Yoğun bir süreçten geçiyoruz. Sermaye sınıfının içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz yaşadığımız topraklarda giderek derinleşiyor. Yaşamın her yanında işçi, emekçilerin sorunları giderek büyüyor ve çözülmez bir hal alıyor.

Bu çelişkileri derinleştiren ve sermaye sınıfının politik olarak içinde bulunduğu çıkmazı, keşmekeşi ifade eden en iyi şey şu anda dinci-faşist iktidarın sermayenin ve emperyalistlerin desteğiyle açık bir şekilde yürüttüğü dış savaştır.

Faşist devletin başından beridir içinde taraf olarak yer aldığı, dinci-faşist gerici çeteleri beslediği, desteklediği, koruduğu Suriye savaşında artık savaş doğrudan orduların, tankların ve topların devreye girdiği, dinci-faşist iktidarın çok daha büyüyebilecek bir savaşı kışkırttığı bir minvalde ilerlemeye başladı. Esad'ın Rusya'nın desteğiyle İdlib'te cihatçı çeteleri büyük bir hızla süpürmesinin ardından, durumun geri dönülmez bir noktaya vardığını fark eden dinci-faşist iktidar ve sermaye sınıfının faşist partileri "Yıkılsın Suriye, Yansın İdlib" sloganlarını atmaya başladı. Bu çapsız faşistlerin kullandığı ifade aslında sermaye sınıfının Suriye savaşının en başından beridir özlemini duydukları durumu ifade etmektedir.

Suriye savaşı başladığından bu yana dinci çeteleri her anlamda destekleyen, Rojava'ya üç kez işgal ve ilhak amaçlı saldırılar düzenleyip, Rojava devrimini boğmak isteyen dinci-faşist iktidar artık son noktaya geldiğinin farkında. Başından beridir taraf olduğu, dinci-faşistlere her tür açık desteği sunduğu, IŞİD gibi insanlık düşmanı unsurların doğrudan dinci-faşizm tarafından yaşadığımız topraklardan Suriye'ye ihraç edildiğini bilmeyen yok. Dinci-faşist çeteler eliyle yürüttüğü savaşta Türk tekelci sermaye sınıfı artık doğrudan askeri birlikleriyle, tank, top, insansız hava araçları yani her türlü savaş aracıyla savaşın açık tarafı durumundadır.

Sermaye sınıfı, Suriye ile birlikte üç ülkede bir biçimiyle savaşın içindedir. Şu anda devreye Rusya'nın girmesiyle imzalanan ateşkes iki taraf için de bir güç toplama ve daha sert çatışmalara hazırlanmak için bir bekleme süresinden başka bir şey değildir. Zaten uluslararası diplomatik görüşmeler ve mutabakatlar karşılıklı zaman kazanma ve birbirinin ardından iş çevirmek dışında bir şey değildir. Soçi ve Astana mutabakatlarının çökmesi böyle okunabilir. Gelelim Libya'ya... RTE ve çevresinde toparlanmış tüm gerici güçler, Libya savaşına dahil olarak Akdeniz'deki doğalgaz ve petrol yataklarından açgözlü bir şekilde daha fazla ekonomik çıkar elde etmek ve aynı zamanda son kalan İhvancı kalıntıları kurtarmak için dinci-faşist çeteler ve özel birlikler ile birlikte savaşın bir parçası durumunda. Ve uzun yıllardır savaşın hiç durmadığı Güney Kürdistan'da da aynı şekilde binlerce asker, tank, top ile içeride yürüttüğü bu savaşı Güney Kürdistan burjuvazisinin desteğiyle "Xakurke-Haftanin" hattında gerilla güçlerine karşı yürütmektedir.

Yaşadığımız topraklarda işçi sınıfının, emekçi kesimlerin, gençliğin geniş kesimleri sermaye sınıfının ve dinci-faşist iktidarın içinde bulunduğu durumu çok iyi gözleyebiliyor. İçeride açlık, sefalet, intiharlar, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü bir ortamda, emekçi yığınların devrim mücadelesini bastırabilmek için her türlü aracı kullanmakta beis görmeyenler, şovenizm zehrini kullanarak halkların ve özellikle gençliğin bilincini bulandırmaya çalışıyor.

