Depremin ilk günlerinden itibaren Antakya’da olan Emekçi Kadınlar (EKA)’dan Delal, yaşadıklarını anlattı:

Depremin gerçekleştiği gün, sabah saatlerinde gruplarımıza gelen mesajlar üzerine deprem bölgesine gitme kararı aldık. Aslında bu üzerinde çok düşünülmüş bir karar değildi. Çok şiddetli bir depremdi ve muhakkak ki insanlara yardım edebileceğimiz, acil önlemler alabileceğimiz bir çok durum söz konusu olacaktı. Bu yüzden ilk işimiz, aynı gün içerisinde Antakya Samandağ'a doğru yola çıkmak oldu. Uzun bir yolculuktan sonra ulaştık.

Samandağ bölgesine çünkü depremin en şiddetli yaşandığı yerlerden birisiydi ve insanlar yoğun bir seferberlik içerisinde civar bölgelere ulaşabilmek için yola çıkmışlardı. Yolculuk sırasında en çok dikkatimi çeken şey, halkın geniş kesimleri, her türden insanın öğrencilerin, gençlerin, işçilerin, kadınların, maden işçilerinin bölgeye ulaşabilmek için, herhangi bir çağrı beklemeksizin yola çıkmış olmalarıydı. İnsanlar öfkeliydi, çünkü yola çıktıklarından itibaren devletin herhangi bir kurumuyla karşılaşmadılar.

Yola çıktıklarında hala siyasal iktidarın temsilcileri insanları, halkı tehdit eder biçimde ekranlara çıkıp sahte konuşmalar gerçekleştiriyorlardı.

Biz de yol üzerinde yaklaşık 5 saat kadar giriş noktasında beklememizi gerektiren bir trafikle karşılaştık ve o yüzden de çok fazla geciktik.

Bu trafiğin sebebi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bölgeye gitmek için yolu kapatması ve bizim gibi sahada çalışacak olan ekiplerle birlikte, aynı zamanda profesyonel ekiplerin de sahaya ulaşmasını engelleyecek biçimde devasa bir trafiğe sebep olmasıydı. Uzun bir süre girişte kaldıktan sonra bölgeye ulaştık.

Biz, elimizden ne geliyorsa yapmak üzere gitmiştik oraya. Bir kısmımız sağlık emekçisiydi, onlar doğrudan depremzedelerin acil servis ihtiyaçları ile ilgili çalışmalara başladılar.

Profesyonel olmamakla birlikte saha deneyimimiz olduğu için, neredeyse ekipmansız bir şekilde sahaya çıktık. Çünkü bölgeye baktığımızda bizi inanılmaz bir yıkım bekliyordu. Ve hiç kimse yoktu. Civar bölgelerden bireysel olarak ya da kendi bulunduğu sivil toplum örgütleri ile sosyalistler, demokratik kitle örgütlerinden oraya ulaşan insanlar dışında orada hemen hemen devletin herhangi bir yardım yapmadığını, hiçbir profesyonel ekip yollamadığını gördük.

Bu nedenle hemen sahaya çıkıp, bir an önce insanları kurtarabilmek için çalışmaya başladık. Biz yaklaşık 5 gün boyunca neredeyse ekipmansız bir biçimde ellerimizle enkazları açarak insanlara ulaşmaya çalıştık. Bu sırada da şunları gördük; depremin büyük bir afet olduğu bilgisi doğru, ama bizim bölgede yüzleştiğimiz şey şuydu: Depremi gerçek bir afet haline getiren, devletin siyasal temsilcilerinden sağa araştırma ekiplerine kadar, kolluğuna kadar, jandarmasına kadar hiçbir kurumuyla oradaki insanları hayatta tutabilmek için hiçbir devlet destek sağlanmamış olmasaydı. Yüzleştiğimiz gerçek, bu kadar acıydı. Çünkü elimizle çıkarmaya çalıştığımız enkazların bazılarından ses alıyorduk, ama saatler ilerledikçe profesyonel ekiplerin böyle bölgeye hala ulaşmaması nedeniyle yavaş yavaş ses alabildiğimiz noktalardan da insanların sesleri kesilmeye başlıyordu.

