< < Almanya’nın İçler Acısı Hali

Evet yanlış duymadınız! Avrupa’nın liderliğini üstlenen ve geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanı Christine Lambrecht tarafından “Avrupa’nın askeri gücü olmak hedefini ilan eden Almanya’da işler aslında hiç iyi gitmiyor. Enflasyon almış başını gitmiş, fiyatlar uçmuş!” denildi.

Bir televizyon kanalında, marketlerdeki fiyatlar ne kadarmış ve Türkiye’deki fiyatlarla arasında ne kadar fark varmış diye öğrenmek için yapılan çalışmada ortaya çıkan manzara, adeta dudak uçuklatır cinsten.

Fiyatlar, en düşük fiyata sahip olan makarnada 0,79 Euro ve en yüksek fiyata sahip olan nohutta 8 Euro arasında. Bir domates salçası 2 Euro! Bütün fiyatları sayarak vakit kaybetmektense, Almanya’da bir alışveriş sepetinin ne kadara dolduğuna bakalım direkt olarak: 113 Euro!

Bu rakamlara bakınca, C.Lambrecht’in “her şeyden önce bizim, Almanya’nın değişmesi gerektiğidir” sözlerinin anlamı daha berrak biçimde ortaya çıkıyor. Zaten yakın zamanda işçilerin saat başı ücretlerinde 10 Euro’dan 12 Euro’ya yükseliş olacağı da söylendi. Değişimin ilk adımları atılmaya başladı bile...

Bir de Türkiye’deki duruma bakalım, fiyat artışları nasılmış...


Kuru baklagiller:

Nohut: aylık %8, yıllık %143,1

Yeşil mercimek: aylık %19,32, yıllık %165,8

Kuru fasulye: aylık %1,91, yıllık %92,6

vs.

Sebze:

Kuru soğan: aylık %18,94, yıllık %340,4

Patates: aylık %3,75, yıllık % 451

vs.

Fiyat artışı bu seviyelerde olmasına rağmen, Türkiye’de bir alış-veriş sepeti 3000 değil, 2654 hiç değil, 2000 de değil, yalnızca 1337 liraya doluyor! Evet, 1337 TL!

Bugün itibariyle (16 Eylül 2022) 18,22 TL olan Euro üzerinden hesaplandığında, bu fiyat, Almanya’da tamı tamına 2654 liraya denk geliyor. Yani Türkiye’dekinin iki katı!

Türkiye’deki enflasyonun -tabii ki TÜİK rakamlarına göre- %80 civarında olduğunu hesaba katarsak, bu demek oluyor ki, Almanya’da enflasyon %160’tır! Bu durum, “Almanya’nın neden değişmesi gerektiği”ni yeterince açıklıyor. Ama Alman devleti gerçeği gizliyor ve bu değişim ihtiyacının sebebini “dış” koşullara bağlıyor... üstelik bir de “dış ülkeler bizi kıskanıyor” diyorlar. Yahu dış ülkeler sizi ne diye kıskansın? Paranız pul olmuş, pul!

İşte, Avrupa’nın ve dünyanın sanayi devi diye geçinen Almanya’nın hali bu kadar içler acısıdır. Derhal erken seçim kararı alınmalı ve yeni anayasa çalışmalarına başlanmalıdır!!

Artık manipülasyonu bırakıp gerçeğe dönebiliriz. (Şimdilik, Alman ekonomisinin lanse edildiği kadar matah durumda olmadığını söyleyerek, bu bahsi geçebiliriz.) Bahsi geçen televizyon kanalının (Fox tv) yaptığı çalışmada açıklanan rakamlar doğrudur. Bu, bir alışveriş sepetinin dolması için gerekli olan mevzu bahis 113 Euro, ortalama 3000 Euro maaş alan bir Alman vatandaşının, kira ve tüm faturalar tutarı olan 1000 Euro’dan arta kalan 2 bin Euro’luk bir miktarın parçasıdır. Yani bir Alman vatandaşı, toplamda bin Euro’luk kira ve faturalardan arta kalan 2 bin Euro ile, bir ayda 17 defa bir alışveriş sepetini doldurabilmektedir.

