Bugün zorla ve yalanlarla milyonlarca insan adeta bir distopyanın içinde yaşamak zorunda bırakılıyor. Öyle ki dünkü kardeşler, dünkü can ciğer dostlar, dünkü “stratejik ortaklar”; bugün birden hain kalleş ve stratejik düşman; dünkü can düşmanları, dünkü hasımlar, dünkü stratejik düşman da bugün biricik yegane yeri doldurulamaz dost ve stratejik yol arkadaşı ilan ediliyor. Adeta saat başı yer değiştiriyor dostla düşman; ya da yer değiştirtiliyor.

Mesela daha dün Rusya “kalleşti” hatta onun savaş uçağı düşürülüp bir çeteci de gidip esir düşen pilotu katletti. Fakat bu savaş suçlusu milli kahraman ilan edildi ve bu da yetmemiş olacak ki başkentin ortasında Rusya büyük elçisini suikast ile öldürdüler. Fakat sonra “Dostum Putin” hashtagıyla, kardeş Rusya devri başladı. Pilotu öldüren çeteci vatan haini, uçağı vuranlar darbeci, büyükelçiyi öldürenlerse “üst akıl” ilan edildi bile. Fakat bu durum bugünlük böyle yani yarın Rusya yeniden “kalleş Rusya” ilan edilecek. Dedik ya burada saat başı yer değiştirir hain ile kahraman. Evet, bu ikiyüzlülüktür, hatta en büyük iki yüzlülüklerden de biridir. Fakat mecburlar; çünkü bu yalanlarla dolduruyorlar açlık çeken milyonların karnını ve bu yalanlarla durdurmaya çalışıyorlar patlayacak isyanı. Yani bir başka deyişle kara propagandayla gerçeklerin savaşı sürüyor şu an. İşte buna bir örnek.

Bir kent düşünün tam sınırda ve o sınırda savaş tamtamları çalıyor. Diğer yanda çeteler katliamlar yaparken bu tarafta başka bir ülkenin toprağına göz dikenler, “şanlı zaferimiz yakın!” naraları atıyor. İşte tamda bu kentte, bu kentin valiliği önünde iki çocuk babası işsiz bırakılmış, yoksullaştırılmış bir insan kendi yaşamına son veriyor. Kara propaganda buna “intihar” dese de bu intihar değil. Bu da, diğer bir çok örneği gibi umutsuzluğa kapılan; ama onursuz bir yaşamı da kabul etmeyen insanların bireysel isyanıdır. Hiçbir sorunu çözmeyen ve örgütsüzlüğün bir sonucu olan bu bireysel “eylem” tarzını asla bir örnek olarak görmesek de bu insanların yaptıklarının tüm bu karşı-devrimci şovenist propagandayı yerle bir ettiğinin de farkındayız. Çünkü acı gerçekleri hatırlatıyorlar.

O gerçek şudur: İnsanlar açlıktan ölüyor. Gerçek şu, “Emevi Camisinde kılınacak bayram namazı” hayali çoktan dönüştü kenar semtlerdeki cenaze törenlerine. Yani Şam bileti yandı ve geriye gene emekçilere açlıktan ölmek kaldı...

İşte başlıkta sorduğumuz sorunun cevabı. Yaşadığımız yer tam da burası. Peki siz nerede yaşadığınızı düşünüyordunuz? Bir yanda işgalcilerin savaş naraları bir yanda açlıktan ölenler. Biliyoruz kimse bu iki tarafta da yer almak istemez; fakat zaten almamalı da çünkü üçüncü bir taraf daha var. Bu taraf, inatla gerçekleri ve ne yapılması gerektiğini haykırarak can feda savaşanların tarafıdır. Hatta tüm eksikliklerine, yetersizliklerine, olanaklarının azlığına rağmen umutla canfeda dövüşenlerin tarafıdır. Peki nedir bu tarafta olanların haykırdığı gerçekler. Şüphesiz hepsini saymaya ömür yetmez ama yine de bir kaç örnek verebiliriz.

