Yoldaşım... Canım... Her şeyim...

Yoldaşım, canım, her şeyim... Seni merak etmek korkunçtu... Hepinizi merak etmek korkunçtu... Yaralananları ve sonsuzluğa gidenleri öğrenmekte... Önce yaralıların listesini gördük, uzayıp giden bir liste... Uzadıkça yürekte dayanacak güç kalmıyordu "ama" diyordu insan yine de "demek halâ yaşıyorlar..." "demek halâ hayatta kalma şansları var".

Sonra bir başka liste... İsimler sıralanıyor alt alta. Bu öylesine itici ve öylesine soğuk sıralanış, sıradaki her ismin karşısında kahredici o dört harfli sözcük, açılan bir parantez, parantezde kurşun, yanık gaz... gaz, yanık, kurşun.... kurşun, kurşun, yanık... İsimler sıralanıyor. Tanıdık tanımadık yüzler, bildik bilmedik yürekler, dost isimleri... Murat'ın ismi... Yoldaşım, canım, her şeyim... Yaşadıklarımız korkunçtu, yaşayacaklarımız belki daha korkunç olacak ama bu, o güzel gün daha da yaklaştı demek...

O altı bayanımız aklımdan çıkmıyor. Şefinur'un camdan el sallayışı, Seyhan'ın gülümseyişi, zafer işareti... Sonra Özlem, sonra Nilüfer, sonra Gülseren, sonra Gülser... Birden bire, bir anda gözlerimizin önünde tüm camlardan birden yükselen ateş... Sonra ne o el sallayış, ne o gülümseyiş... Bir anda oldu, her şey bir anda oldu... Kan yağmurlarına aldırmadan cama fırladım, bağırdım, bağırdım! Ses veren yok, alevlerden ses gelmiyor... alevler... Çok değil az önce üst katta kıl payı kurtulduğumuz alevler... "Kurtulduğumuz" Bu kelime ne kadar ağır, bu kelime ne kadar kahredici, bu kelime kurtulamayanlar karşısında ne kadar haksız ve ne kadar acımasız...

Yoldaşım, canım, her şeyim... Büyük bir gürültüyle ilk anda uyandığımda ışığı açmamla yağan kurşunlar arasında aklıma ilk gelen, yoldaşlarım... Yaptığım her şeyde, yaşadığım her saniyede bir an bile aklımdan çıkmayan ve acı bir sezgiyle onlarında başında aynı ölümün dolaştığını anladığım an daha güneş doğmamıştı. İşte o an ateş, gaz, duman ve kan yağmurları arasından bizim zilin çaldığını duydum.. Ulaşmak, delicesine bizimkilere ulaşmak için çırpınan kalbim o an durdu. O an her şey sanki bir değnek dokunmuş gibi dondu; ne gaz, ne duman, ne ateş, ne kırılan duvar, dökülen taş sesi... O an karanlığın içinde kulaklarımda sadece uzayıp giden zilin sesi... Fatma'nın gayri ihtiyari yerinden fırlamasıyla ileri atıldım ve kolundan yakaladım; "Nereye gidiyorsun!..." "Ne bileyim ben!" dedi şaşkın bir ifadeyle: "Belki Murat Ördekçi gelmiştir..." Sarıldım ona, sımsıkı sarıldım. Değnek dokunmamıştı, karanlığın içinde çalan zilin sesi, kurşun, gaz, duman, kırılan duvarlar içinde sarıldım: "Ördekçi ne arasın Fatma, Ördekçi ne arasın!..."

... Ördekçi... Murat, Murat'ımız...

Yoldaşım, canım, her şeyim... O anda belki vurulmuştu Murat, belki vuruluyordu, belki diyemiyorum artık. Çünkü öyle değilse bile kesin vurulacaktı... Sonra o zilin sesi, çıkan yangından dolayı kısa devre yapan o zilin sesi hiç susmadı, susmadı saatlerce ve sürüklenerek, dövülüp, dipçiklenerek götürüldüğümüzde bile arkamdan uzaklaşan sesini duydum.. Çağıran kim!, Çağrılan kim. Ama çağıran Ördekçi değil, o Şerifin kollarında vermiş son nefesini... O an bu kahredici gerçeği bilmiyorum...

