Devrime yaşamı dair her şeyini ortaya koyan bir yoldaşı anlatmak zordur. Devrime inanmış, kocaman yüreklerini ortaya koyarak ve ölümü hiçe sayarak yürüyenlerin arkasından bir şeyler yazmak ya da konuşmak, bana her zaman yetersiz kalmıştır. Ne söylenebilir ki yaşamını ortaya koyan bir devrimci için? Arkasında yazılacak kelimeler yaratılan değerleri anlatmaya yetmez.

Hele o, Sinan gibi bir yoldaşsa, gözlerinde ve yüzünde çocuksu masumiyet varsa, her mimiğinde sevinci ve öfkesi yüzünde beliriyorsa, kirlenmemiş bir işçi yüreği gibi temiz ve berraksa, her zaman komünist kültürü yaşamın her anında yaptıklarıyla gösteriyorsa, yaşamına dokunduğu/ yaşamı paylaştığı herkeste büyük izler bırakan Sinansa bu daha zor oluyor.

Zor dönemin devrimcisi olmak, zorluğu aşıp bir sorunda, eksik kalan işte kendini sorumlu tutmak ve ilk önce iğneyi kendine batırmak kolay değil. Sinan yoldaş böyle bir yoldaştı. Yaşanan olumsuz durum karşısında ilk yaptığı şey kendini eleştirmek ve düzeltmekti. Bu şekilde ileriye doğru adım atmayı başardı.

Onunla hayatımda yaşadığım en güzel üç yılımı geçirdim. Hem de ölümü her gün iliklerimize kadar hissettiğimiz bir ortamda. Mermilerin ortasında kendi anılarımızı konuşarak; mevzide nöbet tutarken yapacaklarımızın hayallerini kurarak; çetelerin saldırısında kendimize sımsıkı kenetlenerek; açlığı, susuzluğu, acıyı, ölümü, elde edilen zaferlerin coşkusunu ve sevincini, kaybettiğimiz yoldaşların acısını, ilk çarpışmada yaşadığımız heyecanlıları ve korkuları ve daha sayamadığım yüzlerce anın o unutulmaz güzelliğini Sinan’la birlikte yaşamak...

İnsan kendini özgür hissettiği yerde mutlu olabilir. Sinan Rojava’da kendisini bulmuştu. O her şeyiyle savaşın gerçekliği ile bütünleşmişti. Yanlış yaptığı yerde bir çocuk gibi boynunu büker ve sigarasını yakarak kendisiyle hesaplaşmaya giderdi. Kısa bir süre sonra döndüğünde o gene enerjisi ve neşesi ile yaşama katılırdı.

Fazla konuşmadan aynı ciddiyetle görevini yapmaya devam ederdi. Savaş döneminde konuşmaktan çok yapılan işlerin eksikleri gidereceğini farkına vararak davrandı hep. Konuşarak eksiklikleri dile getirmenin önemli ama yetersiz olduğunu bir tartışmamızda şöyle ifade etmişti.

“Yoldaş herkes eksiklikleri söylüyor ama bunu yapmak için hiç kimse özverili davranmıyor. Başkalarından bekliyor. Bir devrimci eğer bir şeyi eleştiriyorsa onu düzeltmek için adım atacak. Onun için ben söylenenlerden çok yapılanlara bakıyorum.” Her zaman buna uygun davrandı. Az konuştu çok iş yaptı. Tekmil aldığımızda eleştiri yaparken ilk kendini eleştirirdi.

Cephede savaşırken yoldaşları ile dayanışma içinde olmayı unutmaz, cephe gerisinde büyük küçük iş demeden fedakarca verilen her görevi yerine en iyi şekilde getirirdi. Bir yoldaşı morali bozulduğunda ona hemen moral vermeye ve diri tutmaya çalışandı. Manevi olarak sürekli dert ortağıydı. Bir şey söyleyecekse ulu ortada söylemeyi tercih etmezdi. Bir önerisi ya da eleştirisi varsa beni kenara çeker öyle söylerdi. Hiç bir yoldaşın kalbini kırmak istemezdi. Yoldaşlarına bu kadar bağlıyken düşmanına kini de o kadar fazlaydı.

Adını aldığı Sinan Cemgil, onun için ayrı bir anlam taşıyordu. “Sinan Cemgil gibi bir gerilla önderi olmayı çok isterdim. Denizler gibi Sinanlar gibi... Onlar gibi kararlı ve inançlı.” Ateş soyadını da İmam Ateş’ten aldı.

“Şimdi, yoldaş, Filistin’de ölümsüzleşen yoldaşların aldığı görev gibi bir görevdeyiz. Onların adlarını yaşatmalıyız. Partinin militanlarının bizimle birlikte burada olduklarını hissetmeliyiz. Onun verdiği ağırlıkla ve güçle onlara layık olmak zorundayız.”

