Yılın son gününe dek, proleter nüfusun ağırlıkta olduğu büyük kentlerde kara kış yüzünü göstermedi, adeta sonbahar ılıklığı yaşandı. Oysa birkaç ay öncesine dek, on milyonlarca yoksul emekçi hastalık ve açlıkla dolu, son sınırında bir kriz testine tabi olacaklarından emindiler ve sırf bu nedenle haddinden fazla gerilime maruz kalmışlardı.

Şimdilik kaydıyla, bu son derece yüksek gerilim, can havli bir harekete neden olacak noktaya erişmedi. Kara kış gündemi-gerilimi bir parça geriledi ve bu arada, başka gündemler, geçici süreyle duruma hakim oldu.

Yıl boyu, tekelci sermaye sözcülerinden sokaktaki emekçiye dek, herkesçe beklenen o büyük patlamanın gecikme nedenlerini sık sık masaya yatırıyoruz. En başat ve en derindeki etmen, kuşkusuz, devrimin, içeride cerahat bırakmayacak denli keskin ve yüksek bir enerji birikimine ihtiyaç duymasıdır. Şimdilerde, bir başka geciktirici etmen, ama daha yüzeysel, ama herkesin görüp üzerinde laf edebileceği açıklıkta olduğu için, sadece bu yüzden daha önemli görünen bir etmen birincisine ekleniyor. Seçim tarihinin artık iyice yakınlaşmış olmasından bahsediyoruz. Daha önce dile getirildi, tekrar etmekte zarar yok: Sistemi bir örümcek ağı misali kaplayan çürüme-yozlaşma-sefalet-sefahat dörtgeni, artık emekçi topluma nefes aldırmayan bir bütünlüğe ulaşmıştır.

Burjuva sınıf, ister iktidar ister muhalefetten olsun, bu bütünlüğün tek bir parçasına dokunamaz. Tarikatların çocuklara sistemli tacizi olmadan; Nişantaşı’nın laik sefahati ayakta kalamaz. AVM’lerde çatışan uyuşturucu çeteleri olmadan, bankalar %500 kar artışı açıklayamaz. Her şey birbiriyle öylesine iç içe ki, hepsini temizlemekle yükümlü toplumsal devrim, köklü, derin, içeride gram cerahat bırakmayacak bir enerji birikimine ihtiyaç duyuyor. Devrimin ihtiyacı bu şekilde zuhur edince, genel hareket bir başlangıç noktası bulabilmek için, tartışmaya yer bırakmayan sağlamlıkta, tüm ayrı parçaları bir araya getirebilecek bütünleyicilikte bir genel bahane arayışını sürdürüyor. Bu denli özgün bir bahane için bekleyiş uzadıkça uzuyor. Hangi gelişmenin bu özgünlüğe sahip olacağını şimdiden bilmek, elbette imkansız ve de gereksiz. Devrimin öncüleri, sadece ortaya çıkarak genel hareketin çapını, kapasitesini öngörebilirler.

Uygun bahanenin son derece özgün karakteri, sosyal çürümenin derinliği ve çapıyla birleştiğinde, beklenen büyük hareket için zaman hızla geçip gidiyor. Pek çokları bu duruma şaşırıyor; öyle ya, hemen herkesi saran öfke dolu duygular “şimdiye dek böyle kriz görmedik” sözleriyle özetleniyor. Ama gelişmelere derinlemesine bakan Marksist-Leninistler için, gecikmeye şaşma lüksü yok. Tıpkı, her şeyin seçime endekslendiği yanılgısına kapılma lüksümüzün olmadığı gibi.

