Büyük Rus şair, Puşkin böyle sesleniyordu Rusya Çar'ına ve çarlık otokrasisine “Hürriyet” başlıklı şiirinde: “Yeryüzünün tiranları! Titreyin!” Şiirinin üç dizesi, biraz değiştirilmiş hali, şöyleydi diyebiliriz:

“Uçarı talihin düzenbazları,

Yeryüzünün tiranları! Titreyin!

Ayağa kalkıyor, düşmüş köleler”

Günümüzün Türkiye ve Kürdistan'ını mı anlatıyor? Evet, kesinlikle öyle. “Düşmüş köleler” ayağa kalkıyorlar ve bu yüzden, “tiranlar” korkudan tir tir titriyorlar.

6 Şubat depremi, yapıları yıkmakla kalmadı, bütün bir toplumsal hayatı, bütün sınıf ilişkilerini alt-üst etti. Türkiye'nin tiranları bu dramatik değişiklikten büyük bir korkuya kapıldılar. Çünkü milyonlarca ve milyonlarca insan; sadece deprem bölgesinde yaşayanlar değil, iki ülkenin neredeyse tüm nüfusu yaşanan trajedinin gerçekte bir katliam olduğunu anladılar ve tüm parmaklar sorumlu olarak bir noktayı işaret etti: İktidar, yani tiranlar.

Çok korktular ve halen çok korkuyorlar. Önce kendilerini işaret eden parmakları kırmak için meydan okuma havasıyla başladılar işe. Korkutursak sindiririz, boyun eğdiririz sandılar. Depremin hemen ertesi günü, dinci faşist iktidarın başı, “defter tutuyoruz, günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri de açacağız dedi.

Ancak bu, bu tehdit kimseyi korkutmadı. RTE'nin çok sert bir yüz ifadesiyle savurduğu bu tehdit, karşı meydan okumayla karşılandı. Kimseyi korkutamadı. Bu sefer, depremin ikinci günü, 8 Şubat'ta malum kişi, Bahçeli sahne aldı. Daha beter korkutucu bir yüz ifadesi takınarak (aslında buna ihtiyacı da yoktu, doğal davranması yeterdi) en yakınları henüz enkaz altında olan, varını yoğunu kaybetmiş insanları şöyle tehdit etti:

“Depremi fırsat bilen sosyal medya farelerine, provokasyon peşinde koşan vandallara, ajitasyon yapan çıkarcılara, felaketi istismar etmeye gayret eden utanmazlara kesinlikle göz yummayacağız”

Ne yapsalar boşunaydı. İnsanlar meydan okuyor, iktidara, tiranlar topluluğuna ağızlarına geleni sansürsüz söylüyorlardı. Yönetimin sözcüsü, kalkıp, “yaptıklarınızı ve söylediklerinizi not ediyoruz” babında tehditler savuracak oldu, yanıtını misliyle aldı. RTE şansını bir kez daha denedi ve ancak mahalle kavgalarında rastlayabileceğimiz şu sözlerle tehdit etti:

Terbiyesiz, terbiyesizliğini bırakmaz. Çıkmış bir tanesi Kızılay nerede, ne çadırını ne yemeğini görmedik diyor. Be ahlaksız, be adi, be namussuz; günde 2,5 milyon insana bu Kızılay yemek ulaştırıyor.”

Hiçbir tehdit tutmadı, insanları korkutmadı; aksine, ters tepti. Kullanılan hakaretler, zindana atılma pahasına, ayniyle iade edildi. “Tutuklayacaklarsa tutuklasınlar” sözleriyle başlayıp gerçek düşüncelerini ortaya koymaktan çekinmeyen insanlarla doldu her taraf. Korku duvarları, depremle birlikte yerle bir oldu. Korku duvarının son tuğlası, yönetim sözcüsü Ömer Çelik'in not ediyoruz tehdidinin ters tepmesiyle yıkıldı.

Bu, büyük acılar içindeki bir halkın, Puşkin'in “Ayağa kalkın, düşmüş köleler” dediği bir halkın ayaklanmak üzere olduğunun açık işaretiydi.

