Hayat bazen “Kırmızı Pazartesi”den daha inanılmaz olur. Herkesin bilip gördüğü sarsıcı olay, bir yazgı gibi gelir vuku bulur. Kimse engelleyemez, kimse kaçınamaz! Tıpkı şu an sürüp gitmekte olan Donbass/Rusya ile neo-Nazi Ukrayna yönetimi/NATO arasındaki savaş gibi.

Savaş başladı ve sürüyor. Hiç kuşku yok, bütün savaşlar, her türden yasa ve hakkın yerini sınırsız bir şiddetin aldığı eylemdir. Gerici veya ilerici, haklı veya haksız, yıkımlar, kayıplar, acılar, yokluklar yaratır. Hele günümüz “küresel dünya”sında, iktisadi toplumsallaşmanın had safhaya çıktığı bu koşullarda, geniş çaplı bir savaş (ki şu an sınırlı bir alanda sürmesine rağmen bu savaş çok geniş bir cepheleşmenin dar bir alana sıkışmış ifadesidir) tek başına dört başı mamur bir kriz yaratmaya muktedirdir.

Kaldı ki uzun süredir kriz içinde debeleniyor kapitalist dünya. Küresel salgın ile birlikte inanılmaz ölçüde derinleşen, başlı başına bir yıkım gücüne dönüşen bir kriz içinde. Krizin yıkım dalgaları dört bir yanı dövüyor. Ve dört bir yanda ağırlaşan bunalımın yaşamlarını dayanılmaz hale getirdiği milyonlar, harekete geçiyor. Eylemler, gösteriler, grevler art arda gerçekleşiyor.

Kapitalist krizin yarattığı yıkım ve yokluk, derinleşerek sürüyor. Şu an sürmekte olan savaşa gelince... Başlamış olan savaş, yarın bitse bile, kaçınılmaz etkilerini, sonuçlarını gösterecektir. Her durumda, yani savaş ne şekilde biterse bitsin, özellikle emperyalizme bağımlı kapitalist ülkelerde, emekçi sınıfların yaşamında mutlak bir kötüleşmeye, bir bozulmaya, bir yoksullaşmaya yol açacaktır. Bunun Türkiye ve Kürdistan'daki etkilerini şimdiden görmeye başladık bile.

Akaryakıt, doğalgaz, enerji, tahıl gibi, yoksul kitlelerin başlıca gıda malzemelerinde zaten başlamış olan fiyat artışları, savaşın etkilerini göstermeye başlamasıyla dayanılmaz noktalara ulaşacak. Faşist devlet, savaşın etkileri yansımaya başlamadan, savaş bahanesi arkasına sığınarak, akaryakıt fiyatlarını artırmaya, zam üstüne zam yapmaya başladı. Doğalgaz, diğer enerji kaynakları gibi temel ihtiyaç maddelerine de...

Şüphesiz savaş, sadece bağımlı kapitalist devletlerin ekonomisini vurmayacak. Emperyalist devletlerin ekonomilerini de vuracak. Bu sürece başladı gözüyle bakabiliriz. Avrupa ülkelerinde, işçiler, yoksul emekçiler, alt gelir düzeyindeki kitleler için daha da yoksulluk anlamına gelen yüksek enflasyon, gizlemelerine karşın, kitlelerin yaşamı üzerinde kendini hissettirmeye başladı. Almanya, bu ülkelerin başında geliyor. Bu ülke, 1929'lardan sonraki en yüksek enflasyon dalgasıyla karşı karşıya.

Ne var ki emperyalist devletlerin ellerinde, bu enflasyonun etkilerini bağımlı kapitalist ülkelere dağıtma olanağı var. Burjuva ve küçük burjuva ekonomistlerin “ekonominin kırılganlığı artacak” sözleriyle ifade ettikleri şey gerçekte, tekelci kapitalist ekonomideki krizin derinleşmesidir. Kısacası, zaten derin bir kriz içindeki Türkiye tekelci kapitalist düzeni, daha derin bir krizin içine yuvarlanmanın arifesinde. Emekçi sınıflarda, işçi sınıfı ve yoksul kitleler saflarında yoksullaşma derinleşiyor; savaş bu sürece büyük bir ivme katacak.