Üzerine basa basa vurguladığımız gerçek şudur: Bu topraklarda burjuva sınıfın kutsal ineği yani seçimlere yönelik boş inançlar silsilesi, emekçi sınıflar arasında belirleyici ölçülerde sarsılmıştır. İlgili, ilgisiz her gelişme, seçim güvenliğine dair endişeleri her seferinde alevlendiriyorsa, bunun anlamı, vurguladığımız bu gerçektir. Nitekim dikkat çekici gelişmeler ardı ardına sıralanınca, basında pek çok kişi, artık boykotu tartışmak gerektiğini dile getirmeye başlamıştır. İBB’ye kayyum tehdidi, muhalif basına kaş göz işaretinden cezalar vs, hepsi bir yana, bir süre önce en baba itirafı Babacan yapmıştı:

YSK’nın bilgi işlem odasına koyarsın iki kişi, alırsın seçimi. Bunlar yaşandı!” İçeriden bir ifşaat, bir itiraf! Ama gerici burjuva muhalefetinden ya da “çantada keklik sosyalistler”den, bıraktık halk için, Allah için bile Babacan’a “anlat bilelim, nasıl yapılıyor bu işler?” diye soran oldu mu? Neden sormazlar biliyoruz. Ortalama solun saplandığı parlamenter ahmaklığın derinliği, dünya çapında bile şaşkınlık vericidir. Tekelciliğe hizmetlerinden kuşku duyulmayan Avrupa’nın sosyalist partileri dahi, kendilerini “çantada keklik” pozisyonuna düşürmezler.

Parlamenter ahmaklığın ısrarla gözlerden sakladığı gerçeği, sabırla bir kez daha biz açıklayalım. Bu topraklarda artık genel oyla belirlenen bir politik iradenin sözü edilemez, ama onun yerine Soylugillerin hazırladığı şaibesi su götürmez seçmen listeleri var. Bu çürük taban üzerine inşa edilen 50+1’in her şeyi kazandığı bir seçim oyununda, bir tek hileli oy, genel oy iradesini yok etmeye yeter. Dinci-faşizm için can sıkıcı durum şu ki, hile hurda borsasında bir oydan çok daha fazlasına ihtiyaçları var.

Ekim başında RTE’nin ABD’ye neden gittiği anlaşılamamıştı; Central Park’ta birkaç fotoğraf çekimi haricinde, hiçbir resmi görüşme yapmadı. Ama o gezinin bir amacı vardı, PBS TV kanalında dikkat çekici bir röportajı yayınlandı. O röportajda, emperyalist efendilerine kafasındaki planı arz etti. Eğer, diyordu RTE, seçim sonuçları çok büyük bir fark ortaya çıkarırsa, iktidarı bırakırım. Ama fark az olursa, kimse beni o koltuktan kaldıramaz. Verilen röportajın mesajı buydu.

Emperyalist efendilerden cevap, Fitch (Morgan Stanley ya da Moodys’de olabilir) raporuyla verildi. Fitch, seçimlere ilişkin farklı senaryoları masaya yatırarak, emperyalizmin hangi yolu onayladığını haber ediyordu. Bu rapora göre, en uygun çözüm, RTE’nin sarayda kalması ama parlamentoda çoğunluğu burjuva muhalefete bırakmasıdır. Bu şekilde, dinci faşist iktidar öfkeyle dolu emekçi yığınlar, işe yaramaz meclisin işe yaramaz çoğunluğuyla teskin edilebilir. Yok eğer hem Saray’a hem meclise dinci faşizm el koyarsa, Fitch raporu doğrudan uyarıyor, halk sokaklara çıkar, ekonomi batar.

Bir tarafta emperyalist efendiler, diğer tarafta dinci faşizm ve gerici muhalefet, adına seçim dedikleri tiyatroda senaryoyu yazmış, oyuncuların rollerini belirlemiş. Tüm bu planların belli dereceye kadar önemi var. Peki ya asıl belirleyici aktör, yani emekçi sınıflar, gelinen noktada onların tutumu ne?

Geniş emekçi yığınlarda, derin sorunların çözümünü sandıklarda aramayan güçlü eğilimin en son kanıtı, Saraçhane’de toplanan yüzbinlerin “Hükümet İstifa!” sloganlarıydı. Devrimci politika açısından yetersizliğini ve aldatıcı yönlerini defalarca vurguladığımız bu slogan emekçiler için, gelinen aşamada, sandık dışı yollara yapılan bir çağrı özelliği kazanmıştır. Sloganları duyan Akşener’in, İmamoğlu’nun “Hayır, öyle değil, sandıkla göndereceğiz” sözlerindeki telaş, boşuna değil.