Boş bir salondayız. Yaralıları biz bile tanıyamıyoruz. Yıllardır yan yana olduğumuz insanlar hem de... Üstümüz ıslak ve durduğumuz her yerde küçük bir göl oluşuyor... Arkadaşlar gidiyor birer birer hastaneye. Bir kısmı da ringlere götürülüyor ama biz bilmiyoruz. Sonunda beş kişi kaldık. Bir pencere kenarına yaklaştık. Pencerenin hemen önünde ince bir yol, yolun karşısı bir uzun duvar, duvarda rakamlar 18-17,16-15, 14-13, 12-11... İlk defa havalandırma duvarlarımızı dışından görüyorum. Çatılarda askerler, demek sürüyor... 18-17'nin duvarı delik, içerde hiç kimse görünmüyor. Sonra dışarda bir hareketlilik başladı. İki itfaiye aracı geldi önce, sonra aynı yola sıra sıra askerler dizdiler. Öylece donmuş izliyoruz. Kara bir delik açtı iş makinası 16-15 havalandırmasının dış duvarından... Sonra bir merdiven dayadılar dışarıdan... Kızlar bağırıyor "Bu sizin Muharrem!" Koşuyorum göremiyorum. Delikten sedyelerle yaralılar veriliyor dışarıya... Sonra arkada uğraşırken "Aa! bak işte Cuma!" diyorlar, koşuyorum cama, yapışıyorum cama, göremiyorum. Ama içeriden birileri görünüyor, bak iki kişi sedyeyle yaralıları veriyor. İki kişiden biri bizim İbo, öteki Kenan. Nasıl da rahat yüzleri var, nasıl da ışıklı... El sallıyoruz, işaret yapıyoruz görmüyorlar. Kenan daha Seyhan'ın öldüğünü bilmiyor, Kenan 12 gün sonra öğrenecek Seyhan'ın yaşamadığını... Arkasından Savaş, Savaş bilmiyor Nilüfer'in o ince gülümseyişinin artık gerilerde kaldığını...

İşte İbo bizi farketti, el sallıyor, gülümsüyor. Kenan el sallıyor, Ramazan, Hasan Demir, Nizam, demek 12. koğuş 15-16'da... Kenan eliyle işaret yapıyor, altı işareti yapıyor... Altı... Ne demek altı… Altı ne… Altı kim…? Hemen yanımdaki pencere, camları kırık ve ben bir boşluktan faydalanıp şaşkınlıktan kimse ne olduğunu anlayamadan koştum o cama: "İboo! İboo! Bizden altı kişi gitti İboo!" Saçımdan tuttular. "İboo... altı kişi gitti bizden! Yaktılar... Yaktılaaar!" çekiyorlar. 'Devrimci Tutsaklar Tes...." ağzım kapatıldı... götürüldük... Artık onlara seslenmek mümkün değil... Onlar sesimi belki duydu, belki duymadı... Uzaktan o numaralı duvarın tepesini görüyorum. 15-16'nın orda... O duvarın üzerinde kuşlar. Hepsi de güvercin, bir havalanıp, bir konuyorlar... Rüzgar yangın dumanlan vurdukça uzaklaşıyorlar, sonra inatla ve ısrarla topluca gelip aynı yere konuyorlar. Kuşlar bırakıp gitmek istemiyorlar.

Gazeteler gezdiler, yaşadığımız yerleri... Gazeteciler gördüler görmek istedikleri şeyleri... Sonra bir küçük kedi gördü gazeteciler, dolanıyormuş yanan koğuşların içinde... Sonra havalandırma duvarının üzerinde güvercinleri gördü gazeteciler. Günler geçmişti oysa ki, demek gitmemiştiler. Belki de bekliyorlardır halâ güvercinler. 15-16 havalandırmasında bir el onların kafesinin kapılarını açtı. Havalandırmada halay çekiliyor, zeybek oynuyor birkaç kişi. Yanan koğuşların arasında final halayı çekiliyor, marşlarla... Tepedekiler şaşkın, tepedekiler artık bitti gözüyle bakarken ne olduğunu anlayamıyorlar. Halay çekiliyor, kuşlar havalanıyor, sonra kan yağmurları... Topluca üzerlerine yağan kan yağmurları, Cengiz ve Mustafa Yılmaz yan yana... "Mustafa, Cuma'nın kollarında ölümsüzleşmiş" diye duyduk sonra... Sonra "1. ekipten Ökkeş, Murat tam önümüzdeydi, siper etmişlerdi" denildi bir mektupta... Murat bir buçuk saat yaralı kalmış, bacağındanmış yarası, atardamardan... Bir buçuk saat oluk oluk akmış canı... Selam söylemiş hepimize, tek tek isimlerimizi saymış...

Yoldaşım...

CANIM... HER ŞEYİM...

Bayrampaşa’dan Bir Leninist Tutsak