Sanırım bütün bu saha deneyimimiz boyunca yaşadığımız, yüzleştiğimiz en acı gerçek buydu. Orada hala hayatta olup kurtarılmayı bekleyen insanların ölmelerini arttırdı. Depremlerle, sarsıntılarla zaten enkaz altındaki yaşam üçgenlerinin de çökmesi ile hayatlarını kaybetmeleriydi. Ya da ulaşamayan ekipleri... Profesyonel ekiplerle, örneğin, birkaç tane ses bulabildiğimiz noktada hilti bulamadığımız için betonu kesemedik ve ellerimizle çıkartmamız mümkün değildi. Ve çok riskli binalar vardı.

Sadece bizim bireysel olarak kurtaramayacağımız insanlar vardı. Ama konuşuyorduk onlarla, ses veriyorlardı. Yardım getirdiğimizi söylüyorduk, morallerini düzeltmeye çalışıyorduk. Süreç bu şekilde saatleri günleri alan bir şekilde yayıldı.

Dakikaların bile çok önemli hayatı derecede önem arz ettiği bir durumdan bahsediyoruz. Ve sismik dinleme aletlerimiz yoktu. Kulaklarımızla, ses çıkarabilen insanları duymaya çalışıyorduk.

Bizim dinleme aletleri olmadığı, kulağımızla dinlemeye çalıştığımız için, birkaç enkazda göçük altından aldığımız seslerin, aşağıda depremden kaynaklı patlayan su damlalarının sesi olduğunu gördük. Bu sesleri kulağımıza algılayamadığımız için, bir depremzedenin aşağıda duvara vurduğunu düşünerek saatlerce enkazda çalıştık. Eğer yanımızda sismik dinleme aletleri olsaydı, çok daha hızlı bir biçimde doğrudan insanların yardım çığlıkları olup olmadığını anlayabilirdik. Doğrudan göçük altında kalan insanlara daha hızlı ulaşabilirdik. Ya da termal cihazların çok yetersiz olduğunu, zaten günler sonra geldiğini gördük. Aslında bütün bu süreçler, saha deneyimi içerisinde bizlere şunları gösterdi: Zaten biliyorduk, dinci faşist iktidarın hiçbir kurumunun yıllardır deprem vergisi altında aldıkları paraların depremzedelere akıtılmayacağını, insan hayatının, hayvan hayatının canlı hayatının onlar için hiçbir önemi olmadığını, yalnızca sermayenin devamlılığı, sermayenin bekası için adımlar atacaklarını biliyorduk.

Ama bunu binlerce insanın enkaz altında kaldığı, sadece insanlar olarak düşünmeyelim; biz enkazdan onlarca kedi, köpek çıkardık, kuş çıkardık. Topyekün bir canlı popülasyonun kendisinin ölüme terk edilmişliği ile yüzleştik burada.

Bu süreçte Antakya bölgesinee ulaşabilen insanların da çok yoğun bir öfkeyle bu arama kurtarma çalışmalarına katıldıklarını gördük.

İnsanların öfkesi; depremin yalnızca doğal bir afet olmasına değil, doğa ile mücadeleye değil. İnsanların öfkesi AFAD görevlilerine... Birkaç ayrı noktada mesai saatlerimiz bitti diyerek gözlerimizin önünde enkazları bırakıp çıkmasınaydı.

Bizim profesyonel ekiplerimiz olmadığı için, belli ekipmanları olan görevlileri çağırdığımızda, onların gelip binaların riskli olduğunu söylemeleri, ama bunu söylemelerinin hemen ardından bankaların olduğu enkazlara, insanların içinde olmadığı canlı insanın olduğuna dair hiçbir termal bilginin bulunmadığı en fazla sadece para kasalarını kurtarmak için girmelerineydi öfkemiz.

Hem civar bölgede depremi yaşayan halkın kendisi, hem de Türkiye'nin dünyanın pek çok noktasından gönüllü bir biçimde oraya yığınak yapan insanlar orada şununla yüzleştiler: İnsan hayatının faşistler için hiçbir önemi yok.

