığı da görülecektir. Bunun için, devrimin toplumsal tabanının ileri kesimleriyle hızla bağ kurulması, onlara GÜVEN verecek bir dinamizmle bağ kurulması gerekiyor.

İ.Cevat Çetiner