Ne yapmalı?

Bütün Leninistler, bu koşullardan, bir devrimle tekelci egemenliği yıkmak için yararlanmanın tek doğru devrimci politika olduğunu biliyorlar.

Peki nasıl?

Her Mücadele Birliği okuru, birleşik devrimin toplumsal güçlerinde muazzam bir devrimci enerjinin biriktiğini bilir ve kabul eder. Bütün sorun, birleşik devrimin toplumsal güçleriyle yakın, sıkı bağlar kurmaktan geçiyor. Unutmayalım. Emekçilerin görüşlerimizi sahiplenmesi sorunu, bir okurumuzun isabetli değerlendirmesiyle, “nasıl anlattığımız değil, ne kadar içlerinde olduğumuzla ilgili konudur. Ancak onlarla ilgili ilişkilerimiz ne kadar yoğunsa o kadar etkili olabiliriz. Bu, kesinlikle, hareketimizde temel alınması gereken bakış açısıdır. Yoksul emekçi kitlelere gitmeliyiz ve içlerinde olmalıyız. Yaşamlarına karışmalıyız. Acılarına, sevinçlerine ortak olmalıyız. Onların sorunları üzerine yoğunlaştığımızı, içtenlikle, gösterebilmeliyiz.

1905 Devrim Yılları'nın Bauman'ı olmak dediğimiz şey budur. Emekçi sınıfların, işçilerin içlerinde olmak, onlarla birlikte yaşamak, mahallelerinde misafir gibi geçici değil, kalıcı olmak; gece gündüz devrimci faaliyet içinde bulunmak...

Sorunlarının, çözümü, acılarının hafifletilmesi için gerçek bir yardıma hazır olduğumuzu sözde değil, gerçekte gösterebilmeliyiz. Dolayısıyla, devrim propagandası yapacağım diye, işten atılan bir işçiye “devrim yaparsak çözülür” dersek sadece acemi çaylaklar olduğumuzu ve cenaze törenindekilere “gözünüz aydın” diyen birinin hak ettiği muameleyi hak ettiğimizi göstermiş oluruz. Açlık çeken bir insana “nasihat” değil, yardım yapılır.

Önümüzdeki süreci belirleyecek olan şey, emekçi sınıfların, yoksul, acı ve açlık çeken, baskı ve katliam tehdidi altında olan halkların “ne kadar içlerinde olduğumuz” sorusuna verilecek cevaptır.

Savaş, uzun sürmesi ve yayılması durumunda, dünya genelindeki durumu daha da karmaşık hale getirecek; kapitalist üretimin krizini derinleştirecektir.

Emperyalizme ve kapitalizme karşı her yerde hareket halindeki dünya işçi sınıfı ve ücretli emekçiler, eylemlerini düzeni yıkacak bir ayaklanmaya doğru geliştireceklerdir. Savaş, sonuçlarını sadece bağımlı kapitalist ülkelerde değil, emperyalist ülkelerde de tüm şiddetiyle gösterecek.

Emperyalistlerin uykuları şimdiden kaçmaya başladı bile...

Dünya tarihi kapitalizmden komünizme geçiş evresine geçeli yıllar oluyor. Savaş, bu sürecin yeni bir dönüm noktasına gelip dayandığımıza işaret ediyor. Bu dönüm noktası Türkiye ve Kürdistan başta olmak üzere, dünyada devrimlerin art arda patlak vereceği bir noktadır.

Leninistler hazırlıklarını bu bilinçle yapmalılar. Bunun birinci koşulu emekçi, işçi, yoksul kitlelerle, kadın ve gençlerle sıkı, yakın bağlar kurmaktır. Unutmayalım, atın dört ayağını da nallamanın zamanı.