Açlık çekenler için tüm yıl boyunca hiçbir şey iyiye gitmedi, tersine açlık sınırının altına düşenler hızla genişledi. Kimi araştırmalara göre, sayıları 11 milyonu aşan bir nüfusun, açlığın ötesinde, ölümün sınırında yaşadıklarını söylemek, çok acı bir gerçeğin ta gözünün içine bakmak olacaktır. Nitekim, herkesi dehşet içinde ürpertmesi gereken trajediyi, bizzat Tabipler Birliği açıkladı: 5 yaş altı çocuk ölümlerinin en az yarısı yetersiz beslenme, doğru adıyla ifade edelim, açlıktan! Çocuklarını sessizce toprağa veren milyonlarca insanda, onların yüreklerinde patlamayı bekleyen bir volkan olduğunu göremeyenler, sadece parlamenter ahmaklardır.

Ölümün değil ama açlığın sınırında dolaşanlar ise, hükümetin kah para basarak, kah sağdan soldan dilenerek, kah kara para aklayarak çevirdiği kredi borç sarmalına iyiden iyiye yaslanmış durumdalar. Bu sarmalı bıçak gibi kesecek “ani duruş” tehlikesi ufuktan kaybolmuyor, tersine tahrip gücü artan bir yığına dönüşüyor. Bu cenahta her şey pamuk ipliğine bağlı. İşte bu nedenle açlık sınırında dolaşanlar, her şeyi altüst edecek bir genel hareketten şimdilik kaçınma eğilimindeler. Sözü edilen tehlike, Birgün’den Ozan Gündoğdu’nun ifadesiyle, bir gecede patlak veren cinsten. Yani bir gecede büyük olaylardan kaçınma tutumununu tersine döndürecek muazzam bir kitle var karşımızda.

Peki ya, bu topraklarda isyanın her daim en dinamik iki unsuru olan iki kesimden, Kürt halkı ve gençlikten ne haber?

Kürt halkı, iki nedenden dolayı bekleyişte. Birincisi Rojava’daki durum, Kürt halkına, ABD ve Rusya blokları arasında bir “büyük oyun” kurma olanağı tanıyor, bu sayede sorunlarını uluslararası arenaya daha etkin taşıyabiliyorlar. Geçen yüzyıl boyunca giriştikleri tüm ayaklanmalarda “herkes tarafından yalnız bırakılmak” deneyimini tarihsel belleğine kazınmış ezilen Kürt ulusu için bu özgün durum, hiç kuşku yok, içeride dinci-faşizme karşı “can havliyle” yapılacak bir harekete öncülük etmekten alıkoyuyor. İkinci neden, uluslararası arenadakine benzer bir konumu içeride, iktidar ile gerici muhalefet arasındaki çekişmede elde etmiş olmalarıdır. Herkes biliyor ve kabul ediyor ki, Kürt halkı burjuvazinin hangi kanadına destek çıkarsa, o taraf kazanacaktır. Tekelci egemenlik açısından bilinci ve eylem kapasitesiyle devrimci bir halkın, politikaya böyle ipotek koyması kabul edilemez. O nedenle, Kürt halkının politik iradesini felç edecek yasaklar ardı ardına gelecek. İşte o zaman, Kürt halkının, beklemek için çok az gerekçesi kalacak.

Peki ya gençlik nerede duruyor? Onlar tam anlamıyla bir araftalar. Bir tarafta düzenin boydan boya çürümüşlüğü ve umutsuz bir gelecek, diğer tarafta “çantada keklik” sosyalistlerin utanç verici durumları. Gençliği bu araftan çıkaracak olan, bizzat isyanın kendisi olacaktır. İşte o zaman şahit olacağız, bu gençliği ne faşist katliamlar durdurabilecek, ne de çantada keklikler.