Korku duvarlarının son tuğlası da yıkılınca alttan almaya başladılar. RTE'nin sözcüsü Kalın sahne aldı ve süt dökmüş kedi üslubuyla eleştirileri ciddiye aldıklarını vb söylemeye başladı. Üslup farkını görmek için Bahçeli, RTE ve Ömer Çelik'in açıklamalarıyla aşağıdaki sözleri karşılaştırmak lazım.

“Tabii ki her zaman daha iyisi yapılabilir. Buna şüphe yok. Endişelerini dile getirenler haklılar. Bunu oldukça ciddiye alıyoruz. Uzmanları, bilim insanlarını, sismologları, jeoteknisyenleri dinliyoruz.”

Büyük bir korku ve şaşkınlık içindeler; ne yapacaklarını, neye karar vermek gerektiğini bilmiyorlar. Seçimleri ertelemeyi düşündüler, ertesi günü vazgeçtiler. Mayıs ayında yapacağız dediler, şimdi bunu “bir ihtimal”e çevirdiler. Uğultusunu duydukları ayaklanmayı nasıl önleyeceklerine dair bir düşünceleri yok ve bu durum korkularını daha da dayanılmaz hale getiriyor.

Türkiye ve Kürdistan tarihinde ender görülen bir dönemden geçtiğimiz kesin. Koşullar son derece devrimci. Yönetimin aptalca bir davranışı ya da hesapta olmayan herhangi bir olay, tıpkı İran halk ayaklanmasına yol açan beklenmedik “başörtüsü” olayı gibi, önü alınmaz bir ayaklanmaya yol açabilir. Şüphesiz, bugün yarın bir ayaklanmanın patlak vereceğinden söz etmiyoruz. Ama bozkırın son derece kuru ve tutuşmaya hazır olduğuna dikkat çekmeye çalışıyoruz.

Kimin dikkatini? Elbette öncelikle birleşik devrim güçlerinin; onlarla birlikte devrimci güçlerin dikkatini... Çünkü, tüm iktidarı, politik ve ekonomik iktidarı ele geçirmeyi, kesin ve tam zaferi göze alan bir devrimci önderlik olmadan ayaklanma zafere ulaşamaz. İran, Sri Lanka ve son olarak Peru halk ayaklanmalarından çıkarılacak, çıkarılması gereken en büyük, en önemli ders budur.

Deprem, sınıflar arası güç ilişkilerini köklü biçimde değiştirdi. Sayıları milyonları çok çok aşan küçük burjuva, bir gecede proletaryanın saflarına; hatta daha aşağısına düştü, tümden yoksullaştı. Deprem bölgesindeki işçi sınıfı kelimenin gerçek anlamıyla zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyinin olmadığı noktaya geldi. Kentlerin orta burjuva tabakaları bir gecede kendilerini yoksul kitlelerle aynı saflarda buldular. Ve bunların neredeyse tamamı, düştükleri bu sefalet durumundan dinci faşist iktidarı, onun politikalarını sorumlu tutuyorlar. Dinci faşist iktidarın, dolayısıyla faşist devletin arkasındaki kitle desteği bir gecede, kızgın güneş altındaki yağ gibi eridi.

Birleşik devrim, güncelliğini herkese kabul ettirmeye başladı. Karşı devrim cephesi, yani faşist devlet, dinci faşist yönetim, tekelci sermaye sınıfı ve emperyalistlerden oluşan karşı devrim cephesi bu somut olguya göre mevzileniyor, pozisyonlarını bu devrimci koşulları bastıracak biçimde alıyorlar.

Süreç, kaçınılmaz biçimde ayaklanma noktasına doğru gidiyorsa, devrimci güçlerin yapması gereken, “atın dört ayağını nallamak”tır. Hem de hiç vakit kaybetmeden, bugünden, şimdiden, yarına bırakmadan ivedilikle hazırlıklara girişmektir. Daha açık bir ifadeyle, birleşik devrimin temel sorunlarını, yani iktidar ve devrimci hükümet sorunlarını ele alıp işçi sınıfının, emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin karşısına devrimin otoritesi olarak çıkmaktır.

Bütün sorun şu soruya vereceğimiz yanıtta: Zaferi kazanmayı, sözde değil ama gerçekte, göze alacak mıyız?

Yeryüzünün tiranları tir tir titriyorlar!

 

 

 

 

.