Gerçek şudur ki: Her fırsat “Biz Suriyeliler için 40 milyar harcadık” diye çığırtkanlık yapanlar yalan söylüyorlar. Bu paranın bir kuruşu bile Suriyelilere harcanmadı ve tamamı karşı-devrimci çeteleri semirtmek için kullanıldı. Dahası bu topraklara sığınan masum Suriyelilere o meşhur “Türk misafirperverliğinden bolca gösterildi! Defalarca ırkçı linçlere uğradılar ve patronlar onları ucuz işgücü olarak iliklerine dek sömürmeye devam ediyor. Eğer Suriyeliyseniz size kiralık ev verilmez ve kadınsanız cinsel saldırıya uğramanız da yüksek ihtimaldir. Özetle bu insanlar sokaklarda yaşamaya mahkum.

Gerçek şudur ki: Dinci faşist parti ve hizmetinde olduğu faşist devlet içerideki savaşı kaybetmemek için “dışarıya” savaş açtı. Bu yüzden de şovenist yayılmacı propagandaya içeriye dönük koca koca yalanlar eşlik ediyor. “Ekonomi düze çıktı”, “sanayi büyüyor” “Enflasyon ve işsizlik düşüyor”. Yani her şey güllük gülistanlıkmış gibi. Oysa “düze çıktık” palavrası, uçurumun dibini boyladıklarının itirafından öte bir mana taşımıyor. Her fırsatta “Tünelin ucundaki ışığın görüldüğünü” söylüyorlar. Eldeki verilerse bu tünelin olsa olsa ancak bir korku tüneli olduğunu gösteriyor. Yani bu başlanılan yere dönüşün hikayesidir. Çığlık atmayı bıraksanız da, vardığınız yer başladığınız o berbat yerden başka bir yer değil. Kısacası yine çok çalışacak ama gene açlık ve yoksulluk içinde olacaksınız. Çünkü “düze çıktınız”, Çünkü “efsane bir yıl” yaşıyorsunuz. Çünkü kahraman ordunuz zaferlere doymuyor, çünkü ülkenize yeni topraklar katacaksınız, çünkü çoktan okundu “fetih duası”; çünkü Viyana önlerinde başlayan çöküş travması nihayet bitiyor! Çünkü bugün Ortadoğu, yarın Kafkaslar, Araplardan sonra sıra Ermenilere gelecek! Fakat gerçekler çok başka telden çalıyor. Çünkü yalanla gerçeğin savaşı şikelidir ve kimin kazanacağı en baştan bellidir. Çünkü yalan tarihin en çok kaybedenidir. Çünkü hayat hayallerden değil hayaller hayattan beslenir. Ve bu işgalcilerin hayali berbat bir şey...

Gerçek şudur ki: Bugün kapılarınızı çalan açlıktır, yoksulluktur, sömürüdür. İstiyorsanız evde yokmuş gibi yapın ama biliyorsunuz ki kapıdakilerin kardeşleri çoktan yerleştiler salona ve mutfağa, çoktan bir parçasıdırlar hayatınızın.

Gerçek şudur ki: Başka ülkelere açılan savaş kazanılsa da kaybedilse de emekçilerin payına hep daha fazla yoksulluk ve açlık düşecek.

Fakat yitirmeyin umudunuzu. Dedik ya üçüncü bir yol var. Bundan 115 yıl önce, yine bir Şubat ayında yoksul emekçiler “çar baba”larından ekmek istemek için yürümeye başladılar. Çar onlara ekmek yerine kurşun ve ölüm sundu. 1905 devrimi işte böyle başladı; ama hedefine ulaşamadı. Yine de vazgeçmedi umutla inançla canfeda dövüşenler vazgeçmediler ve çok sürmeden, sadece on iki yıl sonra geri döndüler, geri döndüler ve Çar hazretleri vedalaşmak zorunda kaldı o tatlı canıyla...

Aslında mesele nasıl bir yerde yaşadığımız değil nasıl bir yerde yaşamak istediğimizdir. Daha güzel bir dünyada daha güzel bir yaşam için umutla ve korkusuzca ileri!...

Kenan Kızıl