Bu aralar, devrimci komünist parti ve güçler dışında hemen herkes, bütün politik güçler, iki ülkenin emekçi sınıflarına, açlık çeken, açlık içindeki yoksullarına, kurtuluşun mevcut iktidardan, yani dinci faşist iktidardan ve onun başından kurtulmaktan geçtiğini anlatıp duruyor.

Bu iktidardan kurtuluşun yol ve yöntemi olarak seçim ve sandıkları gösteriyorlar. “Önünde-sonunda sandık gündeme gelecek ve biz bu iktidarı seçimle geldiği gibi göndereceğiz”; bütün söylediklerinin özü özeti budur. Hepsinin kurtuluş için gösterdikleri yol bu kapıya çıkar.

Bunun için örneğin, başını CHP'nin çektiği gerici/faşist burjuva partileri, bir araya geliyorlar, toplanıyorlar, sonra tekrar dağılıyorlar; tekrar toplanıyorlar ve yine tekrar dağılıyorlar. Gözlerini bu gerici-faşist burjuva muhalefete çevirmiş olan sosyal reformist partiler de aşağı yukarı aynı hareket biçimini tekrarlayıp duruyorlar. Tespih taneleri gibi, bir masanın etrafında toplanıyorlar, kısa bir açıklama yapıp ipi kopmuş tespih taneleri gibi her bir tarafa dağılıyorlar. Elde edilen sonuç sıfır; katedilen yol bir arpa boyu bile değil.

Gerici-faşist burjuva muhalefet partileri bir yana, sekizi bir yerde diyebileceğimiz sosyal reformist partilerin böyle avare kasnak gibi boş dönüp durmaları nedensiz değil. Aralarındaki “ayrılıkları” gideremediklerinden değil. Aralarında ciddi, ilkesel bir ayrılık; politik bir farklılık yok. Tam aksini söylemek mümkün. Bütün bu sosyal reformist partiler arasında en temel meselede; iki ülkenin, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının, açlık ve yoksulluk içindeki ezilen halklarının kurtuluş yolu konusunda bir toz tanesiz kadar fark yok. İstisnasız hepsinin, “sekizi bir arada”nın gösterdikleri kurtuluş yolu gerici-faşist burjuva partilerinkiyle aynıdır: Dinci faşist iktidardan ve onun başından kurtulmak.

Ancak önemli bir fark var. Bu fark şudur: Gerici-faşist burjuva muhalefet partileri, kurtulmak istedikleri dinci faşist iktidarın yerine kendilerini hazırlıyorlar. Sosyal reformist partiler ise, bu gerici-faşist partileri, dinci faşist iktidardan ve onun başından kurtulmak adına destekliyorlar. Yani, başka bir ifadeyle, burjuva gerici-faşist partiler lokomatif, bunlar ise birer vagondur. Biz bunu söylerken, bu partilere “iftira” filan atmış olmuyoruz. Bu, kendilerinin itiraf ettiği bir olgudur. Bunu, daha önceki yazılarımızda kendi açıklamalarını aktararak göstermiştik; tekrar etmeye gerek yok.

Kısaca, resmen ilan etmemiş olsalar da, sosyal reformist partiler, gerici-faşist burjuva muhalefet partilerini destekleyeceklerini bizzat kendileri açıklamış durumdalar. Bu güne kadarki pratikleri de bu yönde. Dolayısıyla, sosyal reformist partiler, pratikte, sahada, gerici-faşist partileri destekleme politikasında zaten birlik halindeler. Masada sağlamaya çalıştıkları “birlik” sahada, pratikte çoktan sağlanmış durumda. Bunca bir araya gelmeye, toplantıya rağmen bir arpa boyu yol almamalarının nedeni de bu. Bunların durumu eski bir banka reklamında söylendiği gibidir: “Yok birbirimizden farkımız...”

Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının, yoksul, işsiz kitlelerinin, kadınlarının gerçek, tam ve kesin kurtuluşu ise, bunların gösterdikleri istikametin tam aksi yöndedir. Kurtuluş, bu düzenin “yeniden kuruluş”unda, restorasyonunda değil, -geçerken belirtelim ki son dönemde dillerine doladıkları “yeniden kuruluş” ifadesiyle tam da bunu anlatmak istiyorlar- düzenin tüm kurumlarıyla yıkılmasından geçiyor.

Düzenin tüm kurumlarıyla yıkılmasından ilk anlaşılması gereken şey, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesi, yani toplumsallaştırılmasıdır. Bu, kimi sosyal reformist partilerin, gerçek anlamını gizledikleri “kamuculuk”la aynı şey değil. Sosyal reformist partiler, “kamuculuk” kavramıyla, üretim araçlarının ve yaratılmış bulunan tüm zenginliğin toplumsal mülkiyete geçirilmesi değil, burjuva faşist devletin mülkiyetine geçirilmesini ifade etmiş oluyorlar. Ama bu partiler ileri sürdükleri “kamuculuk”un gerçek anlamını gizleyerek sanki üretim araçlarının emekçi sınıfların mülkiyetine geçirilmesinden bahsediliyormuş gibi bir hileye başvuruyorlar.

Üretim araçların toplumsal mülkiyete geçirilmesinin ilk, temel ve vazgeçilmez koşulu, sermaye sınıfı egemenliğinin ve bu egemenliği ayakta tutan politik zor araçlarının, yani faşist devletin, bir devrimle yıkılmasıdır. Zora dayalı bir devrim ve bu devrimle birlikte kurulacak devrimci demokratik bir iktidar olmadan sermaye sınıfı kendi mülkiyetindeki üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesine izin vermez; böyle bir girişime elindeki tüm zor araçlarıyla karşı koyar.

Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının, yoksul ve açlığa itilmiş kitlelerinin kurtuluşu bu düzenin zora dayalı bir devrimle yıkılarak üretim araçları üzerindeki özel kapitalist mülkiyetin kaldırılması ve toplumsal mülkiyetin gerçekleştirilmesinden geçiyor. Başka bir ifadeyle, “fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, her şey emeğin olacak” sloganıyla özetlenen toplumsallaştırmanın gerçekleştirilmesi kurtuluşun tek yoludur. Bir kez daha belirtelim ki, kimi sosyal reformist partilerin “kamuculuk” diye öne sürdükleriyle bu sloganda ifadesini bulan toplumsallaştırmanın uzaktan yakından alakası yok. İlki, sermaye sınıfının egemenliğinin bir devrimle yıkılarak üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesini ifade eder. İkincisi, sermaye sınıfının ve faşist devletin kılına dokunmadan, üretim araçlarının yine sermaye sınıfının emrinde olan devlete geçirilmesini ifade eder.

Yine de sosyal reformist partilerin “kamuculuk”tan bahsetmek zorunda kalmaları, Türkiye tekelci kapitalizminin artık aşılma noktasına geldiğine işaret ediyor. Bu aşılma durumu mutlaka ve üstelik bilinmeyen bir gelecekte değil, günümüzün meselesi olarak, gerçekleşecek. İşler gelip bu noktaya dayanmıştır.

İşçilerin, kitleler halinde, fabrikalarda tek tek kapitalistlere olsun; bir sınıf olarak kapitalist sınıfa olsun, onların egemenliğini silah zoruyla koruyan faşist devlete olsun meydan okumaları, büyük bir cüret ve cesaretle ileri atılmaları, sözünü ettiğimiz noktaya geldiğimizin en güçlü işaretidir.

Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirileceği noktadayız. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu, birleşik devrimdir.