Silahlı Saldırı!

İYİ(faşist)Parti'nin İstanbul İl binasına sıkılan bir kaç kurşun, eğer yapılırsa, 14 Mayıs seçimlerinin nasıl geçeceğinin güçlü bir işareti olarak kabul edilmeli.

Ara ara bu işaretler en tepe noktalardan veriliyordu zaten. Yani ilk işaret değil. Yaklaşık iki yıl önce, gittiği Rize'de saldırıya uğrayan Meral Akşener'e dinci faşist yönetimin başındaki kişi şöyle sesleniyordu:

Gelin hanım (Akşener) beni Netanyahu’nun yanına koyuyor onun ardından da Rize’ye gidiyor. Gelin hanıma gayet güzel ders veriliyor. Yine dua et ki gelin hanıma çok ileriye gitmeden ders verdiler. İkizdere yetmedi, Çayeli'ne gittin. Orada da gerekeni yaptılar. Daha neler olacak neler…”

Gerçekten de “daha neler olacak neler...” 14 Mayıs'a daha kırk beş gün gibi bir süre var ve bu süre “neler, neler” görmek için oldukça uzun bir süre. Dün olup biten ilk işaret olmasa bile, dinci faşist yönetimin göstermeyi vaat ettiği şeyler için düğmeye basıldığını söyleyebiliriz. Dünkü “silahlı saldırı”nın önemi işte burada, düğmeye basılmış olmasında aranmalı.

Polis şefi, olayın bir bekçinin bir hırsızı kovalaması sırasında bekçinin silahından çıkan mermilerden kaynaklandığını açıkladı. S.Soylu ise, failin yakalandığını “Türk polisi yakalar” tekerlemesiyle müjdeledi! Komedi skeçlerine konu olabilecek bir açıklama.

90'lı yıllarda İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemde “Faili Meçhuller Kraliçesi” olarak bilinen İYİ(faşist)Parti Genel Başkanı Akşener, gittiği İl binasının önünde RTE'ye meydan okudu. Kadın kimliğini öne çıkararak, bu düzeni kadınların değiştireceğini söyleyerek, tüm kadınları partisine oy vermeye çağırdı.

Eski-yeni, canlı-ölü, her faşisti övmek, onunla dostluğunu, yakınlığını vurgulamak için hiç bir fırsatı kaçırmayan CHP Genel Başkanı K.Kılıçdaroğlu hemen ortaya atılıp şu inciyi döktürdü:

“Meral hanım güçlü bir liderdir, Asena'dır, böyle korkutamazsınız”

Şimdilerde bütün sosyal reformist partilerin, bunlara kendini uyanık sanan “komünist” de dahil, bir kez daha kuyruğuna takıldıkları Kemal Kılıçdaroğlu faşist Akşener'in “korkusuzluğu”na kefil oluyordu.

Artık “Asena”, yani dişi kurt olduğu Kılıçdaroğlu'ndan tescilli Meral Akşener'le birlikte İmamoğlu'nun otobüsüne çıkan EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz'den, “Yeter ki, ikinci bir Ekmeleddin vakası olmasın” şartıyla kuyruğuna takılma konusunda açık çek veren Erkan Baş'tan esirgediği güçlü, lider, korkusuz sıfatlarını Akşener için cömertçe kullanıyordu Kılıçdaroğlu!..

El Hak, Meral Akşener “Asena”dır, yani dişi kurttur ve kabul edelim ki, Kılıçdaroğlu'nun ağzından çıkan tek doğru söz buydu. “Korkusuzluğu”na gelince... Yakın tarihin cahili olduğu her halinden belli şu Kılıçdaroğlu bilmez; 70'li yıllarda dişisiyle erkeğiyle tüm kurtlar, devrimcilerin önünden tazı gibi kaçıyorlardı. Bunların başı, yani “Başkurt”, “cenaze kaldırmaktan siyaset yapamıyoruz” diye gözyaşı döküyordu o yıllarda.

Fakat tüm bunlar, işin özünü teşkil etmez. İşin özü, dinci faşist iktidarın seçimle-sandıkla gitmemek için her yol ve yöntemi kullanacağıdır. Seçim hilelerinden söz etmiyoruz bile. Seçim hilelerine zaten başlamış durumdalar ve YSK, kafası burjuva hukukla dolu bütün sosyal reformist partilere ilk ayıltıcı tokadı attı: Anayasa'ya göre aday olamayacak olan RTE'nin adaylığına yapılan itirazları reddetti. Faşist bir partiye dahi saldırmakla, dinci faşist iktidarın ve onun başının yönetimi bırakmamak için her yol ve yöntemi kullanmaya hazır olduklarını bir kez daha gösterdi.

Darkafalı sosyal reformistler, ne Marx'tan ne de yaşamın kendisinden öğrenmeyi biliyorlar. Defalarca yazdık, uyardık: Anayasa ve yasaları yorumlamak onu yazanların ya da okuyanların değil, onu uygulayanların işidir diye. Adam muhtar bile olamayacak iken devletin en tepesine çıktı; diploma işi hala karanlık... Çünkü emperyalist mali sermaye odakları, daha somut haliyle, ABD, Soros'lar, İngiliz Lordları, Koçlar, Sabancılar dinci faşist partiyi ve onun başını işaret etmişlerdi.

Bu darkafalılara bir temel noktayı daha anlatmaya çalıştık: Türkiye'de ve benzeri tüm bağımlı ülkelerde Cumhurbaşkanı “halkın iradesi”yle, seçimlerde değil, emperyalist mali sermaye ve işbirlikçi tekelci sermayenin ofislerinden belirlenir. Sadece o mu? Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı gibi önemli bakanlıklara kimin getirileceği dahi NATO, ABD, Avrupa'lı emperyalistlerin referansıyla tayin ediliyor.

Haliyle, burjuva düzende kimin Cumhurbaşkanı ya da hükümet başkanı olacağını anlamak için sandığa, seçimlere değil emperyalist hükümetlerin, işbirlikçi tekelci sermayenin ofislerine bakmak lazım. Bu cepheye baktığımızda ise, sözünü ettiğimiz güçlerin dinci faşist iktidardan, onun başından -kayıkçı dövüşlerini saymamak koşuluyla- hiç de şikayetçi olmadıklarını görüyoruz. İşçi sınıfı, ücretli emekçiler, ezilen ulus ve ulusal topluluklar üzerinde uyguladığı baskılara, devrimci güçler üzerinde estirdiği teröre hiç bir eleştirilerinin olmadığını da... “Endişeliyiz, kaygılıyız” numaralarını hesaba katmayacaksak elbette.

Faşizmi yıkmak bir devrim sorunudur. Faşizm, bir devrimle yıkılabilir ancak ve sosyal reformist partilerin işçi sınıfına, emekçilere, Kürt halkına, gençliğe en büyük yalanları, en büyük aldatmacaları işte bu noktada. Türkiye'de faşizmin seçimlerle yıkılabileceğini söylemek, burjuvazi ve emperyalistler hesabına yapılan en büyük yalan ve aldatmacadır.