Bizde ise, tek çalışanı olan çekirdek bir ailede, asgari ücret, bırakalım bir alışveriş sepetini bir kez olsun doldurabilmeyi, yalnızca kiraya bile yetmemektedir. (Faturalar giderini hesaba dahil bile etmedim, çünkü fatura giderlerini hesaba katabilmek için, önce içinde barınılan bir ev ve bu evin kirasının da ödenebiliyor olması gerekir.) Dolaysıyla, çekirdek bir ailede birden fazla kişinin çalışması gerekir.

Ama istihdam da buna el vermemektedir. TÜİK’in rakamlarına göre işsizlik %10,1 seviyesinde. Buna bir de “atıl işgücü oranı” dedikleri şeyin %22’lik oranını ekleyelim. Gerçek rakamlar bundan daha fazladır kuşkusuz. Çünkü sadece pandemi döneminde 1 milyon insanın işsiz kaldığından bahsediliyor.

Yani geçinmek için birden fazla kişinin çalışması gerekiyor, evet, ama çalışamıyor. Çünkü sistem öyle bir tıkanmış durumda ki, yapabileceği tek şey, ucuz işgücüyle daha az işçiden daha fazla artı değer sızdırmak. Bu durumda da insanlar, ciklet parası bile etmeyen ücretlerle kölelik koşullarında çalışmak ve işsiz kalıp tüm zamanını “daha az köleci” koşullarda çalışmak için iş aramakla geçirmek arasında kalıyor.

Kapitalist sistem iki yolla artı değer oranını artırır: 1-çalışma süresini uzatarak mutlak artı değer üretimi yoluyla ve 2-üretim araçlarını geliştirerek nispi artı değer üretimi yoluyla.

İkisi de işlevsiz kaldığında “görünmez” bir üçüncü seçenek devreye girer ve bu yolla kapitalizm, tek taşla iki ve hatta birçok kuş vurmayı hedefler. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında çıka(rıla)n savaşlar, sistemin bu tıkanıklığını bir süreliğine de olsa gidermeye yarıyor. Yoğun göçmen varlığı, kapitalist sınıfa, işgücünü daha da ucuzlatma ve yerli işçileri göçmen işçilere karşı kışkırtma gibi bir taşla iki kuş vurma fırsatı sunuyor (Halbuki göçmen işçilerin varlığı sebep değil, sonuçtur.)

Bugün Türkiye’de saat başı ücret 1 Euro iken, Almanya’da 10 Euro. Ama bağımlı kapitalist ülkelerle emperyalist ülkelerdeki ekonomik koşullar arasında bu türden doğrudan ilişki kurmaya çalışmak isabetsiz ve gerçeklerin görülmesini engelleyen bir niteliğe de sahip. Çünkü saat başı ücretin Almanya’da 10 Euro olması, tam da Türkiye vb ülkelerde 1 Euro olmasına bağlı. (Ve Türkiye, kapitalizm sınırları çerçevesinde hiçbir zaman bir Almanya olamayacak! ) Emperyalist dünya ekonomisi, bağımlı ülkelerden sızdırdığı artı-değer sayesinde, kendi işçi sınıfının ücretlerini bağımlı ülkelerin işçi sınıfının ücretlerine göre daha yüksek tutabilmektedir. Almanya ve Türkiye işçi sınıflarının aldığı ücretler arasında 10 kat fark varsa, burada sorulması gereken asıl soru, emperyalist devletlerin sızdırdığı artı-değer oranının ne kadar olduğudur. Yoksa salt iki ülke işçilerinin aldığı ücretler arası bir karşılaştırma, bizi nihai sonuca ulaştırmaz.

Bu soru sorulduğunda, karşımıza çıkan şey, tekelci sermaye sınıfının işbirlikçi niteliğidir. Bu durumda da, çözüm olarak, işbirlikçi tekelci sermaye sınıfının iktidarını devirmek ve halk iktidarını kurmaktan başka bir çare de yoktur. İnsanların on kat daha fazla sömürülmesi, bize devrimi ve halk iktidarının kurulmasını da anlat(a)mıyorsa şayet, hiçbir şeyi anlatamaz. Şimdi devrim zamanı!