Rojava’da daha iki haftamızı tamamlamamışken büyük ve zor bir deneyim yaşadı. İlk saldırı kolunda göreve giderken kendini nasıl hissettiğini ve hazır olup olmadığını sorduğumda “her şeyimle hazırım yoldaş, kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Merak etme, burada Leninistlerin yaptıkları konuşulacak!”

Ne kadar da iddialı bir söz olduğu o an düşünmemiştim.

Sinan yoldaş kararlıydı. Az olmamıza rağmen başarılı olacağımıza yürekten inanmıştı.

İlk ciddi operasyonunda, yanındaki tim komutanının mayın patlamasında öldüğünü görmüş ve paramparça olmuş bedenini sırtında taşıyarak çatışma hattından geriye çekmişti. Yanında duran yoldaş “şimdi çatışma var, mayın yeni patladı, daha sonra bakarız” dediğinde, “yok heval, o bizim tim komutanımızdı. Onu orada bırakamayız” diyerek, yerinden fırlamış, tim komutanı Kahraman yoldaşın cansız bedenini sırtına taşıyarak geri getirmişti.

Daha sonra kamuflajını değiştirmiş olsa da, eski kamuflajını atmamıştı. Kıyafet kanlar içindeydi. “Ben onu bu şekilde taşıdım”... Olayı yaşadığı anı anlatırken duygularının karmaşıklığını anlamakta zorluk çekiyordum. Sinan’ın yüzündeki mimiklerde bunları en iyi şekilde görüyordum. Kimi anlardaki coşkusu, düşmana vurduğu darbeler, kimi anlardaki korku, kaygı, gerginlik... sürekli değişen mimikler savaşın gerçekliğini, insanda yarattığı etkiyi çok net gösteriyordu. Çatışma anında duyduğu heyecanı anlatırken duyduğu coşku inanılmazdı. Çatışma anını bütün benliğiyle yaşıyor, hissediyordu. Yaşadığı olayın olumsuz etkilerini kısa zamanda atlatmış ve ondan sonra daha zor görevleri aynı kararlılıkla üstlenmişti.

Sinan’ın Kahraman arkadaşı sırtında taşıyıp getirmesi örnek bir davranıştı. En zor anda, ölümün ensesinde olduğu bir anda, nasıl davranılması gerektiğini pratiğiyle de göstermiş oluyordu. Cesareti ve yoldaşlarına olan derin bağlılığı kısa zamanda konuşulmaya başlamış ve herkesi olumlu bir şekilde etkilemişti.

Bir çatışma esnasında karamsarlığın yayıldığı bir ortamda, ki bu savaşta sürekli karşılaşılan bir durumdur, cesaretle liderlik etme iddiasıyla öne çıkacak savaşçılara her zaman ihtiyaç duyulur. Sinan gene ihtiyaç duyulan yerdeydi. Az konuşan, ama en zor görevlerde daima orada olan, her işe kendisini ilk önerendi. Sıcak bir çatışma ya da mevzideki bir iş olsun, onun için hepsi aynıydı.

Onu tanıdığım ilk günden savaştaki son güne kadar, her zaman netti. Savaşı ileri taşımak ve düşmana darbe vurmak, onun için nefes almak gibiydi. Mücadeleyi yalnızca Rojava’da değil ülkeye nasıl taşıyacağının hayallerini kurardı.

Sinan yoldaş savaşa katıldığı ilk günden ölümsüzleştiği son ana kadar, parti bayrağını en yukarıda taşıdı, Leninist değerlere derin bir şekilde bağlı kaldı. Küçük-büyük görev ayrımı yapmadan, bütün görevlerin devrimi ve mücadeleyi ileri taşımak için olduğunu bilerek, hiç bir görevden kaçmadı. Hiç tereddüt etmeden nerede görev varsa oraya gitti.

“Yoldaş, parti şimdi bizi burada görevlendirmiş, ama ilk fırsatta buradaki deneyimi ülkeye taşımalıyız. Benim hayalim Tokat’ta gerillacılık yapmak. Orada konumlanmalıyız. Ne kadar da güzel olur değil mi?”

Birlikte kurduğumuz hayallerin yükü hala omzumuzda. Bu hayalleri gerçekleştirmek için yürümeye davam ediyoruz. Senin kararlılığın ve bağlılığın, en zor dönemlerde bize destek sunuyor. Çalışkanlığın ve komünist inatçılığın bize güç veriyor. Gülüşün baharı müjdeliyor.

Bir Yoldaşın

leninist.net sayfasından alınarak yayınlanmıştır