Libya’da, Ağustos ayının sonlarına doğru, 21 Ağustos’ta, birbiriyle savaşan Libyalı tarafların ilan ettikleri “ateşkes”, Türkiye’nin tüm hayallerini Akdeniz’in serin sularına gömmüştü. O zaman da altını çizmiştik: Libya’da bir ateşkes kararı Türkiye’nin duymak ve görmek isteyebileceği en son şeydi. Zira Türkiye taa Libyalara askeri teçhizatlarını, subaylarını, MİT’ini, itini, dinci faşist tosuncuklarını iki bin dolar maaş vaadiyle tatil yapmak için değil, savaşmak ve petrol-doğalgaz, artık Allah ne verdiyse yağmalamak için taşımıştı.

Tarih, Kafkasya’da tekerrür eder gibi oldu. Ama ilk örnek, Türkiye’nin katlandığı bunca masraf va zahmetin boşa gitmesi anlamında “trajik” biçimde sonuçlanmıştı. Kafkasya’da, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki bir kaç günlük savaşı sona erdiren “ateşkes”, Türkiye’nin bu bölgeye yönelik macerasını komik biçimde sonlandırdı.

Elbette tarih tekerrür ediyor filan değil. Ama tarihte biçim bakımından benzerlik gösteren olaylara rastlamak pek çok kez mümkün oluyor.

Libya’da Türkiye, hiç ummadığı anda, en büyük darbeyi düşmanından değil, “yardımına” koştuğu Es-Sarrac nam, Libya Başbakanı kılığındaki adamdan yemişti. Dinci faşist iktidar tüm yatırım ve bahislerini Es-Sarrac ve hükümeti üzerine oynamıştı. Oysa Es-Sarrac, “ateşkes” ilan etmekle kalmamış, önce Türkiye’nin Libya’daki beşinci kolu Fethi Başağa’yı İçişleri Bakanlığı görevinden almış, arkasından kendisi de istifa edeceğini açıklamıştı. Böylece Türkiye’nin Es-Sarrac hükümetiyle yaptığı ve büyük umutlar bağladığı tüm anlaşmalar çöp sepetini boylamış oldu.

Azerbaycan’da, tıpkısı tıpkısına değil ama, sonuçları itibariyle hemen hemen aynı durum yaşandı. Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunların çözümünde kurulacak masada baş köşeyi kapmayı hayal ederken, bırakın masayı, görüşme odasının kapısına bile yaklaşamadı. Kapının ardında, içerde olup bitenleri merak eden bir meraklının ötesine geçemedi.

Ama dahası var. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’den “Türkiye’siz çözüm olmaz” ısrarını beklerken Aliyev, çözüm adresi olarak Putin’in Rusya’sını gösterdi. “Karabağ sorununu Putin çözer” başlığıyla verilen haber şöyle:

Ayrıca Aliyev, ülkesinin görüşmelere yarın dahi başlamaya hazır olduğunu vurgusunu yaptı. Bunun yanında, Minsk Grubu'nun eş başkanları içinden Karabağ sorununa en çok etki edebilecek olanın, tarihi ve siyasi sebeplerle Rusya olduğunu da söyledi.”

Aliyev’in çözüm için Rusya’yı işaret etmesi ve görüşmelerin formatının değişmediğini ifade etmesi Türkiye’ye atılabilecek en büyük “dost kazığı” idi. Gerçi Aliyev Rusya’yı işaret ederken sadece gerçek olgulardan hareket ediyor, hayallerle zaman geçirmemiş oluyordu. Bu adamın hareket noktası “Tarihi ve siyasi sebepler” idi. Bu tarihi ve siyasi sebeplerin ne olduğuna dünkü yazımızda olabilecek en özet haliyle değinmiştik. Gelin görün ki, eşine az rastlanabilir bir darkafalılıkla hareket eden dinci faşist iktidar, bu kadar basit ve ilk elden hesaba katılması gereken bu “tarihi ve siyasi sebepler”i aklına bile getirmemiş.

Bu hesap hatası, tüm yumurtalarını “Azerbaycan sepetine” koymasına yol açtı. F-16’larını, savaş araç gereçlerini, subaylarını, iki bin dolar maaş vaat ettiği dinci faşist çetelerini uçaklara doldurup Azerbaycan’a gönderdi. Elbette savaşmak için. Ama, en azından şimdilik, artık savaş yok. Böylece, Azerbaycan sepetine konulan yumurtalar şimdi Rus pazarında, bedava olsun alıcı bulamıyor.

Ateşkes ihlalleri hemen yarın bir savaş çıkacağı anlamına gelmiyor. Şüphesiz Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorun çözülmüş değil. Ateşkes kararı, sorunun çözüldüğü değil, bir süre için dondurulduğu anlamına gelir. Ama Türkiye’nin savaşa ihtiyacı var ve sabredecek zamanı yok. Aliyev’in, “Paşinyan'la görüşme ihtimalini dışlamıyorum” sözlerine rağmen savaş kışkırtıcılığına devam etmesi bundan.

Ne var ki, Türkiye’nin savaş kışkırtıcılığının halklara zarar vermekten başka bir sonucu olmaz ve olmayacak da. Rusya “tarihi ve siyasi sebeplerle” ağırlığını koyduğu sürece ne Ermenistan ne de Azerbaycan tarafı, ara sıra çatışmalar olsa da, geniş çaplı, birbirinin sırtını yere serecek denli şiddetli bir savaşa girişemezler.

Peki, Azerbaycan’a taşınan bunca dinci faşist çete, para karşılığı başkalarının hesabına savaşmaya hazır kiralık katil, savaş malzemesi, asker vb vb. ne olacak?

İlk elden akla gelen iki üç seçenek var: Birincisi, geldikleri yere yani Türkiye üzerinden Suriye topraklarına geri taşınırlar; ikincisi, Rusya onları isteyebilir. Özellikle Kafkas kökenli çetelerin varlığını tespit ederse, ayağına kadar gelen bu fırsatı kaçırmak istemeyebilir. Üçüncüsü, bu çeteler Azerbaycan’da kalırlarsa Rusya, onları tek tek avlamaya başlar. Unutmayalım ki, Rusya, Kafkas kökenli çeteleri Türkiye’de bulup gökyüzündeki atalarının yanına göndermişti. Şüphesiz bunlar birer olasılıktan ibarettir. Neler olacağını bekleyip göreceğiz.

Ama şimdiden bir şey kesin: Yağma, talan ve özellikle de Kafkaslara yerleşme hevesleriyle Azerbaycan seferine çıkan dinci faşist iktidar, ataları Enver ve Talat Paşalar gibi bozguna uğradılar. Bir farkla ki, ikincilerin sonu trajik olmuştu, “zamane fatihi” birincilerin akıbeti komedi biçiminde gerçekleşiyor.