Uzun süredir sert bir kapışmanın sürdüğü üzerinde yaşadığımız topraklarda, örgütlü zor, baskı ve saldırı ile yönetmeye çalışan Türk tekelci sermaye sınıfı gerçek anlamda bir varlık yokluk savaşının içindedir. Ancak, bu kadar kapsamlı ve yaygın bir savaş durumunun sadece şovenizmi yükseltmek veya gündemi değiştirmek için çıkartıldığını belirtmek sığ bir yaklaşım olacaktır.

Sınıf savaşımında burjuvazi açısından savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey ifade etmez. Bu açıdan bakıldığında dinci-faşizmin uluslararası arenada elini güçlü tutmak ve içeriye hem güçlüyüm mesajı vermek, hem toplumu her türlü zorla terörize etmek hem de şovenizm zehrini geniş emekçi kesimlerinin üstünde Demokles kılıcı gibi sallamak için askeri anlamda sahada olduğunu belirtebiliriz. Dünya genelinde hegemonya kurma çatışmasının geldiği noktada Türkiye gibi gücü sınırlı ve belli olan siyasal aktörler ipte oynayan cambazlar gibi oluşan siyasal boşluklardan yararlanmaya çalışmaktadır.

Peki gelişen bu savaşın emekçi kesimler, işçi sınıfı, gençler, kadınlar açısından getirecekleri bir ganimet mi yoksa tam tersine daha fazla açlık, yoksulluk, sömürü, yıkım mı olacak? Her gerici savaş gibi dinci-faşizmin ve sermaye sınıfının içinde bulunduğu bu savaşın emekçilere, yoksullara daha fazla vergi yükü, daha fazla zam, sefalet, işsizlik getireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu savaşın yaşadığımız topraklarda yaşayan emekçilerdeki karşılığı, savaşın gerçek anlamda kabul edilmediği ve bizleri yoksullaştıranların, insanların ölümüne sebep olanların iktidarda olanlar olduğudur. Sosyal medyada savaş hayır tweetlerinin bir gecede yüzbinlerce atılması, sosyal medyadan tutuklanan ve gözaltına alınan gazetecilerin şimdiden onlarca kişiyi bulmuş olmasına rağmen, halkların gerçek anlamda acı, gözyaşı ve yoksulluk getirecek bu gerici savaşa karşı olduğunu gösterir. Burjuva lağım medyasının muzaffer bir hava yaratmasına rağmen, Rusya'daki görüşmelerde ortaya çıkan tablo bile durumu iyi özetlemektedir.

İşte sermaye sınıfının ve dinci-faşizmin böylesine sıkıştığı, ayaklanma rüzgarının her işçi ve emekçinin kafasında estiği, gençliğin artık bu düzenden umutlarını kestiği bir ortamda savaş karşıtlığı bir tarafı belirtmek anlamına geliyor. Ancak salt bir savaş karşıtlığı ve burjuvaziye barış çağrısı yapmak, sınıf savaşımından hiçbir şey anlamamış olmak demektir. Bizi ezen, sömüren, aç bırakan, baskı uygulayan faşizme ve sermayenin egemenliğine karşı en geniş kesimlere asıl düşmanın içeride olduğunu anlatmalıyız. Halkları köleleştirmek isteyenleri açık bir şekilde teşhir etmek ve cüretli adımlar atmaktan çekinmemeliyiz. Safların gerçek anlamda netleştiği bugünlerde öğrenci gençliğin ve genç işçilerin safı devrim cephesinin safı olmalı ve bizleri geleceksizliğe mahkum edenlerin iktidarına karşı siyasal mücadele büyütülmeli!

Çünkü ancak bir halk devrimi kalıcı ve sürekli bir barışı tesis edebilir, ve ancak işçi sınıfının ve müttefiklerinin iktidarı gerici savaşlara son verebilir, gençliğe gerçek özgürlüğü verebilir. Bunun için bulunduğumuz her alanda, okulda, lisede, üniversitede, sokakta savaş karşıtlığı halka anlatılmalı ve savaşın getirdikleri farklı yöntemlerle teşhir edilmeli ve buna dair pratikler örgütlenmeli! Burjuvazi bir varlık-yokluk savaşında olduğunu en yetkili ağızlarından ifade ederken, bizlere düşen rol ve tarihsel sorumluluk militan mücadelenin örgütlenmesidir!

K. Taylan Kızıldağ