Onlar için önemli olan para kasalarını kurtarmak, bölgede gördüğümüz üzere, binalarla ilgili tespit raporlarının olduğu ve sadece bir katlı olan bir binanın yıkamayla ilgili bir çalışma yapmak... Çünkü delilleri karartmak istiyorlar. İşte biz topyekün böyle çok yakın bir düşmanlıktan söz ediyoruz.

Bugün halkın geniş kesimleri öfkeli. Depremden çıkmış insanlar için uzun vadeli planlara ihtiyaç var. Hala civarda kazı çalışmaları devam ediyor. Ama artık saatler çok ilerledi ve ses duyabildiğimiz binalardan da yalnızca profesyonel ekiplerin insanları çıkarması mümkün. Artçı sarsıntılar devam ettiği için, biz örneğin, sahada çalışırken birkaç kere artçı sarsıntı oldu ve içeride ölmüş olduğunu bildiğimiz insanlar vardı. Onların üzerlerine tekrar kalan binaların hava boşlukları yıkılmış oldu. Artık profesyonel ekipler olmadan saha çalışması yapmak çok riskli bir hal aldı. Yaşayan insanlar için de aynı tehlike var, ki bu şekilde hayatını kaybeden arkadaşlarımız var. Enkazlara çıkıp, enkazların yıkılması sonucu yaşamını yitiren insanlar var.

Bölgede bütün bunlarla yüzleşen halkın acısı çok büyük. Ama şu an için, hiç birimiz orada bu acıyı yaşama fırsatı bulamadık diyebilirim.

Bugün, sanırım dinlenebildiğimiz ilk gün. Saha çalışmasından çıktıktan sonra hala hiçbir duygu hissedemediğimi söyleyebilirim. Çünkü orada hala yardım bekleyen insanlara ulaşabilmek için devletin hiçbir kurumuyla bu sorumluluğu yerine getirmediğini gördük.

Olayın kendisine duygusal yaklaşabilme gibi bir lüksümüz olamadı. Çünkü verebileceğimiz en ufak bir duygusal tepki, bizim zararımıza olacak bu tepkiydi ve yaşayan başka insanları bulmamızı engelleyecekti belki de...

Buradaki öfkeli insanların tepkilerinin doğrudan devletin çeşitli organlarına yöneldiğini görüyoruz. Alınmayan tedbirlerle, getirilmeyen ekiplerle, desteklerle insanları enkaz altında can çekişerek öldüklerini görüyoruz.

Bu iktidar insanlara şunları söyletti: “Umarım deprem anında ölmüştür”... Yakınları ile ilgili eşi dostu, ailesi sevdikleri ile ilgili “umarım deprem anında ölmüştür” denildi. Hani ölümlerden ölüm beğen dediler insanlara.

Sonrasında yardım isteyen, depremde göçük altında kalıp panik ataklarla, anksiyete krizleri ile hayatını kaybetmiş insanlar... Şoku atlatamayarak ani ölümlerin gerçekleştiğini biliyoruz, susuzluktan kaynaklı ölümler gerçekleştiğini biliyoruz Bütün bunların bir halkın acısıyla dalga geçer bir biçimde siyasal parti temsilcileri, faşist iktidarın temsilcilerinin ekranlara çıkıp da insanlara hala 'Bu bir afettir metin olun' diye sözler söylemesinin de halkta çok büyük bir öfkeye neden olduğunu biliyoruz.

Şunu söyleyebiliriz; bölge halkı yaralarını saracak. Evet ölülerimize de sahip çıkacağız. Yaralarımız da saracağız, oralara tekrar gidip oralarda yaşamı tekrar kuracağız. Ama bunu yaparken, bugün İstanbul başta olmak üzere, yıllardır bas bas bağırılan depreme karşı alınmayan önlemlerin hesabını da soracağız. Ölülerimiz o enkazdan çıkacaklar, biz mücadelemizle onları çıkaracağız o enkazdan. İşte bugün birbirimize bunun sözünü vererek, yaralarımızı sarmak için birlikte mücadele edeceğiz.

Hep birlikte devletin bugün yürütülmeyen bütün süreçlerine karşı, almadıkları bütün önlemlere karşı sorumluluklarını hem hatırlatarak, hem de hemen bugün iş işten geçmiş bir biçimde olduğu için bunun hesabını sorarak birlikte mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.